Bu yazıyı sabırla ve üzerinde kafa yorarak sonuna kadar önce anne babalar sonra herkes okursa kıvanç duyarım. Dün akşam üzeri işyerinden eve döndükten sonra çocuklarla markete gittik. Altı yaşında olan evin küçüğü Yusuf Musab dondurma istedi. Oğlum! Hemen hemen her gün dondurma istiyorsun, bugün de almayalım dedim. Markette huzursuzluk çıkarmaya başladı. Sakinleşsin ve bizi de etrafa mahcup etmesin diye istediği markadan dondurmayı aldık. Yusuf Musab yine istediğini yaptırmakta başarılı oldu bizim bir türlü önüne geçmekte zorlandığımız aşırı şefkat duygumuzu kullanarak. Bugün sabah evin büyük oğlu sekiz yaşındaki Halil Muaz’ı kursa götürüyorduk. Kurs 9.00 başlıyor, 12.00 de bitiyor. Hanım, çocuğa beslenme katmayı unuttuğunu söyledi. Halil Muaz’a dönerek oğlum, ders başlamak üzere geciktik; bugün ara öğünü yemesen olmaz mı dedim. Yani üç saat yemeyeceksin. Eşim, Yasemin Hanım çocuk dayanamaz acıkır, dedi. Yol güzergâhında bir pastaneden simit ve meyve suyu aldık ve kursa bıraktık. Kurs bitiminde gerçek hayatla erken tanışsınlar diye işyerinde ufak tefek işler yaptırmaya başladım; biraz sıkıyı görünce biz annemizi isteriz, demeye başladılar. Yeme içme ve diğer ihtiyaçlarını gördürdükten sonra işyerinde durmak istemiyorlar.
Kendi çocukluk yıllarımı düşündüm, o zorlu ve çoğu imkândan yoksun yıllarımı. Kendi çocuklarıma ve ülkemin çocuklarının geneline şöyle bir göz gezdirdim hem sevindim hem üzüldüm. Sevindim bizden imkân yönüyle daha iyi şartlarda yaşıyorlar, eğitim imkânları geniş. Üzüldüm; çünkü olmayan bir dünyada yaşıyorlar, anne babanın aşırı şefkati ve korumacı tutumu çocukların dayanıklılığını, gerçek hayat deneyimlerini, sorun çözme kabiliyetlerini alıp götürüyor.
Milli Eğitim Müfettişi Doğan Ceylan Bey’in “Duygusuz Nesil Tehlikesi” başlıklı raporundaki tespitleri sarsıcı, düşündürücü, endişe uyandırıcıdır.
DUYGUSUZ NESİL TEHLİKESİ:
Hayatın gerçekliklerinden habersiz, duygusuz ve bencil bir nesil geliyor. Şehitler için gözyaşı döken kendi ana babalarını anlamıyorlar. Başkalarının çocukları için ağlamaya anlam veremiyorlar. Yanı başımızdaki savaşlar, acı çeken çocuklar, ölen on binlerce insan onları hiç ilgilendirmiyor. Tüm acı gerçekleri çizgi film tadında izliyorlar ve yürekleri hiç acımıyor. Hayatlarının odağındaki tek şey eğlenmek. Eğlenemedikleri tüm zamanları kendilerine bir işkence olarak görüyorlar.
Kendileri için yapılan fedakârlıkların hiç farkında değiller. Kıymet bilmiyorlar ve vefasızlar. Herkesi kendine hizmet etmek için yaratılmış görüyorlar.
İnsanlara verdikleri değer, onların isteklerini yerine getirebildikleri ve ne kadar eğlendirdikleriyle orantılı. Hayatlarında eğlenmeden başka bir amaç olmadığı için artık tek eğlence kaynağına dönmüş telefon ve tabletlerini ellerinden aldığınızda dünyanın sonunun geldiğini zannediyorlar.
