Bir insanın kalbi durursa ölür ve toprağın altında artık o insan, gözümüze görünmez olur. Peki, bir insan yaşadığı, nefes alıp verdiği halde kısmen de olsa nasıl ölür?
Kitap okuma alışkanlığı fakiri ve ömründe okuduğu kitap sayısı çok az olan kendini, kâinatı, diğer insanları, dünyanın gidişatını doğru okuyamayan bir insan kısmen de olsa ölür. Yaşarmış gibi hayata dokunmadan gerçek özgürlüğü keşfetmeden ömür sermayesini heder eder. Bir insanın konuştukları kitabi ve tecrübeye dayalı değil de zenginlikten gelen gurur, nefsani ve şişkin benliğe dayanıyorsa muhatabında etki uyandırmaz. Okuyan, samimi, ihlaslı ve az çok derdi, davası olan bir insanın konuşması karşı tarafta hissedilir ve benimsenir.
İçinde oturduğumuz evleri üçe ayırabiliriz:
Et, kemik ve kandan oluşan vücudumuz, küçük evimiz.
Taş, tuğla, çimento ve demirden oluşan evlerimiz, büyük evimiz.
İçinde yaşadığımız dünya ise en büyük evimiz.
Yukarıda sıraladığımız küçük, büyük ve en büyük evimizin kalbinin durmaması için elde ettiğimiz birden çok alışkanlıkların içinde en önemlisinin kitap okuma alışkanlığının olmasıdır.
Bir insanın kendisine, sevdiklerine, ülkesinin değerli insanlarına yapabileceği en büyük kötülük, alışkanlıklarının kitap okuma alışkanlığına hiç uğramamasıdır.
Şahsi olarak günlük az da olsa okuduğumuz bir kitap var mı?
Ailecek belirlediğimiz bir kitap okuma saatimiz var mı?
Akşam yemeğinden sonra biz anne babalar, çocuklara da örnek olsun diye elimize kitap, dergi alıyor muyuz?
Elimizden telefon düşmüyorsa çocuklar! Kitap okuyun, büyük adam olun, demeye hakkımız var mı?
Bir anne baba çocuklar ders çalışırken kitap okurken ekranlara kendilerini verirlerse gözlerini ve gönüllerini kirletirlerse çocuklara ne verebilirler?
Kitap okumayan bir insan, çiçek açamaz.
Kitap okunmayan evlerde yetişen çocuklar, çiçek açamaz.
Kitap okunmayan evler, her mevsim soğuktur.
Kitapsız dünyada gözyaşı, kin, intikam, savaş vardır.
Bütün kitaplar, bir kitaba çıkar. İlahi olan, insan eli değmemiş; dünyaya huzur, güven, adalet, kardeşlik, düzen veren kitabımız: Kur’an-ı Kerim. Hakkıyla okuyup anlayıp ihlaslı bir şekilde yaşadığımız zaman dünyaya ilkbahar gelecek.
İlahi kitabımızı iyi anlayan, aynı zamanda bir hafız olan Mehmet Akif Ersoy, bugünkü biz inananların içler acısı durumunu ne güzel anlatmış:
İbret alınmaz her gün okuruz ezbere de;
Bir ibret aranmaz mı ayetlerde?
Ya okur geçeriz bir ölünün toprağına
Ya açar bakarız nazm-ı celilin yaprağına
İnmemiştir hele Kur’an bunu hakkıyla bilin
Ne teze mezara okunmak, ne fal bakmak için
İnmemiştir hele Kur’an bunu hakkıyla bilin
Ne duvarlara asılmak, ne el sürülmemek için
İnmemiştir hele Kur’an bunu hakkıyla bilin
Ne tezhip, ne sülüs, ne hat yazmak için
İnmemiştir hele Kur’an bunu hakkıyla bilin
Ne tapınak, ne nutuk, ne vaaz dini için
İnmemiştir hele Kur’an bunu hakkıyla bilin
Ne meslek kaygıları ne kariyer hesapları için
İnmemiştir hele Kur’an bunu hakkıyla bilin
Ne erkeği yüceltmek, ne kadını aşağılamak için
Ne Araba paye vermek, ne Acemi hor görmek için
Cemil Meriç, otuz sekiz yaşında gözlerini kaybetmesine rağmen kitaplardan vazgeçmemiştir. Neredeyse bütün eserlerini, âmâ olduktan sonra kaleme almıştır.
