Ömer Karaoğlu’nun ezgilerini dinlerken kulağımda yer edindi bu başlık: “İnsan yüce, insan sefil.” İki gözü, iki kaşı, iki ayağı, iki kolu, bir ağzı, bir burnu olan; hemen hemen hepimizin birbirine görünüş itibariyle benzediği biz insanlar, nasıl oluyor da hem yüce hem sefil olabiliyoruz? Bitki ve hayvanlar gibi net olmayan biz insanlar, melekleri de geçebilme kabiliyetimiz var; hayvanlardan daha aşağı düşme yönümüz de var. Seçme özgürlüğü bize verilmiş; aklımız, kalbimiz, nefsimiz özgür bırakılmış. Sınırlı bir ömür verilmiş, yol gösterilmiş, tercih bize bırakılmış.
Büyük emanete verdiğimiz değer ölçüsünde yüceliyor ya da düşüyor, sefilleşiyoruz.
Ahzap Sûresi 72.ayette Rabbimiz:
“Biz emaneti göklere, yere ve dağlara arz ettik. Onlar onu yüklenmeye yanaşmadılar; ondan korktular da onu insan yüklendi. İnsan, cidden çok zalim, çok cahil bulunuyor.”
Yeryüzüne halife olma kabiliyeti, İslam’ın emirlerini koruma, yaşama, yaşatma emaneti biz insanoğluna verilmiştir. Seçme özgürlüğümüzü yanlış kullandığımızda Hüda yerine hevâ dediğimizde; kalbimizi, aklımızı, zamanımızı nefsin emrine verdiğimizde, bir gün kırılacak şişeye baki elmas fiyatı verdiğimizde cahilleşiyor, zalimleşiyoruz.
Biz insanların yükseliş ve düşüş sırlarını Bediüzzaman Hazretlerinin “Sözler” kitabından “Yirmi Üçüncü Söz” bölümünden alıntılarla anlamaya çalışalım:
“ İnsan, nur-u iman ile âlâ-yı illiyine (en yüksek derece) çıkar; cennete lâyık bir kıymet alır. Ve zulmet-i küfür ile esfel-i sâfiline (aşağıların aşağısı) düşer, cehenneme ehil olacak bir vaziyete girer.”
“İman, insanı insan eder, belki insanı sultan eder. Öyle ise insanın vazife-i asliyesi iman ve duadır. Küfür, insanı gayet âciz bir canavar hayvan eder.”
“ İnsanda iki vecih (yön) var: Birisi, enaniyet (benlik) cihetinde, şu hayat-ı dünyeviyeye nazırdır; diğeri, ubudiyet (kulluk) cihetinde, hayat-ı ebediyeye bakar.”
“Nefs-i emmare, (kötülükleri emreden nefis) tahrip ve şer cihetinde nihayetsiz cinayet işleyebilir. Fakat icad ve hayırda iktidarı pek azdır ve cüz’idir. Evet, bir haneyi bir günde harap eder, yüz günde yapamaz.”
“İşte ey insan! Eğer, yalnız Ona abd (kul) olsan, bütün mahlûkat üstünde bir mevki kazanırsın. Eğer ubudiyetten istinkâf (yüz çevirme) etsen, aciz mahlûkata zelil (küçük ve aşağı) bir abd olursun. Eğer enaniyetine (benlik) ve iktidarına güvenip tevekkül ve duayı bırakıp tekebbür (kendini büyük görme) ve davaya sapsan; o vakit iyilik ve icad cihetinde arı ve karıncadan daha aşağı, örümcek ve sinekten daha zaif düşersin. Şer ve tahrip cihetinde dağdan daha ağır, taundan daha muzır (zararlı) olursun.”
“Demek, ahsen-i takvim ( en güzel şekil) suretinde yaratılan insan, hayat-ı dünyeviyeyi hasr-ı fikr ( düşünceyi bir tarafa yöneltmek, yoğunlaştırmak) etse, yüz derece sermayece hayvandan yüksek olduğu halde, yüz derece, serçe kuşu gibi bir hayvandan aşağı düşer.”
