Biz insanlar, kör noktalarıyla yüzleşmeye başlayınca gelişiyor, dönüşüyor, tatlılaşıyor. Huzurlu ve sağlıklı yaşamanın, insanlarla doğru iletişimde bulunmanın, çevremizde kaliteli insan biriktirmenin yolu kendi hatalarımızla yüzleşmekten geçiyor. Biz insanlar aynı evlere serilen halılar gibi gün geçtikçe tozlanır ve kirleniriz. Bizi görenler bunu anlar; ama biz bir türlü tozlandığımızın farkına varamıyoruz. İki gözümüz nasıl ki hep karşıyı, başkalarını görür; kendi ensesini, arkasını, yanlarını görmede zorlanır. Aynen bunun gibi biz başkalarının kör noktalarını görmekten, kendi kör noktalarımıza geçmeye bir türlü zaman bulamıyoruz. Bulamadığımız için de insan gibi yaşar gibi görünüyoruz; gerçekte ise insani manalarımızı kaybediyoruz, insani vasıflarla okunmuyor; gerçekte yaşamıyoruz.
Bugünkü yazımızda dünya yolculuğumuz devam ederken biz insanları acılaştıran, sevimsizleştiren, yalnızlaştıran iki önemli unsurdan bahsedelim:
Birincisi, kendi yanlışlarımıza olan körlüğümüzdür.
İkincisi körü körüne, tutkuyla bağlandığımız, sevdiğimiz insanların yanlışlarına karşı körlüğümüzdür.
Peki, niçin bir insan kendi kör noktasını göremez veya görmek istemez?
Peki, niçin sevdiğimiz insanların yanlışlarına karşı körüz?
Biz insanlar çocukluk döneminin bitiminden sonra kendimizi çok önemli görmeye başlarız. Özellikle ergenlik döneminde vücudumuzun görünümü, tercihlerimiz, arkadaşlarımız bizim için çok önemlidir. Gün geçtikçe elde ettiğimiz imkânlar oranında kendimize verdiğimiz değer artar; adeta kendimizi ve aklımızı farklı bir yerde konumlandır, diğer insanları küçük görme eğilimi gösterebiliriz.
Elde ettiğimiz farklı güçler nedeniyle bilmeden de olsa geçmişteki o gariban, çaresiz, hastalıklı, musibetle geçen günlerimizi unutur; benlik, gösteriş, öfke, şehvet yönümüzü beslemeye başlarız. Ta ki ciddi bir musibet gelip bizi bulana, elde ettiğimiz kazanımları kaybedene kadar bizimle büyüyen kör noktalarımızın bir türlü farkına varamayız.
Dünyadan gelip geçen her insanın ya da geçme adayı her insanın kör noktaları farklı farklıdır.
Kimimizin bir türlü göremediği ya da görmek istemediği kör noktası aklını ilahlaştırması, kimimizin parasını ilahlaştırması, kimimizin malını mülkünü ilahlaştırması, kimimizin kötü alışkanlıklarını ilahlaştırması, kimimizin koltuğunu ilahlaştırması, kimimizin şehvetini ilahlaştırması, kimimizin sahip olduğu markasını ilahlaştırması, kimimizin güzelliğini ya da yakışıklılığını ilahlaştırması, kimimizin kin, kıskançlık ve öfkeyi içinde büyütmesi, kimimizin dünyevi dayanak noktalarını ilahlaştırması, kimimizin gösterişi ve cimrilik yönünü ilahlaştırması, kimimizin acelecilik ve başka akıllara danışmayı gereksiz görme yönünü ilahlaştırması, kimimizin tecrübesini ilahlaştırması vb.
Bu kör noktalarımız bize dünya ve ukba kaybettiriyor. Güzel ve aranan insan olmamızın önündeki en büyük engel, kör noktalarımızla yüzleşmemek ve tedavisi için mücadeleci olmamaktır. Kör noktalarının farkında olmayan, kör noktalarıyla yaşamaya iyice alışmış bir insan bilmeden de olsa hem kendisine hem de diğer insanlara zarar vermektedir. Ağacın içine girmiş bir kurt gibi kör noktalarımız vücut binamızı sönük, donuk bırakarak hayvandan daha aşağı bir dereceye bizleri düşürmektedir. İmtihan için geldiğimiz bu dünyadan, başarısız olanların safına kaydımızın girilmesine neden olmaktadır.
