Dünyaya insan olarak gelmek Rabbimizin bize verdiği değeri gösteriyor. Varlıkların seçilmişi olarak dünyaya gelmek biz insanlara verilmiş en büyük hediyedir. Yaratmadaki tek yetkili güç Rabbimizdir. Bir annenin, bir hayvanın, bir toprağın karnına canlıları yerleştiren yerin göğün sahibi her şeyi hakkıyla bilen, bizleri gören, gözeten Yaratıcımızdır. Bir dağda taş, bir ıssız çölde bir bitki, bir bahçede meyve vermeyen bir söğüt ağacı; ayaksız, iki ayaklı, dört ayaklı bir hayvan da olabilirdik. Seçme özgürlüğü bize verilmemiş, Rabbimizin seçimi, yaratması sonucu yeryüzünde farklı canlı türleri olarak var oluyoruz: Bitkiler, ağaçlar, hayvanlar biz insanlar olarak.
Bitkiler, ağaçlar ve hayvanların makamları sabit ve durağan. Biz insanlar gibi yükseliş ve düşüşleri, büyük değişimleri yok. İmtihana tabi değiller, yeme içme ve cinsellikte belirli bir sınırları yok. Ahlaklı, erdemli yaşayarak ruhlarını özgürleştirip benlik, gösteriş, kıskançlık gibi manevi hastalıklarla mücadele ederek cennet ve cemâlullah talepleri yok onların. Akılları olmadığı için derin farkındalıkları, üzüntüleri, çileleri, mutlulukları, tecrübeleri, geçmiş ve gelecek kaygılar, büyük kin nefretleri de yok onların.
Tin Sûresi 4.5.6. ayetlerde Rabbimiz biz insanlardaki yükseliş ve düşüş gerçeğini vurgular:
“Biz insanı en güzel bir biçimde yarattık, sonra da çevirdik esfel-i sâfilîne (aşağıların aşağısına) attık. Ancak iman edip yararlı ameller yapan kimseler başka! Onlar için bitmez tükenmez bir mükâfat vardır.
Divan edebiyatının son büyük ustası Şeyh Galip, biz insanları yaratılmışların gözbebeği olarak görür.
Hoşça bak zâtına kim zübde-i âlemsin sen
Merdüm-i dîde-i ekvân olan âdemsin sen
(Ey insan evladı! Kendine saygıyla yaklaş, değerinin farkında ol; çünkü sen kâinattaki yaratılmışların özü, gözbebeği olan insansın.)
Ziya Paşa, varlıkların gözbebeği olan biz insanların üzerine düşen sorumluluğu hakkıyla yerine getirmediğinde, ölümlü olduğunu unutup iki dünyalı yaşama şuurundan uzaklaştığında; tahkiki imanını, ahlakını, hakkaniyetini kaybettiğinde; hazzına, benciliğine, egosunu putlaştırmaya, aşırı konfor ve rahatlığa yöneldiğinde, kötü alışkanlık bataklığından kurtulamadığında insan görünümündeki eşeklere benzetir.
Dehri arasan bin de bir âdem bulamazsın
Âdem görünen harları âdem mi sanırsın?
(Dünyayı arasan binde bir insan bulamazsın, insan görünümündeki eşekleri insan mı sanıyorsun?)
Cengiz Aytmatov’ un anıt mezarında şöyle yazıyor: “Bir insan için en zor şey her gün insan kalabilmektir.”
Söz vermek çok kolay sözünde durmak ise çok zor, deriz. Bunun gibi insan olarak dünyaya gelmek kolay, zor olan ise insan kalarak yaşamak ve ölmek.
Hafız-ı Şirazi ağlayarak dünyaya ilk adımımızı attığımız bu dünyadan memnun ve gülerek ayrılmanın, bir insan için en büyük kazanım olarak görür:
Yâdında mı doğduğun zamanlar?
Sen ağlar idin, gülerdi âlem
Bir öyle ömür geçir ki, olsun
Mevtin sana hande halka matem.
