Her perşembe Karaman’a gelen toptancı Ahmet abi kapıdan girer girmez selam verdikten sonra “bizim olmayanlar için gayretimiz ne de çok” hocam derdi. Gerçekte bizim olmayanlar, bizimle gelmeyecekler için bir ömür veriyoruz. Belirli yaştan sonra geride bıraktıklarımıza baktığımızda “koskoca bir hiç” için ne de çok mücadele vermişiz, diyoruz.
Yine bu yazıyı yazma aşamasında bir müşterimin kendi köylüleri hakkında söylediği şu cümle üzerinde düşünmeye değerdir:
Şunum olsun, bunum olsun, farkım olsun, daha iyisi ben de olsun zihniyeti köylüler arasındaki muhabbeti bitirdi. Herkes kendi mağarasına akıllı telefonlarla çekildi, kolay kolay kimsenin girmesine izin vermiyor.”
Nâmerde değil, merde bile muhtaç olmamak, kimseden bir şey beklemeden kendimize, çocuklarımıza yetmek için çalışmak iyidir. Her şeyin ateş pahası olduğu, göz ve gönlün freninin bozulduğu, her şeye aktığı günümüzde çalışmamak, üretmemek izzetli yaşamın önündeki en büyük engeldir. Çalışma ve üretmedeki niyet değiştiği, hırs ve açgözlülük ağır bastığı zaman yavaş yavaş biz insanlarda çürüme ve kokuşmanın emareleri kendini gösterir.
Dünyada yaşamakta olan insanların çoğu “sahip olmak” için yaşıyor. Çok azı ise “olmak” için yaşıyor. Dünya var olduğundan günümüze kadar biz insanların çoğunda sahiplenmek duygusu ağır basmıştır. Gönlü ve gözü doyumsuz olan biz insanlar, içimizdeki sahip olma duygusunu frenleyebildiğimiz ve yönünü başka tarafa çevirebildiğimiz sürece hafifliyor ve özgürleşiyoruz.
Gelin bugünkü yazımızı ağaçlar gibi kök salmak için bir ömür veren bizlerin, kuşlar gibi özgür bir şekilde yaşamamızı engelleyen “sahip olmada aşırılık” ve dünya ve ukba kazandıran “olmak” üzerine oluşturmaya çalışalım.
Biz insanların hemen hemen hepsinde az çok sahip olma duygusu vardır. Çocukken annemizi babamızı, oyuncaklarımızı, elbiselerimizi sahipleniriz. Gençken vücudumuzu, arkadaşlarımızı, telefonlarımızı, giydiğimiz markalı ayakkabı ve elbiselerimizi, model aldıklarımızı sahipleniriz. Gençlik döneminden sonra daha çok evimizi, çocuklarımızı, arabamızı, tarlalarımızı, hayvanlarımızı, maddi birikimlerimizi sahipleniriz. Yaşlanınca ise yaşamayı ve malı mülkü, yakın çevremizi iyice sahiplenmeye başlarız.
Sahip olduklarımızı “olma yolculuğumuza” basamak yaptığımızda, kazanımlarımızı Rabbimizden bildiğimizde ve dünyalıklar noktasında çok aşırıya kaçmadığımızda, sıkıntı olmamakla beraber, kendimizden bildiğimiz ve aşırıya kaçtığımızda, kendimizle Rabbimizle ve diğer insanlarla iletişimimiz bozuluyor.
Sahip olduğumuz birler, çok sıkıntı olmazken onlar, yüzler, binler ve daha fazlası dünyadaki sağlık ve huzurumuzu gidermeye başlıyor. Kazanımlarımız, bizim kibrimiz ve hırsımızı arttırıp zamanımızı daraltırken aynı zamanda pusuda bekleyen gizli düşmanlarımızı arttırıyor, dostlarımız arasındaki kıskançlık hastalığını hortlatıyor. Beklenti sahiplerinin beklentileri karşılanmayınca köprüler yıkıyor, bir anda karşı saflara geçebiliyor.
Hz. Mevlana: “ Hiçbir mal sizin değil, neyi bölüşemiyorsunuz? Hiçbir can sizin değil, niye dövüşüyorsunuz?” diyor.
Can ve malın gerçek sahibi biz olmadığımız halde, kör yanımız olan aşırı sahiplenme duygusuyla bunları kendimize mal ederek etrafımıza dünyayı dar ediyoruz. Ülkemizdeki bin bir türlü sorunlara neden olan miras paylaşımı, tarla, bahçe meseleleri buna örnektir.
