Ülkemizde ve tüm dünyada giderek artan bir hastalık var: Elde ettiklerini kıymetsizleştir, anlık
güncelleri elde etmek için savaş. Gücün yetiyorsa al, yetmiyorsa aldırt, meşru ya da gayrı meşru.
Ekranlar aracılığıyla daha iyisini gören gözler, elindekilerin kıymetini idrak etmede zorlanıyor. Ne
zengin hayatından hakkıyla memnun ne de fakir, gariban. Zengin her şeyin en iyisini kendisinin hak
ettiğini düşünüyor, gözü gönlü doymuyor; fakir ise sosyal medyada gördüğü renkli ve göz
kamaştırıcı hayata kavuşmak için hırslandıkça hırslanıyor, dünyadaki cenneti zenginlerin yaşadığını
sanıyor.
Biz insanlar anlaşılması zor bir metin, çözülmesi zor bir denklem, cevabını bulmakta zorlandığımız zor
bir bilmecedir, demiştik. Ne yazık ki elde etmiş olduğumuz kazanımları hakkıyla kıymetini takdir
etmeden, üzerinden vakit geçmeden gözümüzü daha iyisine en iyisine dikiyoruz. Elde edersek kısa
süreliğine mutlu oluyor, elde edemezsek üzüntümüz derinleşiyor, kendimizi kötü hissediyor, hatta
elde edemediğimizden dolayı çevremize savaş açıyoruz. Bu kısır ve yorucu döngüden bir türlü
kendimizi kurtaramıyoruz.
Bu asırda biz insanların düşünme felsefesi:
Elde ettiklerini unut gitsin, üzerinde düşünmeye değmez bile.
Elde edemediklerini asla unutma. Bir yolunu bul sahip olmaya çalış. Ne kadar çok maddeye,
markaya, güncele sahipsen değerlisin, kıymetlisin.
Sosyal medyanın bu kadar aktif olmadığı, ekranlardan beynimize, kalbimize, ruhumuza, evimize
yönelen tehditlerin az olduğu dönemlerde insanlar daha mutlu ve kanaatkârdı sanki. Herkes iç
âleminde yaşardı iyi kötü her şeyi. Yakınlar ve komşular hariç kolay kolay kimse kimsenin elindekileri
bilmez, yaşadıklarını bilmez; bilmediği için de hayatından ve sahip olduklarından memnun kalırdı.
Şikâyete ve kıskançlığa kolay kolay yönelmezlerdi. Şimdilerde ise kendi elimizdekini değil, başkalarının
elindekilere odaklanıyor, keyfimizi kaçırıyoruz.
Pablo Neruda: “İnsan ulaşamadığı her şeyin delisi, ulaştığı her şeyin nankörüdür.” der.
Biz insanlar önceden de ulaşamadığımız her şeyin delisiydik; ama sosyal medya sayesinde
deliliğimiz tavan yaptı. Biz insanlar ulaştığımız her şeyin şükrünü eda etme noktasında zaten sıkıntılıydık; sosyal medya sayesinde şükürsüzlüğümüz, doyumsuzluğumuz, şikâyetimiz daha da
arttı.
Eğer sosyal medyada yaptığımız paylaşımlar, iyi niyetle yapılmış paylaşımlar ise kazancımız büyük
olacaktır. İyi niyetten kastımız eğitim ve öğretime, maneviyatımıza, bilime, teknolojiye, insanın
farkındalığına ve gelişimine yönelik hayırlı her türlü paylaşımdır. Eğer yaptığınız paylaşımlardan
dolayı kendini iyi hissedenler, sizi hayırla ananlar çoğunlukta ise siz sosyal medyadaki
paylaşımlarınızın hakkını veriyorsunuz demektir.
Yaptığımız paylaşımlardan ilerde yüksek kâr oranına ulaşabilmemiz için şu beş soruyu kendimize
sormamız gerekiyor:
- Yapacağım paylaşım kendimi göstermek için mi yoksa aşkın bir amacı var mı?
- Yapacağım paylaşıma tıklayanlar mutlu olup şükrü mü artacak, yoksa huzursuz olup şikâyeti
mi artacak? - Yapacağım paylaşım kine, nefrete, kıskançlığa, sosyal paranoyaya hizmet edecekse insanların
geneli mutsuz ve tedirgin olacaksa paylaşmam uygun olur mu, insanları mutsuz etmeye
hakkım var mı? - Yapacağım paylaşımın ülkeme ve dünyaya katkısı ne olacak?
