Dünyada yaşayan canlılar denince aklımıza insanlar, hayvanlar ve bitkiler geliyor. Hepimizin bildiği gibi hayvanlar ve bitkilerin ahlak ve değer yargıları yoktur. Canlıların en seçilmişi, arzın halifesi olan biz insanların ise belirli bir ahlak ve değer yargıları vardır. Dünyada yaşayan her toplumun kendine göre ananeleri ve değer yargıları vardır. Biz Müslümanlar ise ahlak ve değer yargılarımızı Kur’an ve sünnetten alıyoruz.
Batı medeniyeti kuru akıldan, felsefeden; İslam medeniyeti vahiyden, Kur’an ve sünnetten beslenir. Aklı vahiyle barıştırır, aklı dışlamaz. Vahyi, aklın ve nefsin önüne geçirir, aşırılıkları dizginler, bağlar. Kaliteli, olgun, temiz, aklı, ruhu ve kalbi özgür bir insan modeli ortaya çıkarmayı amaçlar. Batı medeniyeti felsefe gözlüğüyle hayata bakar aklı ve nefsani arzuları, haz ve ayartıyı öne çıkarır; adeta hazlarını ilahlaştırır, ona tapar derecesine gelir.
Bediüzzaman Said Nursi, Felsefeden beslenen Batı medeniyetinin yetiştirdiği insan ile Kuran ve sünnetten beslenen İslam medeniyetinin yetiştirdiği insan arasındaki büyük farkları ortaya koyar, toplumlarının bakış açılarının farklılığına değinir:
“Evet, felsefenin hakiki bir öğrencisi, kibriyle adeta bir firavundur. Fakat menfaati için en değersiz şeye tapan zelil bir firavundur. Her menfaatli şeyi kendine “Rab” tanır. Hem o dinsiz talebe, hakka karşı inatla direnir, fakat bir lezzet için pek çok zilleti kabul eden miskin bir inatçıdır. Basit bir menfaat için Şeytan gibi şahısların, ayağını öpecek kadar zillete düşen alçak bir inatçıdır. Hem o dinsiz talebe, cebbar ve gururludur. Fakat kalbinde dayanacağı manevî bir kuvvet bulunmadığı için gayet âciz cebbar bir riyâkârdır. Hem o talebe, menfaatperest ve kendi menfaatini düşünen biridir ki; bütün gaye ve hedefi, nefsânî arzularını tatmin etmektir. Bunu temin etmek için, şahsî menfaatlerini bazı millî menfaatler içinde arayan hileci, bencil bir kimsedir.
Fakat Kur’anın hikmetiyle yetişen hâlis bir talebe ise; Allah’a gerçek bir kuldur. Fakat en büyük mahlûkata da ibadete tenezzül etmez. Hem cennet gibi en büyük bir menfaati, Allah için olan ibadetine gaye olarak kabul etmeyen şerefi yüksek bir kuldur. Hem onun hakikî talebesi mütevazı, halim selim ve yumuşak huyludur. Fakat yaratıcısından başka, onun izni dışında alçalmaya asla tenezzül etmez. Hem Allah’a karşı fakirlik ve zayıflığını bilir. Fakat onun kerem sahibi Rabbi’nin, ona hazırladığı ahretteki servetiyle zengindir ve başkalarına karşı müstağnidir. Efendisinin nihayetsiz kudretine dayandığı için güçlüdür. Hem yalnız Allah rızası için, fazilet için amel eder, çalışır.”
“Felsefe hikmeti, toplum hayatında dayanak noktası olarak “kuvveti” kabul eder. Kur’an’ın hikmeti ise, dayanak noktası olarak “hakk”ı kabul eder.
Felsefenin hedefi, “menfaat”tir. Kur’an’ın hedefi ise, “fazilet ve rıza-yı İlahî”dir.
Felsefenin hayat düsturu “cidal”dir. Kur’an ise hayatta, “yardımlaşma düsturu”nu esas tutar.
Felsefe toplumdaki cemaatleri birbirine bağlamak için, “ırkçılık ve menfî milliyeti” esas yapar. Kur’an ise insanları birbirine “din ve vatan” bağları ile bağlar.
Felsefenin Gayesi, “nefsanî arzuları tatmin ve insanın ihtiyaçlarını artırmaktır. Kur’an gayesi ise nefsanî arzuların taşkınlıklarına set çekip, ruhu yüksek ahlaklara yönlendirmek, insanı hakiki insan etmektir.”
