Bir genç müşterim geçenlerde arabam arıza yaptı, babamdan borç istemek zorunda kaldım, vermedi demişti. Düşmez kalkmaz bir Allah, deriz. Biz insanlar, yaşadığımız sürece halden hale geçebilir varlıklı iken bir anda iflas çıkmazında kendimizi bulabiliriz. Sağlıklı iken hastalanabilir; itibar, şan şöhret sahibi iken bir anda halkın iğrendiği bir konuma düşebiliriz. Bu dünyanın bir kararı yok, biz insanlara ise geleceğin ne getireceği meçhul.
Elimizdeki imkânların bir kararı yok, bizler de bazen zorda kalabiliyor, çıkmaza girebiliyoruz. Bazen kazandıklarımız bir anda biriken ihtiyaçlarımızı gidermeye, borçlarımızı kapatmaya yetmeyebiliyor. Deprem gerçeğinde gördüğümüz gibi zengin insanların bir sabah, bütün varlıklarını kaybettiği gibi bizim de buna benzer bir durumla karşılaşmayacağımızı kimse garanti edemez.
Peki, ilk önce ve devamlı olarak isteğimizin yönü nereye olmalı?
Çok cömert ve şefkatli olan Hak’tan mı istemeliyiz yoksa bizim gibi imkânları kısıtlı, cömertliği devamsız, vefası ve şefkati az olan yakınlarımızdan mı istemeliyiz?
Hep verici konumda olursunuz ama bir gün işiniz düşer, işiniz görülmez. Burası dünya çorbanız kaynarken dostunuz, yüzünüze sahte de olsa gülenler çoktur. Ne zaman imkânlarınızı kaybedersiniz o zaman çevrenizdeki candan dostlarınızı görmede zorlanırsınız. Para isteme benden buz gibi soğurum senden, gerçeği ile karşı karşıya kalır; telefonlarınıza bakılmaz, görmesin gözüm olursunuz bir anda.
Bu acı gerçeği Hz. Mevlana ne güzel ifade etmiş:
Sen bir şeyler verdikçe dost görünen çok olur.
İste de gör hepsi birden yok olur.
Sen kendi kendine yetmeyi öğren.
Tüm dünyanın malına gönlün tok olur.
Kendi kendimize yetmeye gayret göstererek, ölçülü hareket ederek onda var bende niye yokları bırakarak gösteriş hastalığından uzaklaşarak dışta değer aramaya yeltenmeyerek aşırı borç yükünün altına girmeyerek sadece Hak’tan bekleyerek kendimizi izzetli, özgür hale getirebiliriz.
Şu dört şey bizim fani dünyadaki izzetimizi arttırır:
Dünyayı gözümüzde küçültmek.
Bize verilene kanaat etmek.
Sade, gösterişten uzak yaşamak.
İnsanlardan bir şey istememeye çalışmak.
Bediüzzaman Said Nursi’nin tespitleri dikkate değerdir:
“İhtiyaç dairesi, nazar dairesi kadar büyüktür, geniştir. Hatta hayal nereye gitse, ihtiyaç dairesi dahi oraya gider; orada da hâcet vardır, belki her ne ki elde yok, ihtiyaçta vardır. Elde olmayan, ihtiyaçta vardır; elde bulunmayan ise hadsizdir. Hâlbuki daire-i iktidar kısa, elimin dairesi kadar kısa ve dardır.
Demek, fakr ve ihtiyaçlarım, dünya kadardır. Sermayem ise, cüz-i lâyetecezza gibi cüz’î bir şeydir.
İşte şu cihan kadar ve milyarlar ile ancak istihsal edilen hâcet nerede ve bu beş paralık cüz-i ihtiyârî nerede? Bununla onların mübayaasına gidilmez. Bununla onlar kazanılmaz. Öyle ise, başka bir çare aramak gerektir.
O çare ise şudur ki: O cüz-i ihtiyârîden dahi vazgeçip, irade-i İlâhiyeye işini bırakıp, kendi havl ve kuvvetinden teberri edip, Cenab-ı Hakkın havl ve kuvvetine iltica ederek, hakikat-i tevekküle yapışmaktır.”
“Su-i istimâlât ve isrâfât ve hevesâtı tehyiç ve havâic-i gayr-ı zarurîyeyi, zarurî hâcatlar hükmüne getirip görenek ve tiryakilik cihetiyle, şimdiki o medenî insanın tam muhtaç olduğu dört hâcâtı yerine, yirmi şeye bu zamanda muhtaç oluyor. O yirmi hâcâtı tam helâl bir tarzda tedarik edecek, yirmiden ancak ikisi olabilir; on sekizi muhtaç hükmünde kalır.”
İktidarı, gücü sınırlı olan biz insanların çalışmak, üretmek ve dua ile Malikül Mülk, mülkün gerçek sahibi olan Rabbimizden istememiz, insanlara yüzsuyu dökmememiz en doğrusu olsa gerektir.
Aşağıdaki beyitler, hırs ve açgözlülükle sersem olmuş bizlere ne söyler.
Fuzûlî âlem-i fakr ü fenâda mün’im-i vaktem.
Diyâr-ı meskenet nakd-i kanâ’at mülk ü mâlümdür
(Ey Fuzûlî! Fakr u fenâ âleminin bu zamandaki velinimeti benim. Öyle ki, miskinlik ülkesi nakit param, kanaat de mal ve mülkümdür.)
Ne bilsin lezzet-i fakr u fenâyı mâl u câh ehli
Bu zevki gel kanâ’at kûşesinde merd-i Hak’dan sor
(Kendisinde herhangi bir varlık görmeyip her bakımdan Allah’a muhtaç olduğunu bilen ve manevi manada yokluğa erişen bir kimsenin aldığı lezzeti sürekli mal mülk makam mevki elde etmeye çalışan kimse nereden bilsin! Sen gel bu zevki, kanaat köşesinde oturan Allah erlerinden sor.)
Ne dünyâdan safâ bulduk, ne ehlinden recâmız var
Ne dergâh-i Hüdâ’dan mâada bir ilticâmız var.
(Ne dünyada huzurluyuz ne dünyadakilerden, dünya ehlinden bir isteğimiz var; ne de Allah’tan başka bir kimseden isteğimiz, sığınacak yerimiz var.)
Baş eğmezüz edâniye dünyâ-yı dûn içün
Allahadur tevekülümüz, itimadımız.
(Şu alçak dünyanın geçici menfaatleri için aşağılık kimselere baş eğmeyiz. Bu yolda bütün tevekkülümüz, güvenimiz Allah’adır.)
ALİ ALTAYLI