Sabah esnaf bir komşum geldi. Ayaküstü biraz konuşma fırsatımız oldu. Komşum gittikten sonra hayatın mahiyetini, yaşamanın maliyetini sorgulamaya başladım. Dünyada hemen hemen her şeyin bir bedelinin olduğunu, yaşamanın da bir bedelinin, maliyetinin olduğunu düşünmeye başladım.
Bana birisi yaşamak, hayat nedir diye bir soru sorsa hayat sözcüğünü tanımlamamı istese şöyle tanımlardım:
Hayat, biraz neşe biraz gamla yoğrulmuş bir hamurdur.
Peki, yaşamsal gıda olan bir ekmeğin ortaya çıkması için ne lazım?
Un, su, tuz, maya, fırın vb.
Biz insanların toplamı da gam, neşe, kan, kemik, et ve düşüncedir.
Dünyaya gelmiş her sağlıklı insanda akıl-kalp, iki göz, iki kulak, iki el, iki ayak vb. bulunur.
Bu ikililer biz insanlarda nasıl vazgeçilmezse şu iki unsur da biz insanlar için vazgeçilmezdir; gölgemiz gibi bizleri takip eder, adeta yedek organlarımız gibidir, bizle yatar bizle kalkar.
Birincisi:
Stres, üzüntü.
Eski Türkçede gam, gussa, mihnet, elem, yeis, efkâr, hasret, hicran, keder, tasa vb.
İkincisi:
Neşe, mutluluk.
Peki, kısa olan şu dünya hayatında bizi onaran, adam eden, taşkınlıktan, azgınlıktan, narsistlikten, “var mı benim gibi şımarıklığından” koruyan nedir?
Bizden uzak olmasını istediğimiz, çoğumuzun gönül rahatlığıyla içsel tatminle kabul edemeyeceğimiz dertler, tasalar, sıkıntılar.
Hangimiz müşteri olur ki?
Keder ve üzüntüye.
Hemen hemen hepimizin amacı stressiz günler, haftalar, aylar, yıllar geçirmek son nefese kadar mutluluk, huzur, dinginlik denizinde yüzerek sahile ulaşmaktır.
Peki, bu dünyaya gelip de mutluluk, huzur, neşe, dinginlik denizinde yüzerek fırtınaya, tayfuna, kasırgaya yakalanmadan sahile çıkan kaç kişi vardır sizce?
Gelin bu konuyu şairlerimize soralım, nasıl cevap veriyorlar beraber anlamaya çalışalım:
Ziya Paşa’ nın önerisi mutluluk istiyorsak dünyaya gelmemiz yönündedir:
Âsûde olam dersen eğer gelme bu cihana,
Meydana düşen kurtulamaz seng-i kazadan.
(Eğer rahat ve huzur içinde olayım dersen, bu dünyaya gelme, çünkü buraya gelen, bu dünya meydanına düşen kimse, belâlardan, musibetlerden kurtulamaz.)
Necâtî ise gamsız insanı temsilde hata olmasın benzinsiz arabaya benzetir, gamsız insanın insan olamayacağını söyler:
Cihânda âdem olan bî-gam olmaz
Anın içün bî-gam olan âdem olmaz.
(Âdem olan bu dünyada gamsız, kedersiz olmaz. Onun için; gamsız olan ise insan olamaz! İnsan olanda gam, keder eksik olmaz.)
Dert ve ıstırap şairi Fuzûlî ise dertlerinin çokluğunu bir ayete telmihle somutlaştırmaya çalışır:
Bu gamlar kim benim vardır bâirin başına koysan
Çıkar kâfir cehennemden güler ehl-i azap oynar
(Benim öyle dertlerim var ki, bu dertleri bir devenin sırtına koysanız kâfirler cehennemden çıkar; azap ehli de gülüp oynamaya başlar.)
“Kur’an-ı Kerim’e baktığımızda şu âyet çıkıyor karşımıza: “Âyetlerimizi yalanlayanlar ve o âyetlere uymayı kibirlerine yediremeyenler var ya, onlara göklerin kapıları açılmaz. Onlar, deve iğne deliğinden geçinceye kadar cennete de giremezler! Biz suçluları işte böyle cezalandırırız.” (7/A’râf, 40.) Âyette, devenin iğne deliğinden geçmesi nasıl imkânsız ise inkârcılara göğün kapılarının açılması ve cennete ulaşmaları da öylece imkânsızdır, ifadesine yer veriliyor. Böylece devenin iğne deliğinden geçmesi nasıl imkânsız bir şey ise inkâr edenlerin, kâfirlerin cennete girmesi de o kadar imkân dışı olduğunu anlıyoruz. Fuzûlî, burada elbette okuyucusuna dinî bir tebliğde bulunmuyor ama üzerindeki çilenin yoğunluğunu ifade etmek için söz oyununa başvuruyor. Benim çilelerim devenin sırtına yüklense deve o kadar zayıflar ki adeta ipliğe döner ve iğne deliğinden geçer, diyor. Deve iğne deliğinden geçerse Kur’an’daki âyet gereği imkânsız olan da gerçekleşir yani kâfir cehennemden çıkar, cennete girme hevesiyle azap ehli de sevincinden güler, oynar.”
Osman Nevres ise dertlerimi açıklasam dünya yangın yerine döner diyor:
“Eylesem ağlayarak âh ile eflâk yanar
Su yanar, nâr yanar, bâd yanar, hâk yanar.”
(Dertlerimin çokluğundan dolayı bir âh çeksem dünya kül olur. Su, ateş, rüzgar, toprak yanar.)
Gelibolulu Mustafa Ali ise her dertlinin üstünde daha büyük derdi olanların olabileceğini söyler:
Neşve tahsil ettiğin sagar da senden gamlıdır
Bir dokun bin âh işit kase-i fağfurdan”
(Neşe aradığın o kadeh, aslında senden daha dertlidir. Bir dokun bin âh işitirsin o zarif kâseden.)
Peki, madem dünya insanının üzüntü, stres, gam, keder hastalığından kurtuluş çaresi yok, az çok derecesine göre her bir bireye dünyaya gelmenin bir maliyeti, bedeli olacak.
Bizden uzak olmasını istediğimiz musibetler, cennet için önceden ödenmiş bir bedeldir. Zira başından bela eksik olmayan insanlar şımaramaz, azgınlaşamaz, benlik ve gurur dağında dolaşamaz, gerçek sahibini ve ölümün ensesinde olduğunu unutamaz.
O zaman bu hastalığın ilacı yok mu dersiniz?
Risale-i Nur eczanesinden aldığımız şu dört ilacı kullanabiliriz:
“Dua ve tevekkül, meyelan-ı hayra büyük bir kuvvet verdiği gibi; istiğfar ve tövbe dahi, meyelan-ı şerri keser, tecavüzatını kırar.”
dua
tevekkül
istiğfar
tövbe
ALİ ALTAYLI