“Kuvvetin gereği, tecavüzdür. Hakkın gereği, ittifaktır.
Menfaatin gereği her arzuya kâfi gelmediğinden üstünde boğuşmaktır. Faziletin gereği dayanışmadır.
Cidal düsturunun gereği çarpışmaktır. Yardımlaşma düsturunun gereği, birbirinin imdadına koşmaktır.
Irkçılığın gereği başkasını yutmakla beslenmek olduğundan tecavüzdür. Dinin gereği kardeşliktir, birliktir.
Nefsi gemleyip bağlamak ve ruhu serbest bırakmanın neticesi ise, iki dünyada saadete kavuşmaktır.”
İslam medeniyetinin ortaya çıkardığı insan modeli, sahabe nesli gibi hakkıyla ilahi kelamı ve sünnet-i seniyeyi hayatına hayat kıldığı zaman dünyaya huzur gelecek ve her türlü sapıklık, aşırılık, adaletsizlik, zulüm son bulacaktır.
Daha önce de bir başka yazımda değindiğim Yusuf Kaplan’ın köşe yazısından alıntıladığım şu ifadeler Batı medeniyetinden dünyaya yayılan şu acı gerçeklerle bizi buluşturur:
“…
“Yeni bir türedi din türedi: “Cinsellik” dini. Cinsellik dininin tanrısı beden, takıntısı ve tapıntısı ise hız ve haz peşinde koşturmak.
Modernitenin haklar rejimi demokrasi, dijital uygarlık ve sanal gerçeklikle birlikte çoktan tarihe karıştı; hız ve hazlar rejimi dromokrasi, bütün dünyanın tek rejimi katına ulaştı.
“Cinsellik dini”, çıplaklık kültüründen beslenen, bütün bir hayatı, kültürü, medyayı, müzik, film, reklam endüstrisini, genç kuşakların dünyalarını kuşatan, belirleyen, yönlendiren tek “din” artık: Her şeyin merkezinde hız ve haz var artık. “Her şey mübah” (anything goes) artık.
Cinselliğin kontrolden çıkması, insanın cinsellik tarafından kontrol edilmesine, kolonize edilmesine ve güdülmesine yol açıyor.
Daha da ürpertici nokta şu burada: Cinselliğin kutsanması, insanın hakikî kutsal fikrini yitirmesine, “cinsellik dini”nin yegâne varoluş biçimi ayartı ise insanın idrak yetilerini bitirmesine neden oluyor sadece.
Cinselliğin putlaştırılması, son kertede, cinselliği de, cinsiyeti de bitirdi. Cinsellik, hak arayışından çıkıp salt haz arayışına dönüşünce, cinsiyet dengesi bozuldu; er-dişi olarak adlandırdığım türedi bir tür zuhûr etti.”
…
“Kadın haklarının geldiği noktada, bedenin ve cinselliğin kutsanması, her şeyin cinsellik etrafında şekillendirilmesi, bunun eşcinsel sapkınlık biçimlerine dönüşmesi hız ve hazdan başka bir kaygısı olmayan insan altı insan türünü doğurması, insanlığın sonunu getirebilir.”
Tüketimi arttırmak ve ahlaksızlığı dünyaya yaymak için belirlenen “Sevgililer Günü” diğer günler gibi İslam toplumunda da rağbet görmeye başladı. Nefsi gemleyip bağlamanın zorlaştığı günümüzde bu gibi günlerle gençlerimiz zorlanmakta, aileler zor duruma düşmektedir. Eşler arasında çatışmalara bir yenisi daha eklenebiliyor, hediye krizi.
Madem beni seviyorsun ne diye hediye almadın?
Hediye aldın madem, daha iyisini alsaydın, benim değerim bu kadarlık mı?
Ben sana hediye aldım, hani senin hediyen?
Haberin var mı Aylin’e kocası ne almış, senin ondan neyin eksik?
Sen bugünü nasıl unutursun, bu gece gözüm seni görmesin?
Beni mi çok seviyorsun anneni mi, anneler gününde annene daha kaliteli hediye almıştın?
Bari bana aldın çocuklara da bir şeyler alsaydın?
ALİ ALTAYLI
NOT: Bediüzzaman’dan aldığımız alıntılamanın orijinalini Mesnevi-i Nuriye adlı eserde bulabilirsiniz. Yazı aceleye geldiği için bu şekilde gelişti.