İnsanın sevdiklerine karşı körlüğü de en büyük kör noktalarından birisidir. İnsan sevdiğinin kusurlarını görmek istemiyor, kapatma eğilimi ağır basıyor. Sevmediği insanların kusurlarını görmede istekli olmasına rağmen, arasının açık olduğu ya da bir türlü sevmede başarılı olamadığı insanların yanlışlarına karşı acımasız olabiliyor.
Anne baba kendi çocuğunun kusurlarını örttüğü halde bir komşu çocuğunun yanlışlarını açığa çıkarmada aceleci olabiliyor. Yine aynı anne baba çok sevdiği bir evladının kusurlarını örttüğü halde kendilerine çok benzemeyen başka bir evladının kusurlarını görücü olabiliyor.
Hayatın her alanında ne yazık ki bu böyledir. Adaletli davranmanın, hakkaniyetin önündeki en büyük engellerden birisi de sevdiğimiz kişilere doğru tercihte bulunmamızdır. İçinde kendimizin olmadığı bir hakkaniyet, sevdiklerimize yapabileceğimiz en büyük iyiliktir. Sevdiklerimizin gelişmesini ve değerli bir insan olmasını istiyorsak yanlışlarını uygun bir dille onlara söylememiz gerekiyor. Sevgimiz azalmasın, aramız açılmasın diye örttüğümüz her bir yanlış, sevdiklerimizin geleceğini karartmakta, onları zehirlemekte geç kalmayacaktır.
Kusursuz olan Rabbimiz çok kusurlu olan bizleriz. En kusurlu insan kusursuz olduğuna inanan ve kusurlarından dönme gayreti içinde olmayan insandır. Her yıl farklılaşıyoruz bilmeden de olsa biz insanlar. İçimizde güzellikleri büyüttüğümüz gibi yanlışları da büyütüyoruz zamanla. Geçen zaman su gibi bilmez neyi büyüttüğünü, sadece geçer gider. Suyun ulaştığı yerde diken de büyür, gül de aynı kökte. Su sadece zaman gibi akar ve yoluna devam eder.
Temiz bir şekilde geldiğimiz dünyadan temiz bir şekilde gitmek istiyorsak bir an önce kendi yanlışlarımıza karşı körlükten kurtulmalı ve Rabbimizden başka gerçek sevgiyi hak edecek kimsenin olmadığını bilmeliyiz. Rabbimize sevgide aşırılık bize kazandırırken fanilere sevgide aşırılık kaybettiriyor. Onların bir ömür yanlışlarına alkış tutmamıza neden olabiliyor. “Hakkın hatırı âlidir, hiçbir hatıra feda edilmez.” düsturunu rehber ederek sevdiklerimize bunu hissettirmemiz gerekiyor. Olumlu eleştirinin her zaman bize verdiği bir şeyler olduğunu unutmayarak kendimizi yakın, uzaktan gelecek eleştirinin iyileştirici gücüne bırakabilmeliyiz.
Biz insanların bu iki kör noktasına karşı yıllar öncesinden söylenmiş aşağıdaki mısralar düşünen zihinler için ilaç olabilir:
Ehl-i dünya kim cihân zevkın demâdem sandılar
Veh ki bu mâtem-serâyı cây-ı hürrem sandılar
Bî-bekâ iken esâs-ı dehri muhkem sandılar
Bir dem iken devlet-i dünyayı her dem sandılar
Bu feâ gülzârının ‘ayşını ‘alem sandılar.
( Dünyaya çok düşkün insanlar, buradaki zevki hep sürecek zannettiler. Yazık ki, üzüntü evi olan dünyayı, düğün evi sanıp aldandılar. Dünya evinin geçici olduğunu unutup sağlam zannettiler. Dünyada ele geçecek her lezzeti, bir anlık olduğu halde, sürekli sandılar. Dünya adlı gül bahçesinin fenâ (geçici-kötü) olduğunu unutarak onu bir şey sandılar.)
ALİ ALTAYLI