Üstat Necip Fazıl, Cemil Meriç hakkında şöyle der:
“Dış gözlerini Cenab-ı Hakk’ın iç dünyayı daha iyi görsün diye aldığı insan.”
Salih Birsel, Cemil Meriç’i şöyle anlatmıştır:
“Gece gündüz okurdu. Bu yüzden gözlerinin gücünü her geçen gün biraz daha yitirdi. Ne var ki o buna hiç aldırmazdı. Odasından masanın üzerine sandalyesini koyar, kendisi de sandalyeye çıkar ve kitabını ampule 30 cm uzaklıkta okurdu. Bunu elektrik ampulünü aşağı kadar iletecek parası olmadığı için yapardı. Parasız oluşunun sebebi eline geçen parayı kitaplara yatırmış olmasıydı.”
Kızı Ümit Meriç, babasının kitaplara duyduğu aşkı, şevki şöyle anlatır:
“Babam kör olduktan sonra akşamları bizi kütüphanesinden çıkarırdı. Elleriyle kütüphaneden bir kitabı bulur, onu çeker ve kitabı açarak ‘ben neye bunları okuyamıyorum diye’ hüngür hüngür ağlardı. Öyle ki, ben hıçkırık seslerini duyardım.”
Kitabı da kitap okumanın önemini de kitaplarla ömrünü geçiren, bir aşkın kitap sevdalısı, gözlerini zamansız kaybeden, gözlerini kaybettikten sonra da kitaplardan asla vazgeçmeyen Cemil Meriç’ten dinleyelim:
“Gözlerime yeniden sahip olayım, günde yedi zeytin tanesiyle ömrümün sonuna kadar kütüphanemde okuyayım.”
*
“Kitap bir limandı benim için. Kitaplarda yaşadım. Ve kitaptaki insanları sokaktakilerden daha çok sevdim Kitap benim has bahçemdi. Hayat yolculuğumun sınır taşları kitaplardı. Bir kanat darbesiyle Olemp, bir kanat darbesiyle Himalaya. Ayrı bir dil konuşuyordum çağdaşlarımla. Gurbetteydim. Benim vatanım Don Kişot’un İspanyasıydı, Emma Bovari’ nin yaşadığı şehir. Sonra Balzac çıktı karşıma, Balzac’da bütün bir asrı yaşadım. Zaman zaman Votren oldum, Rastinyak oldum. Dört bin kahramanda, dört bin kere yaşamak.”
*
“Önünde birçok yollar var. Politika bunlardan biri. Belki en aldatıcısı olduğu için en câzibi. Mutlak’ın ve sonsuzun rüyası. Mukaddes bir abes. Bana sorarsan kütüphanene dön, yani kitap ol, aydınlan ve aydınlat.”
*
“Aydınların aydınlatılmadığı halkı, soytarılar aldatır.”
*
Kitaptan değil, kitapsızlıktan korkmalıyız.
*
Kitap, istikbale yollanan mektup. Smokin giyen heyecan, mumyalanan tefekkür.
*
Meçhule açılan bir kapıdır kitap. Meçhule, yani masala, esrara, sonsuza.
*
“Aydın olmak için önce insan olmak lâzim. İnsan mukaddesi olandır. İnsan hırlaşmaz, konuşur, maruz kalmaz, seçer. Aydın kendi kafasıyla düşünen, kendi gönlüyle hisseden kişi. Aydını yapan; ‘uyanık bir şuur, tetikte bir dikkat ve hakikatin bütününü kucaklamaya çalışan bir tecessus.”
*
“Kitap, zekâyı kibarlaştırır.”
*
“İrfan, kemale açılan kapı, amelle taçlanan ilim.”
*
“Semavî kitapların emri: “öldürmeyeceksin”. Hristiyan Avrupa, en sefil çıkarları için dünyanın bütün Mandarenlerini öldürdü ve öldürmeye hazır. Goethe: “Ya örs olacaksın ya çekiç” diyor. Şark, Sadi’den Gandhi’ye kadar aksi kanaatte: “Yemin ederim ki, dünyanın bütün toprakları bir tek insanın kanını akıtmaya değmez.” Kim haklı?”
*
“Kamus, bir milletin hafızası, yani kendisi; heyecanıyla, hassasiyetiyle, şuuruyla.”
ALİ ALTAYLI