Bu hafta görüştüğüm birkaç kişiden dinlediklerim, yaratılmışın en seçkini olan biz insanların ne kadar da aciz, yarım ve eksik olduğumuzu gösterir nitelikteydi. Aslında insan, bazen öyle bir çıkmaza giriyordu ki, çok büyük imtihanlarla karşı karşıya kalıyordu ki, ne aldığı eğitimle iyi işleyen aklı, ne bulunduğu yüksek makamı, ne maddi imkânlarının genişliği, ona değer veren yakınlarının çokluğu o kişiyi o durumdan kurtarmaya yetmeyebiliyordu.
Büyük, dayanılması güç imtihanlar karşısında kalan biz insanların önünde iki yol vardı:
Birincisi:
Sabır, tahammül, tevekkül, iman, inanç, dua ve çözüm yollarını aktif bir şekilde arama gücüyle hayata tutunmaya çalışmak. Rabbimizin bize bir çıkış yolu sunacağına canı gönülden inanmak.
İkincisi:
İsyan, şikâyet ve istenmeyen alışkanlıklara yönelmekle zayıf bir şekilde hayata tutunmaya çalışmak. Bunların da ötesinde kendi canına kıymak, intihar eylemine girişmek.
Peki, her şeye yeten, tam ve muktedir olan kimdir?
Bizi yoktan var eden, bizi bizden daha iyi tanıyan, gece gündüzü kışı yazı ve bin bir türlü nimetleri veren, her zor durumda bir çıkış yolu veren Rabbimiz değil midir?
Hz. Yunus (as) balığın karnından kurtaran, Hz. Eyüp (as) şifa veren, Hz. Yusuf’u kuyudan, zindandan çıkaran, Hz Musa’ya Kızıldeniz’i yaran Ashab-ı Kehf’i zalim hükümdarın şerrinden koruyup belirli süre uyutan Rabbimiz değil midir?
Zalim bir devlet tarafından çoluk çocuk demeden evlerinden edilen, kış ortasında bir kap çorbaya muhtaç edilen Filistinlilerin imtihanı bizden çok mu küçük?
Bizim imtihanlarımız onların imtihanından çok mu büyük?
Hz. Mevlana, aslında herkesin bu dünyada bir imtihan içinde olduğuna söyler:
“İmtihan içinde imtihan vardır. Derlen toparlan da ufak bir imtihanda satma kendini.”
Yarım, eksik ve çok aciz olan biz insanlar; tam, muktedir ve dünyayı bir tespih gibi kolay bir şekilde çeviren Rabbimiz’e hakkıyla iman ettiğimiz zaman, dayanak ve yardım noktası olarak bildiğimiz zaman güçleniyor, acizliğimiz içinde şahlanıyoruz.
Üstat Bediüzzaman Said Nursi’nin tespitleri üzerinde düşünmek gerekir:
“Elindeki ihtiyar bir kıl kadardır ve iktidarın bir zerre kadardır. Ve hayatın söndü, ancak bir şûle kaldı. Ömrün geçti, şuurun söndü, bir lem’a kaldı. Şöhretin gitti, ancak bir an kaldı. Zamanın geçti; kabirden başka mekânın var mı? Bîçare! Aczine ve fakrına bir had var mı? Emellerin nihâyetsizdir, ecelin yakındır. Evet, böyle acz ve fakrınla iktidar ve ihtiyardan hâli bir insanın ne olacak hali? Hazâin-i rahmet sahibi Hâlık-ı Rahmânü’r-Rahîme, böyle bir acz ile itimad etmek lâzımdır. O’dur herkese nokta-i istinad. O’dur her zaife cihet-i istimdat.”
“İman hem nurdur, hem kuvvettir. Evet, hakikî imanı elde eden adam, kâinata meydan okuyabilir ve imanın kuvvetine göre, hâdisatın tazyikatından kurtulabilir. ”Tevekkeltü alellah” der, sefine-i hayatta kemâl-i emniyetle hâdisatın dağlarvârî dalgaları içinde seyran eder. Bütün ağırlıklarını Kadîr-i Mutlak’ın yed-i kudretine emanet eder, rahatla dünyadan geçer, berzahta istirahat eder, sonra saadet-i ebediyeye girmek için Cennete uçabilir. Yoksa tevekkül etmezse, dünyanın ağırlıkları uçmasına değil, belki esfel-i sâfilîne çeker.”
“Demek, iman tevhidi, tevhid teslimi, teslim tevekkülü, tevekkül saadet-i dâreyni iktiza eder.”
Ünlü fizikçi Arşimet:
“Bana bir dayanak noktası verin, dünyayı yerinden oynatayım.” diyor.
Biz inananların en büyük dayanak noktası Rabbimiz’dir.
Mehmet Akif Ersoy da yine imanla insanın değer kazandığına dikkat çeker:
İmandır o cevher ki, İlâhî ne büyüktür!
İmansız olan paslı yürek sînede yüktür!”
Dünyaya gelen her insan “imtihan” gerçeğiyle karşı karşıyadır. Bu imtihanlar bu dünyada bize bir şeyler öğretir, bizi olgunlaştırır, tatlılaştırır, kibrimizi ve aşırı dünya sevgimizi zayıflatır. Diğer tarafta ise Rabbimiz (cc) cennet ve cemalullaha hazırlar hakkıyla imtihanı geçenleri.
Hasan-ı Basri imtihanların bizi “insan” ettiğini söyler:
“Eğer fakirlik, hastalık ve ölüm olmasaydı insanoğlunun kibirden başı eğilmez olurdu.”
Haberleri dinlerken spikerin söyledikleri, bir anda dikkatimi o konu üzerine çekti:
“Denizli’de acil serviste damar yolu açtıran Pamukkale Üniversitesi’nde görevli doktor, kendisine ilaç enjekte ettikten sonra aracında ölü olarak bulundu. Kendisini 1-2 saat sonra öldürecek dozda ilacı enjekte eden doktorun, kente hâkim bir noktaya giderek ölmeyi beklediği öğrenildi. Doktorun kumar sorunu olduğu iddia edildi.”
Batı toplumlarında daha çok görülmekle beraber ülkemizde de intihar vakaları görülmeye başladı.
Bunun sosyolojik nedenleri geniş çapta araştırılmalıdır. Özellikle gençler, anne babalarını gözü yaşlı bırakarak bu dünyadan göçüp gitmektedirler.
Dua ve ibadette ısrar ederek başımıza gelen, bizi zorlayan, zihnimizi ve gönlümüzü yoran durumlardan kurtulmaya çalışmaktır.
Manevi korunma yöntemleri, aile desteği, sınırları aşmamak, temiz çevre ve alışkanlık, derdimizi gizlemeden çözüm sunabilecek mercilere anlatabilmek bize çözüm yolu sunar.
Rabbimiz (cc) hepimizin dünya imtihanını kolay eylesin ve hakkıyla imtihandan başarılı çıkanlardan eylesin. İntihar sebebiyle hayatını kaybedenlerin yakınlarına dayanma gücü versin. Yar ve yardımcıları olsun.
ALİ ALTAYLI