Babam, Neşet Ertaş’ı çok sever. Ara ara dinlediğine şahit olurum. Çok şarkı, türkü dinleyen biri
olmamakla beraber bazı şarkıların, türkülerin sözlerini ve sanatçının söylerken gösterdiği içtenliği ve
evrensel duygulara, sonsuzluğa dokunmasını takdire şayan bulurum. Onun için olsa gerek bazı
şarkıcılar, türkücüler üç beş yılda unutulurken bazıları hiç unutulmuyor.
Barış Manço’ nun bazı şarkıları özellikle “Halil İbrahim Sofrası” nı niçin unutamıyoruz, hiç düşündünüz
mü?
Müsait olduğunuz bir zamanda, sessiz bir ortamda, zihniniz boşken Neşet Ertaş’ın “Yolcu” türküsünü
ve Barış Manço’nun “Halil İbrahim Sofrası” şarkısını dinlemenizi tavsiye ederim. Bir sonraki yazımda
inşallah “Halil İbrahim Sofrası Bize Ne Söyler?” başlıklı yazıyı sizinle paylaşmak isterim.
Bugün, Neşet Ertaş’ın “Yolcu” isimli türküsündeki bazı sözler üzerinde kafa yoralım:
İnsandan doğanlar insan olurlar, hayvandan doğanlar hayvan olurlar.
Dünya senin vatanın mı yurdun mu?
Varıp bir cananın kulu oldun mu?
Hep yolcuyuz, böyle gelir gideriz.
Hepimiz biliriz ki insandan insan doğar, hayvandan hayvan doğar, bitkiden de bitki doğar.
Hayvandan insan doğmaz, insandan da hayvan. Yine hepimiz biliriz ki hayvandan doğanlar yüzde
yüz hayvan olur, hayvan yaşar, hayvan ölür. Peki, insandan doğanlar yüzde yüz insan doğduğu
halde yüzde yüz insan(eşref-i mahlûkat) kalıp insan olarak ölebilir mi?
Necip fazıl Kısakürek “Çırpınır” şiirinde insandan hayvan doğduğunu söyler; ama bu derin anlamlar
içeren bir mecazdır.
Dinle, kulağını ver de mezara!
Ölüler evlattan yana çırpınır.
Nesiller arası korkunç manzara
Domuz yavrulayan ana çırpınır.
İnsan olarak doğmak ayrıcalık, bir şeref; insan kalarak ve temiz yaşantılı ve imanlı olarak ölmek ise
daha büyük bir şereftir.
Peki, anlamlı ve temiz yaşantımızla melekleri bile geçme kabiliyetine sahip biz insanlar nerde hata
yapıyoruz? Üzerimize hangi kirleri bile isteye çekiyor, bataklıklardan çıkamıyoruz? Çocukluktaki
temiz özümüzü, sözümüzü, niyetimizi, yaşantımızı muhafaza edemiyor; yavaş yavaş fıtratımızdaki
temizlikten uzaklaşıyoruz?
Taş olarak da bitki olarak da ağaç olarak da bir hayvan olarak da dünyaya gelebilir, bu şekilde varlık
âleminde boy gösterebilirdik. Yüce Yaratıcımız bize değer vermiş ve diğer canlılardan üstün
yaratmıştır. Bizi iyi ki ağaç, hayvan, taş yaratmadın diyerek şükretmemiz ve yaşantımızı düzeltmemiz
insan kalıp insan olarak ölmemiz gerekmez mi? Birbirimize karşı nankörlük de sınır tanımayan biz
insanlar ne yazık ki Yaratıcımıza karşı da nankörüz. Nimetini takdir etmekten kudretine boyun
eğmekten kendimizi çekiyoruz. İnsandan doğanlar insan olur, gerçeğini göz ardı edip hayvandan daha
aşağı bir yaşantı seviyesiyle yaşayıp ölebiliyoruz.
Dünya senin vatanın mı yurdun mu, diyerek ezeli gerçeğini bize hatırlatan türkü üstadı, sazının
tellerine yansıyan bir bilinç ve farkındalıkla bizi silkeleyip uyandırmak istiyor.