“ Sen, neğer nefs ve şeytanı dinlersen, esfel-i sâfiline (aşağıların aşağısı) düşersin. Eğer Hak ve Kur’an’ı dinlersen âlâ-yı iliyyine (en yüksek mertebe) çıkar, kâinatın bir güzel takvimi olursun.”
Rabbimizin bize hiç sormadan yüklediği bu büyük emanetin farkında olduğumuz, sahiplendiğimiz, kul ve ölümlü olduğumuzu unutmadığımız, beynimiz ve özümüzü güzelleştirmeye başladığımızda; adaleti, inancı, ümidi, çileyi, bilgiyi, şükrü, sabrı, samimiyeti, edebi, dürüstlüğü, azmi, vefayı, duayı, sevgi ve şefkati kuşandığımızda ulvileşiyor, umranlaşıyor, yüceliyoruz.
Bu büyük emaneti unuttuğumuzda ya da sahiplenmediğimizde, tek dünyalı yaşama isteği ağır bastığında, haz ve bencil dünyamızın peşinden gitmeye başladığımızda, canımızın ve el âlemin istediği şekilde yaşamaya başladığımızda, sahip olduklarımız bizim benliğimizi şişirdiğinde, görünüşümüzle yaşayışımız, sözümüzle özümüz arasındaki farklılaşma fazlalaştığında, amaçlı yaşamayı unuttuğumuzda, ölümü kendimizden çok uzak gördüğümüzde değersizleşiyor; sönükleşiyor, hayvanlaşıyor, duyarsızlaşıyor, sefilleşiyoruz.
Nevzat Tarhan, amaçlı yaşamanın stresi azalttığını, mutluluğu kapı araladığını, bizi yücelttiğini söyler:
“Çağımızda insanı strese açık tutan en önemli şey, amaçsızlıktır. Uğrunda yaşamaya değer bir amaç sunmayan modern yaşam, gençlik ve ileri yaş intiharlarının artmasını önlemeye yetmiyor. Servet toplamayı, zenginleşmeyi gaye edinen kapitalist sistem, iyilikle anılacak insan olmayı değerli görüp bu değerler ışığında bir hedef tutturamazsa, insanlığın kalıcı mutluluğu yakalaması, ileriki yüzyıllara kalabilir.”
Her sabah yataktan kalktığında aşkın, tutkulu bir hedefi aklına gelmeyenler; can sıkıntısından, bunalıma girmekten, hep şikâyet etmekten, yük olmaktan, boş işlerle uğraşmaktan, hazlarını beslemekten kendilerini alıkoyamazlar. İmanla barışık vizyonlu yaşama bizi yüceltir, hayatımıza anlam katar; huzur, sağlık ve diğer nimetleri kendine çeker.
Amaçlı yaşamanın en önemli iki ayağı vardır:
Beyni beslemek
Özü (kalbi, gönlü, ruhu) beslemek
İbni Haldun’un bu konudaki tespiti önemlidir:
“ İnsan beyni değirmen taşına benzer, içine yeni bir şeyler atmazsanız, kendi kendini öğütür, durur.”
Beynimizin cebine her gün, her hafta, her ay az da olsa verimli bilgiler, hikmetli cümleler, değerli kitaplar ve dinletiler koyarak patinaj yapmasını engelleyip yücelenler grubuna girmeye niyetlenebiliriz.
Ömer Karaoğlu’nun “Emanet” ezgisinin sözleri üzerinde düşünmeye değerdir, dileyen dinleyebilir:
Yaradanın hikmeti,
Bu büyük emaneti,
Gökler onu reddetti,
Ona çok ağır geldi.
Gel gör, gel gör,
İnsan cahil, insan cesur.
Gel gör, gel gör emaneti.
Hiç sormadan yüklendik biz.
Yaradanın hikmeti,
Bu büyük hikmeti,
Dağlar onu reddetti.
Ona çok ağır geldi.
Gel gör, gel gör,
İnsan yüce, insan sefil.
Gel gör, gel gör emaneti,
Hiç sormadan yüklendik biz.
ALİ ALTAYLI