Toplumumuzda hemen hemen her bireyin hayatının belirli aşamasında söylediği bir söz vardır: “Bir
insanın kendi kendine ettiğini cümle âlem bir araya gelse edemez veya insanın en büyük düşmanı
yine kendisidir.” Bir insan dışarda kendine düşman ararken olmayan düşmanları zihninde çoğaltırken
nasıl oluyor da en büyük düşmanı kendisi oluyor. Bir insan bir ömür kendine zarar verir de hiç farkına
varmaz mı veya uyanma, farkındalık zamanı hiç gelmez mi?
Biz insanlar, farkına varmadan yavaş yavaş ördüğümüz karanlıklardan kurtulup kendi aydınlığımıza
doğru yol almaya başladığımızda yaşama dokunmaya, onu hissetmeye, özgürleşmeye başlıyoruz.
Yaratıcı, yaratılmış, kâinat ve eşyayla doğru iletişim kurmanın en önemli unsurunu da kendi
aydınlığımıza doğru yol almaya başladığımızda hissediyoruz. Kendi karanlıklarında günleri,
haftaları, ayları, yılları birbirine bağlayan bir insanın iletişim yönü sıkıntılı ve yorucudur. Hem
kendisiyle hem Yaratıcı hem insanlarla hem diğer canlılarla hem de eşyayla yerinde ve doğru
iletişim kuramaz.
Neşet Ertaş bir şarkısının nakaratında bu gerçeği şu şekilde kulaklarımızda yankılandırır:
Kendim ettim, kendim buldum.
Gül gibi sararıp soldum.
Eyvah, eyvah, eyy!
Yine Hz. Mevlana “Kendi Kendine” şiirinde de bu gerçeği mısralarına yansıtır:
Kişinin kendine ettiğini
Edemez kişiye hiçbir fani
Bu kahpe hırsı, ne kıskanç kini, ne şarap
Ne de haşhaş edemez…
Kişinin kendine ettiğini tayfun, boran
Dağ, taş edemez
Kişinin kendine ettiğini
Edemez kişiye hiçbir fani
Tutmazsa gerçek dost elini
Kendi kendiyle baş edemez
Kişinin kendine ettiğini
Sarhoş edemez, ayyaş edemez
Mezar soyan nebbaş edemez.
Peki, yukarıdaki sözlerden hareketle biz hangi yönden kendimize zarar veriyor, kendi zindanımızı
oluşturuyor ve gelecek günleri kendimize çekilmez kılıyoruz. Bir insan bile bile kendine zarar
vermek istemeyeceğini hepimiz biliriz. Hangi hatalı düşünme şekillerimiz, eylemlerimiz,
seçimlerimiz kısa dünya hayatını stresli, elemli, zorlu, yorucu olmasına neden oluyor? Gelin beraber
bugün bu konuda kafa yoralım.
Kendi karanlık dünyasını farkında olmadan yavaş yavaş ören, oluşturan bir insanın özelliklerini
yazmaya çalışalım:
- İnanç ve amaç yönüyle sınıfta kalan insanlardır. Güçlü bir inancı ve amacı beslemezler.
