Bu akşam birden çok kişinin bulunduğu yemek esnasında, ev bireylerinden biri tarafından şöyle söz söylendi. “Dede ekşi erik yer, torununun dişi kamaşır. Sonra “Google” dan araştırma yaptığımda “ekşi erik” in yerine “koruk” olması gerektiğini gördüm. Doğrusu, dede koruk yer; torununun dişi kamaşır. .” Erik ya da koruk yenilen çok da önemli olmamakla birlikte dişimizin kamaşması, ağzımızın tadının bozulması, yüzümüzdeki ifadenin farklılaşması, geleceğimizi etkilemesi büyük önem arz etmektedir.
Atalarımıza ait ve anlamı çok derin olan bu ifadenin açıklaması şöyle: “ Eskilerin yaptığı yanlış işlerden, daha sonrakiler de zarar görür.”
İşyerine geldiğimde bu sözün aslında bizim daha çok kader diye nitelendirdiğimiz, birçok baş ağrılarımızın arkasında, kan bağımız olan atalarımızın yaptığı yanlışlıkların olabileceğini düşünmeye başladım.
Baba ve annemiz, kendi babasından annesinden ne gördüyse ailede ne gibi travmatik durumlar yaşadıysa onların babaları anneleri, baba ve annelerinden ne gördüyse onları çocuklarına aktarıyor. Bu, bu şekilde sürüp gidiyor.
Bu şuna benziyor. Hafıza bankamıza çocuklukta ne girdiler olmuşsa gelecek yıllarımızda biz büyük bir ihtimalle o girdileri kullanıyoruz ve çocuklarımıza da aktarmaya devam ediyoruz. Zamanında bizim gibi hafıza bankasına benzer girdiler kaydedilmiş kişiler de bizi arayıp buluyor. Mıknatıs gibi çekiyoruz kendimize yakın girdilere sahip kişileri adeta.
Bu konuya iki açıdan bakmamız gerekiyor:
Birincisi: Kendi yaptığımız küçük-büyük yanlışlar kendi geleceğimizin güneşini söndürüyor.
İkincisi: Kendi yaptığımız küçük-büyük yanlışlar çocuklarımızdan, akrabalarımızdan iki üç kuşak ötesinin güneşini söndürüyor.
Birinci maddenin iyice anlaşılabilmesi için Neşet Ertaş’ın “Kendim Ettim Kendim Buldum” şarkısını, hikâyesini dinlemek ve II. Bâyezid Han’ın şu beyti üzerinde düşünmek yeterli olacaktır:
Kendi kendine ettiğin âdem
Bir yere gelse edemez âlem
(Bir insanın kendi kendine yaptığını; bütün dünya insanı bir araya gelse yapamaz.)
Kaderden kaçmak mümkün değildir. Rabbimizin hakkımızdaki hükmünde sayısız hikmetler vardır; ama başımıza gelenlerin çoğu kendi hatamızın, yanlış düşünme şeklimizin, kirlenmiş iç dünyamızın, yanlış arkadaş çevremizin, bataklıklarda bir ömür yaşamamıza neden olan kötü alışkanlıklarımızın sonucudur.
Yine atalarımız ne güzel ifade etmiş.
Kula belâ gelmez Hak yazmadıkça
Hak belâ yazmaz kul azmadıkça
İkinci maddede ise anlık, günlük, haftalık, aylık, yıllık yaptığımız yanlışlar kan bağımız olan çocuklarımızın ve akrabalarımızın geleceğini karartıyor. Ölen babanın maddi borcunu çocukları ödediği gibi yanlışları da çocuklarına, torunlarına miras kalabiliyor.
Bu maddeyi anlamak biraz zor olabilir. Araştırdığımızda dünyada yaşanmış sayısız örneklerini bulmak mümkündür.
Alma mazlumun ahını, çıkar aheste aheste diyen atalarımız bize ışık oluyor. Başkalarına baş ağrısı olduğumuzda ve bunda aşırıya gittiğimizde kan bağımız olan kişilere zarar vermiş oluyoruz.
Ziya Paşa’nın şu beyti konumuza açıklık getirir:
İncinmemek istersen eğer mülk-i fenâda
Bir kimseyi incitmemeğe hasr-ı merâm et
( Şu geçici yerde incinmemek, üzülmemek istiyorsan bir kimseyi incitmemeye gayret et.)