- Hayatımızın farklı dönemlerinde paylaşımımıza her baktığımızda onu her okuduğumuzda iyi ki
paylaşmışım diyebilecek miyiz?
Sosyal medyada sahip olduğu her şeyi göstermeye çalışanlar ve paylaşımıyla diğer insanların
mutsuz olmasına ve sahip olduklarını değersiz görmesine neden olacak tüm paylaşımlar, paylaşanı
er geç yerle bir edecektir. Başkasının mutsuzluğundan prim alan paylaşımlar, paylaşanın gelecek
günlerini karartacaktır.
Ne yazık ki, sosyal medyada göstermememiz gerekenleri gösterdiğimiz için görünür bir
mutluluğumuz uzun süren dingin ve dengeli bir yaşamımız olmuyor. İnsanların gözlerine müşteri
olan hayırdan nasibi çok olmayan görseller kaynağını kurutuyor.
Elimizdeki akıllı telefonlar beş duyu organımızdan farksız hale geldi. Sanki organlarımızdan biri, artık
onsuz hiçbir yere gidemiyoruz.
Elimizdeki akıllı telefonların ve diğer ekranların şükrü, memnuniyeti gideren beklentiyi yükselten
yönüne değinelim:
Ekranlarda yayınlanan çeşitli programlar ve diziler toplumun kalbi olan aileyi rayından çıkardı.
Konforlu yaşamanın yollarını gösteren diziler, çalışma ve üretmenin zorlu yolculuğunu bitirdi.
Beklentisi, sözü çok; ama sabrı, çalışması kısa yeni insan modelini doğurdu.
Elimizdeki akıllı telefonlar iffetli yaşamamızı zorlaştırdı. Ahlaksızlar ekranlardan cadde sokak
ve parklara taştı.
Romantizm, erotizm, hedonizmi besleyen görseller nefsin elini güçlendirdi. Akıl, kalp ve ruhu
gücendirdi. Söz dinlemeyen nefis vücutta hâkimiyetini ilan etti.
Anne ve babanın çocuklarla imtihanını zorlaştırdı. Çok hızlı değişen, dönüşen, yeni yeni
ürünlerin pazarlandığı sosyal medya istekleri çoğalttı.
Farklı ailelerin yaşantılarına hızlı bir şekilde ulaşıldığı sosyal medyada aileler kıyaslama yoluna
girip sahip olduklarına değil, sahip olmadıklarına odaklandılar. Taklit, özenti, gıpta derken
kurulu düzenlerini bir hiç uğruna yıkıma uğrattılar.
Zaman yönetimini unutan gece geç saatlerde yatıp sabah 10.00’dan sonra kalkan sorunlu yeni
insan modelini doğurdu.
Para yönetimini zorlaştıran ekranlar, tüketimi arttırdı. Zaruri ihtiyaç olmayanları bile ihtiyaç
haline getirdi.
Tek gözlü ekranlar, iki gözümüzü kendine âşık etti. Etrafında el pençe durdurdu.
Çocuklara bakıcılık yaptırdığımız ekranlar, belirli süre sonra çocuklarımızı değiştirdi,
dönüştürdü, farklı kültürlerin üyesi haline getirdi.
Bir kişi veya çocuk denize düşse boğuluyorum, nefes alamıyorum diye bize seslense hemen denize
atlar, yüzerek gider, kurtarırız. Aynen bunun gibi nice çocuklar, gençler, yetişkinler, aileler sosyal
medyanın kirli denizinde boğulmakta; ama o kirli denize atlayıp kurtaranlar çok az. En kötüsü de
boğulmakta olduğumuz kirli denizden habersiz yaşamamız. O denizi yaşam alanımız olarak görüp
sıkı sıkıya tutunmamız. “Celladına âşık” bireyler dönüşmemiz…
Biz de sosyal medyanın kirli denizinde boğulmak üzere olanlar için Necip fazıl Kısakürek’in
mısralarına kulak kesilmesini isteriz:
Durun kalabalıklar, bu cadde çıkmaz sokak!
Haykırsam kollarımı makas gibi açarak
Durun, durun, bir dünya iniyor tepemizden
Çatırtılar geliyor karanlık kubbemizden
Ali ALTAYLI