İnanç, amaç, hedef ve vizyon yönüyle sıkıntılı olan bu insanlar yavaş yavaş kendi
karanlıklarını örerler. - Beyinlerine kötü düşünce tohumları ekerler. Bu tohumlar onların dünyaya ve insanlara
bakışını zehirler. Korku, şüphe ve karamsarlığa neden olan bu tohumlar insanların yerinde
saymasına ve kendi karanlıklarını örmelerini kolaylaştırır. - Genellikle takıldıkları insanlar beyin ve özlerini geliştirmemiş, zaman ve para yönetimini
başaramamış, eğitime yatırım yapmayan insanlardır. Yanlış arkadaş seçiminde bulunan
birey, yavaş yavaş kendi zindanını oluşturmaya başlar. - Gerçek ilah olan Rabbimizi şirkten arınarak tanıyamadığı için birden çok ilahı hayatının
içine katar ve yavaş yavaş kendi yoluna mayınlar döşer. - Büyük tutkulu bir hedefi içinde büyütemediği için benliğini, hazzını, çıkarını büyütür. Benlik,
haz, çıkar peşinde koşan birey de yavaş yavaş karanlığına karanlık ekler. - Şartlara odaklanır; şikâyet, dedikodu, tembelliği sermayeleştirir. Büyük atılımlarda
bulunmayarak ve iyiye, olumluya, fırsatlara odaklanmayarak yavaş ilahi yardımdan
mahrum kalır ve yavaş yavaş kendi zindanına su taşır. - Kıymetli zamanının çoğunu evinde büyük boy ekranlar karşısında geçiren birey ve elinden
bir türlü akıllı telefon düşmek bilmeyen birey yavaş yavaş iç ve dış dünyasının rengini
değiştir de haberi olmaz. - Yaratıcının kendisine imtihan etmek amacıyla vermiş olduğu ilim, mal, her türlü imkânı
paylaşmak dağıtmak yerine cimrileşir; kendinden bilir, güç ve büyüklük unsuru olarak görür
ve böylece kendi karanlık zindanını hazırlar. - Kendisini her gün az da olsa geliştirmeyen, zihnini ve özünü güzelleştirmeye çalışmayan
hatta tam aksine her gün zayıf karakterine yanlışlar ekleyen bir birey yavaş yavaş kendi
zindanına karanlık tohumları saçar. - Vücut binasının tuğlalarının arasına iyi niyet, iman, Allah sevgisi, okuma öğrenme şuuru,
alçakgönüllülük, cömertlik, haddini ve ölümü, hesabı bilme harcı eklemek yerine; kötü
niyet, öfke, açgözlülük, kin, nefret, enaniyet, bencillik, gösteriş, kıskançlık, gönüllü cahillik
harcı ekleyenler yavaş yavaş kendi zindan duvarlarını örerler. Geleceklerini ve en önemlisi
de ölümden sonraki hayatlarını karartırlar. - Farkında olmadan, gerçekliklerini sorgulamadan akıllarını başkalarına satan ya da cebine
emanet eden bireyler aşırı muhabbetleri yüzünden körü körüne bağlandıkları bireyleri,
grupları dokunulmaz, eleştirilmez, sorgulanamazlık sınıfına dâhil ederler. Böylece kendi
oluşturdukları karanlıkların farkına varmazlar.
- Doymak bilmeyen açgözlü bakış açımız, aşırı dünya sevgisi, mal mülkte itibar arama yarışı,
nicelikte huzur ve mutluluk arama düşüncesi, çoklukta oyalanıp tekliğe bir türlü
ulaşamamamız, çok az kalacağımız bu dünyaya karanlıklar şırınga ediyor.
Peki, bir birey kendi aydınlığını nasıl yakalar, elde eder?
Kendisiyle
Yaratıcısıyla
İnsanlarla
Diğer canlılarla
Maddeyle
Elde etmiş olduğu imkânlarla doğru, yerinde, dengeli ilişki ve iletişim kurarak…
Kendini ölümlü görerek…
Taşkınlığa, şaşkınlığa yeltenmeyip daima dünya okulunda öğrenci kalarak…
Aşkınlığı, yüce gönüllüğü elde etmeye çalışarak…
Hazlarının kendisini esir almasını engelleyerek…
Zihnini ve özüne yatırım yaparak…
Çevresini kaliteleştirerek…
Kendisine ve sevdiklerine yapılmasını istemediği hiçbir şeyi başka bir insana yapmayarak…
Kendisiyle baş başa kalarak kalabalıklardan bir süreliğine uzaklaşarak tefekkür ve tevekkül
yolculuğunu başlatarak…
Birçok insanın dışını güzelleştirmeye çalıştığı ve çokluklarını göstermeye çalıştığı
günümüzde özümüzü ve niteliğimize yatırım yaparak…
Ali ALTAYLI