“Ölüm ani, dünya fani” deriz. Bu dünya bir kitabın önsözü gibi kısa deriz. Başka bir şehre gitmek için
otogarda bekleme süresi kadar deriz. Bir filmin fragmanı gibi kısa deriz. Demesine deriz de bir türlü
ayetin ifadesiyle “sonu önünden hayırlı” ve yatırımı hak eden diğer tarafa hakkıyla yönelemeyiz.
Rabbimiz Ankebût Suresi 64.ayetinde:
“(Oysa onların tek gerçek kabul ettikleri) bu dünya hayatı hakikatte sadece bir oyun ve eğlenceden
ibarettir; ahiret yurduna gelince işte asıl hayat odur; keşke bunu bilselerdi!”
“Demek, değmez ki alınsa çürük maldır hep bu çarşıda
Öyle ise geç, iyi mallar dizilmiş arkasında”
diyen üstada kulak verip neye talip olduğumuzu gözden geçirmeliyiz. Pazara çıktığımızda pazarcılar
bize çürük mal verdiğinde evde söyleniriz. Ben pazarcıya para verdim, o bana çürük mal doldurmuş,
diye. Çürük malı kendimize yakıştıramayız; ama çürük, temelsiz olan dünyayı da sağlam mal gibi
sahiplenmekten geri durmayız.
Varıp bir cananın kulu oldun mu, diyerek de fani sevgililerden uzaklaşıp gerçek sevgiliye doğru
akmanın önemini vurgular.
Madem, bu dünya ve içindeki her şey bizim sevgimizi tam anlamıyla hak etmiyor. Onlar da bizim gibi
vefasız ve aciz varlıklardır. Sevgimizin ücretini fazlasıyla ödeyecek, ölü yatırım olmayacak bir Baki’ye
çevirebilmeliyiz. Faniler ve çok değer verdiklerimiz bizi çoğu zaman yaralamaz mı?
Anne çocuğunu çok sever, üzülür.
Genç, bir kıza tutulur; burnundan getirir.
Canımdan öte dediğimiz dostumuz, canımızı acıtır.
Çiftçi ürününü çok sever, umduğunu bulamaz.
Hep yolcuyuz böyle gelir gideriz, diyerek” ölüm” gerçeğini hatırlatır. Ölümün olduğunu bilen ve
ölen kişileri-özellikle yakınlarını-gözleriyle gören biz insanların taşkınlıklarına devam etmesi kadar
şaşılacak bir durum olabilir mi?
Necip fazıl Kısakürek “yolcu” olduğumuz gerçeğini bize birçok şiirinde hatırlatır:
“Ticaretin tüm ziyan!” diye bir ses rüyada;
Mezarına birlikte girecek şeyi kazan!
Seni gözleyen eşya, bitpazarı dünyada,
Patiska kefen, çürük teneşir, isli kazan
*
Minarede “ölü var!” diye bir acı salâ…
Er kişi niyetine saf saf namaz…ne alâ!
Böyledir de ölüme kimse inanmaz hâlâ
Ne tabutu taşıyan, ne de toprağı kazan…
Neşet Ertaş’ın “Yolcu” türküsünün metnini de vermeden geçmeyelim:
Bir anadan dünyaya gelen yolcu,
Görünce dünyaya gönül verdin mi?
Kimi böyük kimi böcek kimi kul
Merak edip hiç birini sordun mu?
*
Bunlar neden nedenini sordun mu?
İnsan ölür; ama ruhu ölmez.
Bunca mahlûkat var, hiçbiri gülmez.
Cehennem azabı zordur, çekilmez.
*
Azap çeken hayvanları gördün mü?
İnsandan doğanlar insan olurlar.
Hayvandan doğanlar hayvan olurlar.
Hepsi de bu dünyaya gelirler.
*
Ana haktır sen bu sırra erdin mi?
Vade tekmil olup ömrün dolmadan
Emanetçi emanetini almadan
Ömrünün bağının gülü solmadan
*
Varıp bir cananın kulu oldun mu?
Garip bülbül gibi feryat ederiz.
Cahiller elinde küskün kederiz.
Hep yolcuyuz, böyle gelir gideriz.
*
Dünya senin vatanın mı yurdun mu?
Hep yolcuyuz, böyle gelir gideriz.
Ali ALTAYLI