Dünyaya gelen her insan bir koltuğa sevdalanır. Bu sevda için bir ömür verir. Kimilerinin sevdalandığı koltuk onlara dünya ve sonsuzlukta mutluluk verir, kimileri ise boşa kürek çekmiş olur. Kiminin koltuğu ilim, keşif, icat, merak; kiminin koltuğu mal mülk, eşya, kasa; kiminin koltuğu makam mevki, şan şöhret; kiminin koltuğu benlik, bencillik, ego, kibir; kiminin koltuğu hedonizm, haz, nefis; kiminin koltuğu tembellik ve cahilliktir.
Kimileri biricik koltuğuna oturur. Masada duran ajandalarına davam “ilim ve irfanla insanlığa hizmet etmek” yazar ve bu uğurda çalışmalar yapar, sağa sola sapmayarak son nefesini bu uğurda verir.
Kimileri biricik koltuğuna oturur. Masada duran ajandalarına amacım “zengin olmak, mal mülk çoğaltmak” yazar, mal mülk sevdasıyla ömrünü tamamlar.
Kimileri biricik “makam mevki, şan şöhret” koltuğuna oturur. Masada duran ajandalarına davam; siyasetle ülkeme, insanlığa hizmet etmek yazar, bir ömrü bu şekilde tamamlar.
Kimileri biricik “benlik, enaniyet, kibir” koltuğuna oturur. Masada duran ajandalarına büyüklükte, eşsizlikte biriciğim yazarlar ve bu şekilde kısa ömürlerini heba ederler.
Kimileri biricik “hedonizm, nefis, karşı cins ” koltuğuna oturur. Masada duran ajandalarına haz veren her şeyin arkasından koş, yoksa bırak, yazarlar ve bu şekilde hayvani isteklerini beslemekle ömürlerini tamamlarlar.
Kimileri de biricik tembellik ve cahillik koltuğuna oturur. Masada duran ajandalarına dünya çok kısa “çalışmaya ve eğitimli olmaya gerek yok” yazarlar ve bir ömrü çileli bir hayatla bu şekilde tamamlarlar.
Bu altı koltuğu açıklamaya çalışalım:
İLİM İRFAN KOLTUĞU:
Hiçbir koltuğun ilim öğrenme, öğretme, yaşama, yaşatma koltuğundan büyük ve yüce olmadığını hepimiz biliyoruz. Bir ömür kendimiz, sevdiklerimiz, ülkemiz ve insanlık için araştırmalar yaparak ilimde derinleşmek en büyük kazançtır. Kendisini yetiştirerek toplumun da güzelleşmesi için sayısız insan yetiştiren bir bilge ruhlu insan nasıl değerli olmaz?
Bu hususta Peygamber Efendimizin (s.a.v) şu hadisi bize yol gösterir:
“Ya âlim ol ya talebe ol ya dinleyenlerden ol yahut bunları sevenlerden ol, beşincisi olma helak olursun.”
Yine başka bir hadisinde:
“Âlimin ölümü, âlemin ölümüdür.” diyerek elde ettiği ilimle topluma ışık olan âlimlerin değerini belirtir.
Nâbî ise mısralarında ilmin öncelikli olması konusuna değinir:
Tahsil-i ilmin üstüne tercih eder mi nâs
Tahsil-i mal vasıta-i rîf’at olmasa
(Mal edinmek insanların nazarında itibar aracı olmasaydı, onlar para kazanmayı ilim öğrenmeye tercih ederler miydi?)
Şöyle bir düşünelim toplumumuzda itibar kaynağı olarak ne görülüyor?
Zenginlik mi?
Makam mevki mi?
Topçu popçu, sosyal medyada tanınmış olmak mı?
İlim irfan mı?
İmam Gazzâli ise ilmin önemi hakkında şöyle der:
“ Hiç şüphesiz ki ilim nurdur. Allah için ilim tahsil etmek ibadettir. İlmi aramak cihattır. Bilmeyene öğretmek sadakadır. İlmi müzakere etmek tesbihtir. Allah ancak ilimle bilinir ve Allah’a ancak ilimle ibadet edilir. Allah kavimlerini ilmiyle yüceltir ve diğer insanlardan üstün kılar. Millet ancak ilmiyle doğru yola erişebilir.”
Ne mutlu o insana ki, mârifetullah ilmini öğrenmiş, hayatında görünür kılmış benlik ve gösterişten uzak bir şekilde insanlığı aydınlatmış ve aydınlatması devam etmekte!
Ne mutlu yine o insana ki, bilimsel araştırmalar yapmış insanlığa katkı sunmuş ve katkısı devam etmekte!
Ne mutlu o insana ki, ilim irfan koltuğunu tercih etmiş ve diğer koltukları gözünde ve gönlünde küçültmüş ola!
MAL MÜLK İŞ-ÇALIŞMA KOLTUĞU:
Çalışmak, üretmek güzeldir. Kimseye muhtaç olmadan yaşamak kendi kendimize yetmek hatta başkalarının bir ihtiyacını da giderecek maddi imkâna sahip olmak iyidir. Çalışmayı ilahlaştırmadan amaçtan çıkarıp araç haline getirmek güzeldir.