Gerçekte bizim olmayanlar ve bizimle gelmeyecekler için kendimizle ve sevdiklerimizle savaşmaya başlayınca yoruluyor, bitkin düşüyor; gönlümüz, ruhumuz daralıyor ve kararıyor. Tek derdimiz “sahip olmak” için yaşamak olduğu oranda değersizleşiyor, dünyada ve ülkemizdeki olan bitenlere karşı duyarsızlaşıyoruz. Tek derdimizin kendi menfaatlerimiz yönünde olması, bir türlü bitmeyen dertlerle bizi baş başa bırakıyor.
Olmayı amaç, sahip olmayı araç olarak görüp içselleştirdiğimiz takdirde Rabbimizin sevgisini, yardımını; insanların teveccühünü kendimize doğru çekmeye başlıyoruz.
Peki, “olmak “ denince aklımıza neler geliyor?
Öğrenerek, olgunlaşmak…
İyiliği yaşayarak kötülükten uzaklaşmak, uzaklaştırma mücadelesi içinde olmak…
Hakkın ta kendisinin Rabbimiz olduğundan şüphe etmememiz…
Şehvet, öfke ve aklın aşırılıklarından kurtulabilmek…
Az bir dünya menfaati için bir canı incitmemek…
Kadere teslim olarak Rabbimizin en iyi gören, bilen, takdir eden olduğunu özümsememiz…
Bize verilen imkânlarda gerçek sahip Rabbimizin izini, yüzünü görmek…
Şükrümüzün, zikrimizin, sabrımızın istenilen düzeyde olması…
Tefekkür yolculuğu ile yakinimizi arttırmak, canlı tutmak…
İnsanlara değil, Hakka dayanmak; sadece ondan beklemek…
Dünyanın çeşitli yerlerini keşfetme, gözlemleme isteğinin canlı tutulması…
Zihin temizliğini canlı tutmak, aklımızı vahiyle barıştırmak…
Kalp, gönül temizliği manevi kirlerden özümüzü arındırma mücadelesi vermek…
Bilgi avcısı olma yönümüzü her daim canlı tutmak, öğrendiklerimizi paylaşabilmek…
Tüm canlılara karşı şefkat ve merhametli olabilmek…
Şu an sağlıklı, huzurlu, imkânlı, canlı olan bizlerin, bir anda her şeyin tersine dönebileceğini asla aklımızdan çıkarmamamız…
Lâedrî ne güzel ifade etmiş:
Mâl ü mülke mağrûr olma deme var mı ben gibi
Bir muhâlif rüzgâr eser savurur harman gibi
Can Yücel, sahip olma duygusunun bizi monotonlaştırdığını, özgürlük alanımızı sınırlandırdığını, kendi mağaramıza çekilmemize neden olduğunu, alışkanlıkların kurbanı haline getirdiğini ve bizde ağaçlar gibi kök salma isteği uyandırdığını mısralarına şu şekilde yansıtır.
Bugünlerde herkes gitmek istiyor.
Küçük bir sahil kasabasına,
Bir başka ülkeye, dağlara, uzaklara…
*
Hayatından memnun olan yok.
Kiminle konuşsam aynı şey…
Her şeyi, herkesi bırakıp gitme isteği.
*
Öyle “yanına almak istediği üç şey” falan yok.
Bir kendisi.
Bu yeter zaten.
Her şeyi, herkesi götürdün demektir.
Keşke kendini bırakıp gidebilse insan.
Ama olmuyor.
*
Hadi kendimize razıyız diyelim, öteki de olmuyor.
Yani her şeyi yüzüstü bırakmak göze alınmıyor.
*
Böyle gidiyoruz işte
Bir yanımız “kalk gidelim”
Öbür yanımız “ otur” diyor.
*
Otur diyen kazanıyor.
O yan kalabalık zira
İş, güç, sorumluluk, çoluk çocuk, aile
Güvende olma duygusu…
En kötüsü alışkanlık.
Alışkanlığın verdiği rahatlık,
Monotonluğun doğurduğu bıkkınlığı yeniyor.
*
Kalıyoruz…
Kuş olup uçmak isterken, ağaç olup kök salıyoruz.
*
Evlenmeler…
Bir çocuk daha doğurmalar…
Borçlara girmeler…
İşi büyütmeler…
Bir köpek bile bizi uçmaktan alıkoyabiliyor.
…
Ne mümkün
Sabah 9, akşam 18
Sonra başka mecburiyetler
Sıkışıp kaldık
Sırf yeme içme barınmanın bedeli
Bu kadar ağır olmamalı.
…
ALİ ALTAYLI