MÜHLET VAR İHMAL YOK
Suriyelilerin ülkemize gelmeye başladığı yıllarda on yaşında Ahmet ile tanıştık. Bazen işyerine gelir bir şeyler ister, ben de yardımcı olmaya çalışırdım. Bir gün çocuk bezi istedi. Ben de Ahmet gel, arabaya bin şu oturduğunuz yeri bir göreyim, dedim. Karaman’ın bir ucundaki evlerine gittik. Ev, bahçesi olan müstakil, yıkık dökük bir evdi. Doğru dürüst evlerinde sergi yoktu ve babasının ayağının biri de yoktu. Evde küçük kardeşleri vardı, evin tek çalışanı abisiydi. On yaşındaki Ahmet evin geçimi için dertleniyor, her sabah çarşıya erken vakitte çıkıyor, bazen çaycı da çalışıyordu.
Bir insanın, ailenin evinde yangın çıkarsa ne yapar içindekiler?
Canını, cananını ve kıymetli eşyalarını alır; bir an önce kendisini evin dışına atmaya çalışır.
Allah (cc) ülkemizi korusun. Yaşanılan bir vatanda, Suriye örneğinde olduğu gibi yangın çıkar, ülkeyi yönetenler halka zulüm etmeye başlar; emniyet güven sarsılır, insanların canları, malları, ırz ve namusları tehlikede kalırsa istemeden de olsa halk ülkesini terk etmek zorunda kalır.
Sednaya Askeri Hapishane’sindeki içler acısı son durum, rejimin kendilerine muhalif gördüklerine uyguladıkları insanlık dışı muamele, Sednaya’da “toplu idam” yoluyla yargısız infazlar yapıldığının, alıkonanların kasıtlı şekilde çok kötü koşullarda tutulduğunun, onlara defalarca işkence yapıldığının ve yiyecek, su, ilaç ve tıbbi bakımdan mahrum bırakıldığının bir ispatı değil mi?
Ülkemizde ne işleri var, kalıp ülkelerini savunsalardı diyenlere bir cevap değil mi?
İnsan yaratılmışların en üstünü, arzın halifesi, hayat sahiplerinin en kıymetlisidir.
“Andolsun ki, biz Âdemoğullarını şan ve şerefe mazhar kıldık, karada ve denizde taşıtlara yükledik ve güzel nimetlerle besledik, yarattıklarımızın birçoğundan üstün kıldık. ” İsrâ Sûresi: 70
Peki, bu hakikati, Hak kelâmını hiçe sayan, dinlemeyen kimdir?
Yaratıcısına meydan okuyan insanın ta kendisi.
İnsan, haddi aşarak Allah’ın (cc) koyduğu sınırları (hududullahı) çiğneyerek önce kendisine sonra etrafına zulüm eder.
İnsan, Yaratıcının verdiği seçme özgürlüğünü yanlış kullanarak zenginlik, makam, güç, iktidar hırsıyla adaletten ayrılıp zulme yönelerek önce kendisini, sonra destekçilerini cehennem yolcusu haline getirir.
Demek ki insan denen varlık, güçlü iman bağıyla Rabbine bağlanır, sınırı aşmaz, orta yolda kalır; ilim, şükür ve ibadetle hayatını devam ettirmeye çalışırsa yüceliyor, cennet yolcusu oluyor.
Ebû Hureyre (ra) Resulullah (sav) şöyle buyurduğunu anlattı:
“Allahu Teâlâ, mahlukatı yarattığı zaman dört sınıfa böldü: Melekler, cinler, insanlar ve şeytanlar. Sonra, bunları ona ayırdı. Dokuz parçası melekler, bir parçası da cinler, insanlar ve şeytanlardır.”
Bu bir parçayı oluşturan sınıfın içindeki “insanoğlu” zihnini, kalbini, bütün latifelerini haktan uzaklaştırdığı, ölüm ve ötesini unuttuğu zaman yıkımı sınırsız, cinayeti büyük oluyor.
Cemil Meriç “Bu Ülke” adlı kitabında yemin ederim ki, dünyanın bütün toprakları bir insanın kanını akıtmaya değmez, diyerek can almanın insanlığın iflası olduğuna vurgu yapar:
“Semavi kitapların emri: “Öldürmeyeceksin.” Hristiyan Avrupa, en sefil çıkarları için dünyanın bütün Mandarenlerini öldürdü ve öldürmeye hazır. Goethe, “Ya örs olacaksın ya çekiç.” diyor. Şark, Sadi’den Gandi’ye kadar aksi kanaatte: “ Yemin ederim ki, dünyanın bütün toprakları bir insanın kanını akıtmaya değmez.” Kim haklı?”
İslam medeniyeti ile yoğrulan yurdumuzdaki insanların hemen hemen hepsi bilir ki, zulüm ile abat olanın sonu berbat olur. Tarih buna şahittir.
Kanuni Sultan Süleyman ve karınca hikayesi bize ne söyler?
Bir karıncanın hukukunu koruyan Rabbimiz, mazlum bir şekilde vatanlarından edilen, işkence gören, dünyaları değiştirilen insanların hakkını zalimden alıp zalimi de cehennemine koymaz mı?
“Kanuni Sultan Süleyman, devlet işlerinden arta kalan vakitte Topkapı Sarayının bahçesinde ağaç yetiştirmekle meşgul olurdu. Bir gün yetiştirdiği meyve ağaçlarını karıncaların sardığını gördü. Ağaçlara zarar veren karıncaların itlaf edilmesini ve karıncaların bürüdüğü ağacın kesilip kesilmemesi hususunu bir tezkîre ile Şeyhülislâm Ebussuud Efendi’ye sordu. Hem de öyle şairane bir dil ile sordu ki;
Dırahta ger ziyan etse karınca
Günâhı var mıdır ânı kırınca?
(Eğer karınca ağaca zarar veriyor, onu kurutuyorsa, karıncayı yok etmenin bir günahı var mıdır?)
Ebussuud Efendi, zamanın şeyhülislâmıdır. Kanuni’ye hoş görünmek için, karıncanın ölmesinden ne olur padişahım, diyebilirdi, fakat o, ince bir nükteyle bakın ne diyor, bu da sanatkâr bir padişaha sıradan bir cevap değildir.”
Yarın Hakk’ın dîvânına varınca
Süleyman’dan hakkın alır karınca.
Beşşar Esad ve onun gibi eli kanlı zalimler belirli süre kaçacak ve kaçıyor.
Peki, bu kaçış nereye?
Nereye kadar kaçış?
Ne zamana kadar kaçış?
En son durak ve kaçış yeri kara toprak, mahkeme-i kübrada, öyle bir mahkeme ki hakimin kendisi şahit.
ALİ ALTAYLI