Sabah kalkar kalkmaz arama motorlarından anlamına baktığımız ve yakınlarımıza anlatmakta acele ettiğimiz rüyalar, gerçeğin ta kendisi değildir, deriz çoğu zaman.
Ekranların arkasındaki dünya gerçeğin ta kendisi değildir, sanal bir âlemde yaşıyor çocuklar, gençler, deriz. Bu çağın insanlarının ellerinden akıllı telefonlar düşmüyor, gerçekle hayali, düşü karıştırıyor deriz birçok kez.
Peki, ya gelenin durmadığı gidenin geri gelmediği, bütün kazanımlarımızı sıfırlayan bu dünya gerçek mi?
Sınırsız isteklerimizi, ihtiyaçlarımızı sınırlı bir yerde ve ömürde karşılayamayacak olan içinden geçtiğimiz bu dünya düş değil mi?
Zamanı geldiğinde bütün verdiklerini geri alan ve bütün insanları anadan doğma çocukluğundaki duruma getiren bu dünya, sanal değil mi?
Yaşı ilerlemiş bir ihtiyara ömür, yıllar nasıl geçti diye sorduğumuzda “ne sen sor ne de ben söyleyeyim” feryadı bu dünyanın şimşek gibi hızlı çaktığının, asli vatana gitmek için geçici bir duraklama yeri olduğunun bir gösterimi değil mi?
Doğallıktan ve hakikatten yoksun “…mış gibi işlerimiz, davranışlarımız, konuşmalarımız” sanal bir ömür geçirdiğimizin bir ispatı değil mi?
Çocuklarına sanal âlemde yaşıyorsunuz diyen bir baba kendisinin gerçek âlemde yaşadığını mı zannediyor?
Çocuklarına sizin gerçek hayattan haberiniz yok, ekranların ötesi gerçek hayat değildir diyen bir anne, gerçekten gerçek hayatla bir gün buluşacağını özümsemiş bir durumda mı?
Artık ne zaman derin uykularımızdan uyanacağız, bilemiyorum ama bildiğim tek şey var, o da gördüğümüz rüyalar ve ekranların ötesindeki sanal âlem gibi bu dünya da gerçek değildir.
Peki, bu dünyanın bir sanal, düş bahçesi olduğunu, gerçek olmadığını bir gölge olduğunu kimler söylüyor?
Rabbimiz (cc)
Peygamberler.
Âlimler.
Hiçbir şeyin bizi hakkıyla doyurmaması, uzun süre mutlu edememesi. İç boşluğumuzun gün geçtikçe artması.
Her yaratılmışta fanilik mührünü görmemiz.
Biz insanoğlunun acz ve fakr derelerinde yuvarlanması.
Ölümün öldürülemesi, ölenlerin artması.
Dünyada kıymetli olan birbirimizle boğuşmamıza sebep olan hiçbir şeyi diğer tarafa götüremememiz.
Zalimlerin, hakkına girilenlerin ve haksızlıkların bu dünyada tam bir karşılığının olmamasıdır. Diğer tarafta zalimden mazlumun tam anlamıyla hakkını alması gerçeği.
“Allah’ım! Gerçek hayat sadece ahiret hayatıdır.” diyen Kutlu Nebi (sav) bize ne söyler?
“ Bu dünya hayatı, oyun ve eğlenceden başka bir şey değildir. Şüphesiz ki ahiret yurduna gelince, işte asıl hayat odur. Keşke, bilselerdi!” Ankebût Suresi 64. ayeti bize ne söyler?
Yaşadığı çağda değeri hakkıyla bilinmemiş, feleğin çemberinden geçmiş olan Aşkî’nin aşağıdaki gazeli, bize bu içinde yaşadığımız dünyanın aynı gördüğümüz rüyalar, ekranların ötesindeki arayışımız, yolculuğumuz gibi sanal olduğunu gözler önüne serer:
Şâh ı dehr oldun sipihr üstünde eyvân oldu tut
Sen göçüp gittin bu menzilden o virân oldu tut
(Diyelim ki, âleme sultan oldun, gök kubbe de sarayının gölgeliği oldu. Sen göçüp gidecek, bu konak da viraneye dönecek olduktan sonra ne kıymeti var?)
Âkıbet her verdiğin alır bilirsin dehr–i dûn
Bu harâb–âbâd pür–genc–i firâvân oldu tut
(Bilirsin, şu alçak dünya her verdiğini sonunda geri alır. Öyle ise yaşadığın bu viran yurt sayısız hazinelerle dolu olsa ne çıkar?)
Hâk–i tîre olısar âhir birâder meskenin
Mâh ı enver bezmine şem’ i şebistân oldu tut
(Mademki, sonunda karanlık toprağı mesken edineceksin, a birader gecelerinde başucunu mum yerine dolunay beklese ne çıkar?)
Câygâhın âkıbet bir iki tahte–pâredir
Hây gâfil menzilin taht–ı Süleymân oldu tut
(En son mekânın bir iki tahta parçası olacak olduktan sonra, a gafil şimdiki durağın Süleyman tahtı olsa ne yazar?)
Çün perişânlıkdır ey dil sonu her cem’iyyetin
Bezminde ahbâb cem’ olup perişân oldu tut
(Ey gönül! Her birlikteliğin sonu ayrılıktır madem, o hâlde sen de meclisinde dostlarının toplanıp dağıldıklarını farz ediver.)
Şerbetin âhir sunar her şahsa kanûn–ı ecel
Derdine Lokmân’dan ey dil–haste dermân oldu tut
(Ey hasta gönüllü biçâre âşık! Derdine Lokman hekim derman olsa ne çıkar; ecel kanunu en sonunda her kişiye ölüm şerbetini sunduktan sonra!)
Dehr–i dûnun devleti âhir hayâl–ı hâb olur
Aşkiyâ var gönlünü düşünde sultân oldu tut..
(Alçak dünyanın bütün devleti –iyi talih ve ikbal sermayesi- en sonunda bir düş oluverir. Ey Aşkî! Var sen de gördüğün bu düşte gönlünü bir sultan oldu farz ediver.)
Bu yazı vesilesiyle “sanal âlem, düş âlemi” derken neyi anlıyoruz, bir kez daha düşünsek ne kaybederiz, dostlar!
Çocuklar mı daha çok sanal âlemde yaşıyor yoksa biz yetişkinler mi ne dersiniz?
ALİ ALTAYLI