(Hatırında mı doğduğun zamanlar? Sen doğduğunda ağlıyordun, senden başka herkes gülüyordu. Öyle güzel yaşa ki bu hayatı, ölümün sana mutluluk; başkalarına hüzün, gözyaşı olsun.)
Sakız Adalı Osman Nevres, dünyanın her gün dolan boşalan bir han olduğunu, önemli olan yaşamanın hakkını vermek, çocukluktaki masumiyeti koruyarak temiz bir şekilde bu dünyadan ayrılmak olduğunu söyler:
Nevres selim ü pak gelip gitmedir hüner
Yohsa cihana günde bin âdem gelir gider
(Önemli olan temiz bir şekilde bu dünyadan ayrılmak. Yoksa dünyaya günde bin insan gelir, dünyadan bin insan gider.)
Çocukları görünce onlara hayran olur, sever, gülücükler gönderir, şeker, para verir, şakalar yaparız. Onlara karşı sevgi uyanır özümüzden farkında olmadan. Büyüyünce ne oluyor da sevimliliğimizi kaybediyor, görmesin gözüm oluyor, benden uzak Hakka yakın olsun, ölürsem kabrime gelmesin, defterden sildim onu dedirtiyoruz kendimize.
Hatta öyle kötü bir yaşantıya sahip olabiliyoruz ki, dünyada kaldığımız sürece insanlar bizden yaka silker duruma geliyor.
Lâedrî bu gerçeği ne güzel ifade etmiş:
Ne kendi eyledi rahat ne halka verdi huzur
Yıkıldı gitti cihandan dayansın ehl-i kubur
( Ne kendisi rahat etti ne de halka huzur verdi. Bu dünyadan yıkılıp gitti artık dünyadakiler rahat etsin, kabirdekiler katlansın.)
Bazı insanlar vardır yaşarken unutulur. Bazı insanlar da vardır öldüğünde dahi hizmet eder insanlığa. Bu insanların eli öpülür, hayırla anılır. Her daim hem halk hem de Hak katında değerli olma özelliğini korur bu insanlar. Çağları aşar fikirleri, her gün yeniden doğarlar; çünkü aşkın bir ruhla himmeti milleti olmuş bu insanlar gönüllerde, hafızalarda yaşamayı başarmışlardır. Sayıları az olsa da tesirleri çoktur bu insanların.
Melekleri bile geçme potansiyeline sahip biz insanlar, çocuklar gibi temiz olma kabiliyeti bulunan biz insanlar niçin raydan çıktık, çirkinleştik, insani vasfımızı kaybettik gelin birkaç maddede bu konuya değinerek bugünkü yazımızı sonlandıralım:
Öğrenme yolculuğumuzu diri ve canlı tutmak yerine, nefsani arzularımızın peşinden gitmeyi yeğledik.
İnterneti kendi gelişimimize basamak yapmak yerine, zararı faydasından çok işler için kullandık.
Gösteriş hastalığı bizim ruhsal yapımızı bozdu, içerde kaybettiğimiz sevgi ve muhabbeti dışarda devşirmeye başladık.
Özgüvenli insan yetiştirelim diyerek fıtrata konulmuş eksikliklerimizi unuttuk. Benliği, egosu boyundan büyük bir yığın insan boy göstermeye başladı.
Dünya ve içindekilerin sevgisi sonsuzluk sevgimize üstün gelmeyi başardı.
Değer ve kıymeti malda mülkte, makamda, şan ve şöhrette dış kazanımlarda aradık. Değer ve kıymetin özümüzde, kültürümüzde, ilim yolculuğunda, içsel ve beyinsel kirlerden arınmakta olduğunu, Rabbimizin kitabında ve elçisinde olduğunu unuttuk.
Özgürleşmek istedik, hayatımıza kimsenin müdahale etmesini istemedik. Yaratıcıyı ya tanımak istemedik ya da bize karışmaz dedik. Özgürleştik özgürleşmeye; ama bu sefer de konforun, gösterişin, hazlarımızı bizi köleleştirdi.
Her gün doğan güneşle birlikte var olacağımızı zannettik, bir gün sevdiklerimize elveda bile diyemeden bu dünyadan ayrılacağımızı unuttuk.
ALİ ALTAYLI