İncittiğimiz, canını yaktığımız, geleceğini söndürdüğümüz, geçimini bozduğumuz, gözyaşına boğduğumuz kişiler; hem kendimizin hem de sevdiklerimizin huzurlu, sağlıklı, varlıklı geçebilecek günlerinin içine ateş bırakıyor.
Bu konuda, “Aile Sistemi Açılımı Uygulayıcısı” Deniz Öztaş’ın tespitlerine başvuralım:
“Dedeyi tanımasak da, hayatımızda ağzımıza erik atmasak da, aile geçmişimizdeki olayları bizi etkiliyor. Ta derinden… Yüzeydeki hayatımızda ise derindeki dinamiklerimizin yansımasını yaşıyoruz. Kendi geçmişimiz ve en az iki-üç nesildeki dünyaya gelen, gelmeyen veya dünyadan giden aile bireylerinin yaşadıkları bizleri etkiliyor. Aile geçmişinde biri haksızlığa uğradıysa, biz de hayatımıza haksızlıkla ilgili olayları çekiyoruz. Evde devam şiddet ve taciz varsa, biz de ya benzer bir ilişki çekiyoruz yaşamımıza ya da kendimize bir kurtarıcı-ebeveyn figürü ile bağlanıyoruz. Göç varsa kendimizi ait hissetmiyor, köklenmekte zorlanıyoruz. Oysa tüm bu veya bunun gibi daha birçok durumu yüzeyde anlayamıyoruz. Lakin Carl Jung’un bahsetmiş olduğu kolektif bilinçdışı çok derinlerde ve biz bunun farkında varmadıkça, yaşadıklarımıza kader deyip geçiyoruz.
Yaşanan mevcut problemi anlamak ve arkasında yatan aile dinamiğini anlamak bize büyük bakış açısı kazandırıyor. Bundan elde edeceğimiz kalıcı anlayış, dolaylı bir şekilde kaderimiz, genlerimizin işleyişi değişiyor. Bilim buna epigenetik diyor. Genlerin ötesinde bir değişim, daha doğrusu biz olmayan özdeşleşmelerden özgürleşme ve bizi engelleyen sağlıksız bağların sağlıklı hale gelmesi sağlanıyor. O vakit hayat akmaya başlıyor.
Her bireyin bağlı olduğu aile ve atalar sistemi, Evren’in her seviyesinde mevcut. Atom-altı dünyadan tutun da, gökyüzünde gördüğümüz tüm cisimler sistemler halinde hareket ediyor ve birbirlerini etkiliyorlar. Kuantum fizikçilerinin de belirttiği gibi Evren’deki her şey hala birbirine bağlı…
Zihnin bu duruşmadaki işi kolaydır. Ne kadar da çok kullanabileceği delili vardır. Bize der ki: “Başına gelen olaylardan nasıl sen sorumlu olursun? Dünya savaşlarının sebebi sen misin? Sen herkese iyi davranan birisin. Bir kişinin uyanması ile hiç bir şey değişmez… Kaderi nasıl değiştirirsin? Hayat pahalılığı, kavgalar, dedikodular, kıskançlıklar, sahte kimlikler oluşturmak… Tüm bunlarla bizim ne ilgimiz olabilir? Kısacası bize ninniler okumaya devam eder.
Bize biri ninni okuyorsa, dinleyen kim? İç dünyamızı ve geçişimi fark etmek, kendimiz bilmek için en önemli adımdır. Her damla berraklaştığında tüm okyanus berraklaşacaktır.”
Özetle bu dünyada verdiklerimizi alıyoruz. Hem kendimize hem sevdiklerimize iyilik yapmak istiyorsak “iyi insan” olmaya niyet ederek Rabbimizle ve diğer insanlarla güzel iletişimde bulunmamız gerekiyor. Güzellik tohumları ekersek bin bir yere, bir gün gelip bizim ve canımdan öte dediklerimizin yüzünü güldürüyor. “Kötü insan” olarak hayatımıza devam etmişsek kötü bir gelecek, bizi ve sevdiklerimizi arayıp bulmada geç kalmıyor. Şimşekten hızlı çakıyor, akarsu ve zamandan daha hızlı akarak bize ve kan bağımıza doğru yaklaşıyor.
ALİ ALTAYLI