Bu yazıyı yazmaya karar verip bilgisayarımın başına geçtiğim anda yaşlı bir amca geldi. Selam verdi, derdini anlatmaya başladı. Bir esnaftan bir ay önce palalı marka 42 numara çizme aldım. Sonra düşündüm ki bu çizmeyi kışın da giyerim, bir numara büyüğüne değiştireyim diye çizmeyi aldığım esnafın yanına gittim. Bir ay önce çizmeyi aldığım esnaf, çizmeyi hiç giymediğim halde 43 numaraya değişmedi, diyerek konuşmasına devam etti.
-Acaba siz yardımcı olabilir misiniz, dedi.
-Eğer, depoda bir numara büyüğü varsa yardımcı olayım, dedim.
Depoda varmış bir numara büyüğü, amcaya verdik, işi görüldü. Memnun ve ağzı dualı bir şekilde işyerimizden ayrıldı.
Çok küçük bir olay; ama niçin işleri zorlaştırıyoruz anlamıyorum.
Bırakın çok büyük meseleleri, en küçük mesele de bile biz insanlar birbirimizin işini zorlaştırıyor, birbirimize zulmediyoruz.
Hiç bizim işimiz başkasına düşmeyecekmiş gibi dünyaya kök salacakmışız gibi kendimize yapılmasını istemediğimiz şeyleri başkasına yapıyor, onların huzurunu kaçırıyor, kötü sözlerine muhatap oluyoruz.
Bir duvar yazısında okumuştum:
“ Biz insanların yaptıklarını görünce hayvanları daha çok seviyorum.”
Dünyada çok az bir süre kalacak olan biz insanlar birbirimizin en küçük bir işini dahi niçin yapmak istemiyoruz, birbirimizi niye yoruyor, görmesin gözüm, dedirtiyoruz.
Özellikle birbirlerini en çok tanıyan, belirli bir hukuku olan biz insanlar birbirimizi çok yoruyoruz.
Peki, neden?
Beş sebebi var:
“Kolaylaştırınız, zorlaştırmayınız! Müjdeleyiniz, nefret ettirmeyiniz! Birbirinizle anlaşın, iyi geçinin, ihtilâfa düşmeyin!” kutsi düsturunu unutmamız.
*Bazen işimize gelmeyince her şeyi unutuyor, çıkarımızın ışığına doğru yürüyoruz. Zorlaştırdığımızda hayatın bize de zor olacağını unutuyoruz.
“Dünyaya rağbet etme ki Allah seni sevsin. İnsanların elinde bulunan şeylere göz dikme ki insanlar da seni sevsin.” yine bu kutsi düsturu da unutmamız.
*Dünya ve içindekilerin tutkulu sevgisi özümüzde dal budak salarak yeşermesi. Kendi kazanımlarımızı, elimizdekileri unutup başkalarının muhasebesini tutmamız. Kıskançlık hastalığına tutularak hem kendimize hem de başkalarına zarar vermemiz. Kıskançlık ve aşırı dünya sevgimiz, tek dünyalı programlarımız dünyayı çekilmez kılıyor.
“Kul kardeşinin yardımında bulunduğu sürece, Allah da kuluna yardım eder.” yine bu kutsi düsturu da hayatımıza yansıtamamamız.
*Aslında başkalarına yardım ederek, onların işlerini kolaylaştırarak ilk önce kendimize yardım etmiş oluyoruz. Rabbimizin yardımını kendimize doğru çekiyoruz. Başkalarının işini zorlaştırarak aslında kendi geleceğimizi zorlaştırıyoruz.
“Neden sonra farkına varıyor insan, ayağına takılan bütün taşları, yoluna kendi döşediğinin.” tam olarak kime ait olduğunu bilmediğim bu söz, bize en büyük zararın yine kendimizden geldiğini söyler.
*Özellikle yakınlarımızın ne öldüğünü istiyoruz ne de onduğunu istiyoruz. Yukarılara doğru çıkan bir yakınımızı eteğinden tutuyor, çekmeye başlıyoruz. “Neye ben değil de o” yanlış, hastalıklı düşüncesi ilişkileri bozuyor, işleri zorlaştırıyor, akrabalık bağlarını koparıyor. Aslında bir gün ve çok yakın bir zamanda ektiğimizi biçeceğimizi unutuyoruz.
*Mehmet Akif Ersoy mısralarında biz insanların yüzsüzlüğünden ve hilekârlığından bahseder:
Yüzsüzdür insanoğlu kimse bilmez fendini (hile, düzen)
Kime iyilik yaptıysan ondan koru kendini
Bu mısralar gibi bazı sözlerin yanlış anlaşılması. İyilik yapmanın bize zarar verdiğini düşünmemiz. Mehmet Akif Ersoy bu beyitte insanların hilesine akıl sır ermez, onlara karşı dikkatli ol diyor. Bir anda karşına geçer, dostken düşmanın olabilir, diyor. Çiğ süt emmiş, nankörlükte sınır tanımayan, her zaman iyiliği takdir etmeyen biz insanlara karşı uyanık ol, diyor. İnsanların işini zorlaştır, elinden gelen küçük bir iyiliği de esirge demiyor. Sadece yaptığın iyiliğin karşılığını her zaman insanlar takdir etmeyeceğini, hatta zarar bile görebileceğini ama bunu ahirete bir yatırım olarak görmen gerektiğini, kuldan beklemek yerine karşılığını Yaratıcıdan beklemek gerektiği noktasında düşünmemizi ister.
Özetle:
İnsan insanının işini kolaylaştırışa yurdu oluyor, zorlaştırırsa kurdu oluyor.
Sevgi ve muhabbete yatırım yaparsa yurdu oluyor, kin ve nefreti beslerse kurdu oluyor.
Kendisini yetiştirirse yurdu oluyor, cahil bıraksa kurdu oluyor.
İki dünyalı yaşarsa yurdu oluyor, tek dünyalı yaşayarak ölümü unutursa kurdu oluyor.
Dengeli yaşamayı bilirse yurdu oluyor, hırsla ölçüyü kaçırırsa kurdu oluyor.
Küçük bir iyiliği bile takdir edebilirse yurdu oluyor, bütün kazanımları çabuk unutuyorsa kurdu oluyor.
Aşkın bir düşünme şekline, net bir vizyona sahip olmayı başarabilirse yurdu oluyor; düşünce fakiri, boş işlerle gününe gün eklerse kurdu oluyor.
Eline kitap almayı, dilini güzel söz ile süslemeyi, olumlu duygularını beslemeyi başarabiliyorsa yurdu oluyor; bir tek kitap bile okumadan ekranlar karşısında ömür tüketiyorsa kurdu oluyor.
Aklını ve kalbini maneviyata açıyorsa yurdu oluyor, hazzını ve çıkarını putlaştırıyorsa kurdu oluyor.
Beynini, özünü, cebini, çevresini güzelleştirirse yurdu oluyor; bunları fakirleştirir, arkadaş çevresini iyi seçmezse kurdu oluyor.
Kimseden bir şey beklemeyerek emeğine ve üretimine güvenirse yurdu oluyor; rahatını kutsayıp beklenti içinde yaşayarak kurdu oluyor.
Hak ve halk ile sağlıklı iletişim kurabilirse yurdu oluyor; iletişim yönüyle problemli olursa kurdu oluyor.
Ali ALTAYLI