İtibarı, değeri mal mülkte aramak çirkindir. Bir ömrü mal mülk biriktirmek toruna da mal mülk kalsın düşüncesiyle çalışmak çirkindir. Zenginliğin benliği şişirmesi, nefsi şımartması çirkindir. Hırsla daha çok daha çoklarla mal mülk peşinde koşmak çirkindir. Mal mülkü vereni unutmak ve Onun yolunda harcamamak çirkindir.
Kültürümüzde dengeli ve bilinçli çalışmak daima teşvik edilmiştir.
Mehmet Akif Ersoy çalışma hakkında şöyle der:
“Garp çalışıyor, göklere hâkim oluyor. Bir de şarka bakın: Tembel çalışmıyor, daima geri kalıyor.”
Bekâyı hak tanıyan, sa’yi(çalışma) bir vazife bilir;
Çalış çalış ki, bekâ(kalıcılık) sa’y olursa hak edilir.
Nobel ödüllü bilim adamımız Aziz Sancar da çalışma hakkında şöyle der:
“Bir şeyler söylemekle hiçbir şey olmuyor; çalışmak gerek. Sadece çok çalışarak başarı elde edebilirsiniz. Çabayla elde edilen başarıyı kimse inkâr edemez. İster Amerika ister Avrupa isterse de dünyanın herhangi bir yeri olsun. Kimse çalışkan insanın karşısında duramaz.”
Çalışmak, meslek sahibi olmak, bir işin ucundan devamlı tutmak, mal mülk sahibi olmak bizi güven verir, mutlu eder, geleceğimizi sağlıklı kılar. Peki, bu konuda yanlış olan ne? Geçindirmek zorunda kaldığımız ailemiz için çok çalışmayı abartmak; eğitime, öğrenmeye zaman ayırmamak, kendimize ve çevremize katkı sunmamaktır. Bizimle gelmeyecek olana çok yatırım yapmayı abartıp bizimle gelecek olanı gücendirmektir. Mal mülkü ilahlaştırarak amaç haline getirmektir. Parayı her şey olarak görerek git gide yalnızlaşmaktır. Mal mülk avcılığından kurtulamayarak araştırma, merak duygularını öldürmektir.
Hz. Ali mal ve ilim karşılaştırmasını şöyle yapar:
“İlim maldan hayırlıdır. İlim seni korur, sense malı korursun. Mal vermekle azalır, ilim öğretmekle çoğalır.”
Lâedri:
Mâl mülke mağrûr olma deme var mı ben gibi
Bir muhâlif rüzgâr eser savurur harman gibi
(Malım mülküm var diyerek gururlanma. Bir anda işler tersine gider rüzgârda savrulan harman gibi kaybolur, elinden gider.)
Ne mutlu o insana ki, çalışmayı sevdi ama ilmi çalışmayı daha çok severek dünyadan göçtü!
Ne mutlu o insana ki, karıncalar gibi hırsla mal mülk biriktirme koltuğuna talip olanlardan olmadı, dengeyi aşmadı, şaşmadı şaşırtmadı!
MAKAM MEVKİ KOLTUĞU:
Bu koltuğun talipleri de çoktur. Büyük sorumluluk alarak bir şirketi yönetmek, kurumu yönetmek, ilçeyi, ili, ülkeyi yönetmek zor iştir. Her babayiğit bu sorumluluğun altına girebilir mi? Çok sağlıklı olayım, çok huzurlu olayım, çok dürüst olayım, herkesin gönlünce olayım dingin ve rahat bir 24 saatim haftalarım, aylarım, yıllarım olsun diyen bir kişi bu büyük ve sorumluluğun altına girebilir mi?
Kimileri de bu koltuğa sevdalanır. Masalar kurar, masalar devirir. Devrilen masayı tekrar düzeltir, masanın çıkan ayaklarını tekrar sabitler. Oturur ister istemez masaya. Kısaca zor iştir koltuk sevdasına tutulmak. Kafa ağrısıdır, gönül darlığıdır. Kaygı ve endişenin bize hâkim olmasıdır.
Bu işleri çok iyi bilen Kanuni Sultan Süleyman ne güzel ifade etmiş:
Halk içinde mu’teber bir nesne yok devlet gibi
Olmaya devlet cihânda bir nefes sıhhat gibi
(Halkın gözünde devlet(iktidar) gibi değerli bir şey yok. Halbuki şu dünyada bir nefes sıhhat gibi devlet(güç) olamaz.)
Saltanat didükleri ancak cihân gavgasıdur
Olmaya baht u sa’âdet dünyede vahdet gibi
(Saltanat dedikleri sadece bir dünya kavgasıdır. Dünyada Allah’a yakınlık büyük saadet ve baht açıklığı olamaz.)
Son üç koltuğa ise aklı başında olan uzun süre oturmayı istemez. Bir koca ömrü bu üç koltuk sevdası için harcamaz.
Nefis, haz koltuğu
Var mı benim gibi benlik, kibir koltuğu
Tembellik, sen çalış ben yiyeyim; cahillik, sen bil, öğren ben bilmesem de olur, koltuğu.
Ali ALTAYLI