Zaman gösterdi ki; bir gençle muhabbet ederken bana şöyle demişti. Ben babam gibi boynu bükük olmayacağım. Ailemin yaşadığı ve onayladığı hiçbir hayat tarzını benimsemeyeceğim. O genç gittikten sonra düşünmeye başladım. Gencin yaşı 18 babasının yaşı 40 idi. Yirmi iki yıllık fazladan yaşanmışlık, tecrübe, birikim vardı. Bu sözler ucuz sözler değil miydi? Geçen günlerin, haftaların ayların, bize ne getireceğini bilemeyiz. Evlilik ve iş hayatının zorlukları, geçim derdinin bizi nereye sürükleyeceğini önceden kestirmemiz zor olsa gerek. Namerde muhtaç olmam der, oluruz. Yapmam der, yaparız. Tükürdüğümüzü yalarız. Akşam söz verir, sabah cayarız. Sevmem deriz, severiz. Tüm bildiğimiz doğruları bir anda unutur, doğru sandıklarımıza tutunuruz. İnsan bu on dakikada on defa değişebilir. Değişmeyen, bir kararda olan Allah; biz değişen, dönüşen kusurlu varlıklarız.
Zaman gösterdi ki; mutlu ve huzurlu insanların en önemli iki özelliği var. Belirli bir hedefi, vizyonu olan, üreten, bilginin peşinden koşan insanlar mutludur. Bilgi avcısı olmak, hedef, bizi dağınıklıktan, anlamsız, faydasız boş işlerden alıkoyar. Yönümüzü kişilerden, fikirlere ve olaylara çevirtir. Belirli bir vizyonu olan insan, küçük şeylerde boğulmaz. Bilir ki, dünya imtihan yeri yüzümüzde güller de açacak, bazen diken izleri de görünecek. Kışı da var baharı da… gecesi de var gündüzü de… hiçbirisi kalıcı değil, görevini yapıp gidecek, diye düşünür. İkinci olarak içi dışı bir, inançlı, kaliteli çevresi olan, onlarla sağlıklı iletişimde bulunan ve maddi yönden kimseden bir şey ummayan, beklemeyen insanlar mutludur. Güvenebileceğimiz, derdimizi dinleyen, bize değer veren, çıkmazlarımızda yanımızda olan insanlar bize huzur veriyor.
Zaman gösterdi ki; biz insanoğlu iyilikten, güzellikten, güzel sözden niye anlamaz ki… İyi niyeti, yumuşak yüzü, tatlı sözü çoğu zaman hiçe sayar biz insanoğlu. Askerlik yaparken üst rütbelinin kısa süreliğine işi çıkınca bölüğü bana emanet etti. Üst rütbeli gecikti, akşama kadar askerler beni dinlemedi ve çok yordu. Güzellikle, normal ses tonuyla anlattım. Düzgün sıraya geçin, verilen görevi yapalım, bugünü güzel bir şekilde tamamlayalım, sorun çıkarmayın diye; ama beni çoğu dinlemedi. Daha sonra üst rütbeli geldi, beni dinlemediklerini anlayınca küfretti, bağırdı çağırdı, ağzına geleni söyledi. Askerlerden çıt ses yok, sıralar birden düzgünleşti. İlla kötü söz, küfür mü söylemek gerekiyor? İlla katı, sert mi olmak gerekiyor? Ne yazık ki tatlı sözler, yumuşak yüz, güzel geçen günler, yıllar bizi onarmıyor, uslandırmıyor, silkinip kendimize getirmiyor.
Zaman gösterdi ki; anne babalar çocuklarının konfor alanını genişletmek için gecelerini gündüzlerine katıyorlar. Babaannesi torunları için bu rahatlıkla bu çocuklar okumaz, der. Şu bilinen gerçeği ifade etmek istiyor aslında büyükler. Zorluk, imkansızlık, çaresizlik, yokluk çalışma azmi vererek çocuğu, genci ateşliyor. Benim başka çarem yok, durumumuz ortada diyen gözlemleyici birey daha sıkı derslerine sarılıp planlı ve programlı çalışabiliyor.
Alkol bağımlısı bir babanın hayatının büyük bir bölümü hapishanede geçer. Hapishanede olmadığı zamanlarda bile eviyle ve çocuklarıyla ilgilenmez. İki oğlu anne ve baba terbiyesinden yoksun olarak büyürler. Oğullardan biri de babası gibi uyuşturucu bağımlısıdır ve hapishanede yatmaktadır. Diğeri de büyük bir şirketin genel müdürüdür. Olay gazetecilerin ilgisini çeker ve bu adamla röportaj yapmaya giderler. Röportaj sırasında adam, oğullarına asla farklı muamele yapmadığını söyler; çünkü ikisiyle de hiç ilgilenmemiştir. Gazeteciler önce hapisteki oğlanı ziyaret eder ve ona niçin bu durumda olduğunu sorarlar. Cevap üzücü fakat bir o kadar da açıktır: “Babamı tanıyorsunuz, başka ne yapabilirdim ki?” Olayın en çarpıcı yanı şirket yöneticisi olan oğlanın düşüncesidir. Gazeteciler onunla da röportaj yaparlar ve ona da nasıl bu duruma geldiğini sorarlar. Cevap çok ilginçtir: “ Babamı tanıyorsunuz, başka ne yapabilirdim ki?”
Çocuk sayısının az olması ve aşırı şefkatin verdiği özgürlük ve rahatlık çocukları doyumsuz hale getiriyor. Küçük yaşlardan itibaren yaşına göre uygun işlerde çalıştırılan, gerçek hayatı tanımasına imkan verilen çocuklar, gençlik ve orta yaşlılık dönemlerinde daha farkındalı, güçlü, sorumluluk şuuruna sahip ekmeğinin peşinde olarak yola devam ediyor. Aksi halde konforundan taviz verilmeden el bebek gül bebek yetiştirilmiş bir birey, ufak bir sarsıntıda hayata tutunmakta zorlanıyor. Anne babanın aşırı şefkati, sınırsız konfor verme düşüncesi, olmayan bir dünyada yetiştirip gerçek hayatla erken tanıştırmaması çocuğa yapılacak en büyük kötülüktür.
ALİ ALTAYLI