Eşimle yeni, bir önceki taşındığımız evde bir akşamüzeri aşağı kattan sesler yükselmeye başladı. Ev duvarlarını aşan yüksek sesler, yakın diğer ev odalarında yankılanmaya başlamıştı. Bu normal bir tartışmaya benzemiyordu. Her ailenin başına gelebilecek bu durum karşısında eşimle ne yapabiliriz, diye birbirimizin gözüne baktık.
Eşim, karı koca arasına girilmez, aşağı inmeyelim demesine aldırmadan kendisini de ikna ettim ve aşağı kata beraber indik. Zili çalar çalmaz bir anda kulağımıza gelen sesler kesilmeye başladı. Kapıyı on, on iki yaşlarında bir erkek çocuk açtı. O çocuğun gözlerindeki endişeyi, hüznü yıllar geçmesine rağmen hâlâ unutamadım. Bir müddet sonra babası geldi. İçeri girmeden kapı girişinde kendimizi tanıttık. Bu apartmana yeni taşınan üst kattaki komşunuz, olduğumuzu belirttik. Size nasıl yardımcı olabiliriz, diye sorduk. Beyefendi bizi içeri aldı. Derin bir sessizlik salonu kapladı.
Henüz akşam yemeği yemediğimizi, beraber bizim evde yemek yiyerek çay eşliğinde tanışabileceğimi söyledim. Yukarı kata önce hanım ve bizden yaşça büyük olan diğer hanımefendi çıktı. Yanlarına küçük çocuğu da aldılar. Biz de beyefendi ile on dakika sonra arkalarından eve çıktık. Yemek yedik, çaylarımızı yudumlarken tanıştık. Yeni tanıştığımız için tartışma, kavga sebeplerini soramazdık; ama o gün belki de çok uzayabilecek olan bir tartışmanın önüne geçebilmiştik. En çok da evin hanımıyla küçük çocukları bu muhabbetten, tanışmadan memnun oldular.
Ne yazık ki, ülkemizde aile içi çatışmaların ardı arkası kesilmiyor. Ufak bir meseleden ortaya çıkan sorunlar, zamanında müdahale edilerek uygun çözüm yolları bulunamadığı için aileler dağılıyor, çocukların endişeli bakışları artıyor, gelecekleri kararıyor.
Sevginin bir anda nefret ve öfkeye dönüşmesi yuvaları yıkıyor, stresle geçen günlere zemin hazırlıyor.
Belki de evli olup da tartışmayan, kavga etmeyen aile sayısı çok azdır. Eşlerin anlaşamadığı birçok konu olabilir, bu aslında olağan bir şeydir. Önemli olan konuşarak saygı sınırları içerisinde çözüm yolu bulmaktır. Eşler bu noktada başarılı olamazlarsa danışmanlar ve çözüm sunacaklarına inandıkları aile büyüklerinin hâkimliğine başvurmalıdırlar. Bunu söylemek ve yazmak kolay zor olan ise eyleme geçirilmesidir.
Belediyelerin kurduğu ekmek satış kabinleri gibi “aile sorun çözüm büroları” kurulmalı her mahalleye, köye, her yere. Yoksa küçük büyük sorunlarda tıkanan ailelerin feryatları bizi yaralayacak, toplumsal birliği giderecek, mahkeme salonlarını tıka basa dolduracak, ekran ötesinde yerini bulacaktır.
Biz eşler sorunlarımızı çoğu zaman konuşarak çözemeyebiliyoruz. Sorunlarımıza çözüm bulabilecek başka kişilere ihtiyaç duyabiliyoruz. Derdimizi anlatabileceğimiz bize uygun çözüm yolları gösterecek, devlet destekli, ücretsiz ailelerin hemen ulaşabileceği her mahalleye acilen kurulmalı bu bürolar.
Diğer bir hususta komşular ve aile büyüklerinin çözüm odaklı, iyi niyetle, Allah’tan korkarak ve onun rızasını kazanmak için ailelere yardımcı olmada cesur, gayretli, fedakâr olması gerçeğidir. Aile meselesidir, biz karışmayız diyen yaklaşım, nasıl yıktıysa öyle yapsın diyen yaklaşım, kızım bakamadıysa biz sana bakarız, diyen yaklaşım, karşı tarafa kullanılan yıkıcı bir dil ve üslup eşleri zora sokmakta, sorunların altında ezmektedir.
Öldürmenin, yaralamanın, her türlü şiddetin karşısında olduğumu her yazımda belirmişimdir. Ama bu sürece bu kişi nasıl geldi, diyen var mı? Bir süredir sıkıntılı olan bu aileye maddi hadi geç manevi yardımda bulunup, onları adam yerine koyup dinleyen oldu mu? Televizyonda spikerlerin yine aile faciası diyerek söze başladığı eşlere hakkıyla kim yardım etti, çözüme yönelik kimler hakkıyla elini taşın altına koydu?
Bireyselleşen bizler yalnızlaştık ve sorunları tek omuzlamak zorunda kaldık. Sorunlar çok büyük olunca bizi anlayan insanlar yok denecek kadar az olunca da hem kendimizi hem çevremizi zora soktuk.
Zira sözün bittiği, destek ve yardımın bittiği, sabrın, sevgi ve saygının bittiği, anlayış ve hoşgörünün bittiği yerde insanın geleceğe dair umudu da bitebiliyor.
Umudu ve hayalleri çalınan insan ise canlı bir bombaya dönüşebiliyor.
Toplumsal destek, devlet desteği ailelere can suyu olmalı, çocuklar huzurlu bir ailede yetişmelidir.
Çocukların huzurlu olmadığı bir toplumda huzurlu insana rastlamak çok zor olur. Eğer bir ailede, anne ve baba gülmüyorsa çocuk gülemez. Çocuğun gülmediği bütün mevsimler hep kıştır. Çocuğun gözyaşından ise önce çok yakınlar, sonra da herkes sorumludur.
ALİ ALTAYLI