Geçmiş onları pek ilgilendirmiyor, atalarımıza karşı vefasızlar. Dedelerinin canlan, kanları pahasına vermediği vatan toprağını en iyi fiyatı verene satacak kadar maneviyattan yoksunlar. Vatan, onlar için son model bir cep telefonundan daha değersiz. Milletimizin geleceği açısından endişeleniyorum. 20 yıl sonra bu nesil, nasıl ana-baba olacak?
Kendine hayrı olmayan bu nesil nasıl çocuk yetiştirecek? Evlerini nasıl idare edebilecek? Ülkeyi nasıl yönetecek? Vatanı nasıl savunup can verecek? Bütün bunlar neden oluyor izah edeyim.
Altın kafeslerde çocuklar yetiştiriyoruz artık. Uçmayı bilmeyen kuşlar gibi. Çocuklar hayattan bihaber. Açlık nedir bilmiyorlar, yedikleri önlerinde yemedikleri arkalarında, acıkmalarına fırsat bile vermiyoruz. Öyle ki yemek yemeyi bile işkence görür hale geliyorlar. Susuzluk nedir hiç bilmiyorlar. Hiç susuz kalmamışlar. Üç adımlık yolda bile susarlar diye yanımızda içecek taşıyoruz. Çocuk daha “susadım” demeden ağzına suyu dayıyoruz. Çocuklar hiç üşümüyorlar. Soğuk havalarda evden çıkarmıyoruz. Okula giderken kırk kat sarmalayıp çıkarıyoruz dışarı, hiç titremiyorlar. Çocuklar hiç ıslanmıyorlar, evden arabaya kadar bile üç metrelik mesafede şemsiyesini başına tutuyoruz. Saçına bir tek yağmur damlası düşürmüyoruz. Bu yüzden çocuklar ıslanmak nedir bilmiyorlar. Yorgunluk nedir bilmiyor çocuklar. İki adımlık mesafelere bile arabayla götürüyoruz onları yorulmasınlar diye. Birazcık parkta koşsalar, hasta olacak diye engel oluyoruz. Onlar takatleri tükenecek kadar hiç yorulmuyorlar. Yokluk nedir bilmiyorlar, daha istemeden her şeyi önlerine sunuyoruz. Bu yüzden varlığın kıymetini bilmiyorlar.
Onlar bir yanığın veya bıçak kesiğinin acısını bilmiyorlar. Elleri yanmasın, kesilmesin sakın diye onlara ne bıçak tutturuyor ne ocak yaktırıyoruz. Çocuklar hissetmiyor yaşamı, açlığı bilmediği için açlara acımıyor, üşümek nedir bilmedikleri için sokaktaki evsizleri umursamıyor. Yokluk nedir bilmedikleri için ekmeğe gelen zam onların dikkatini bile çekmiyor, haber kalabalığı olarak görüyor, gülüp geçiyorlar. Sıcak odalarında yaşadıkları için evsizlik nedir, sürgün nedir anlamıyor, savaşları, kurşunlanan, ölen insanları umursamıyorlar. Acımıyorlar…
Kıymetini bilmiyorlar ekmeğin, elbisenin, barışın ve huzurun, ana babanın…. Müdahale edilmezse gelecek iyi şeyler getirmeyecek güzel ülkemize. Bu sorunu Devlet derinden hissetmeli. Bu sorunun çözümü için ciddi çalıştaylar düzenlenmeli. Öğretim programları ve ders materyalleri revize edilmeli. Okulların duygu eğitimi konusunda rolleri artırılmalı. Geç kalınmadan bu sorun mutlaka çözülmeli. Bu sorun çözülmezse ülke çözülecek…
Bu tespitlerin çoğuna katılmamak elde değil, çok yerinde ve doğru.
Dünya genelinde boşanmalar azımsanmayacak şekilde artıyor ya da evlenip sorumluluk almak istemeyen bir yığın insan yaşıyor. İş hayatında dikiş tutturamayan pırıl pırıl gençlerimizi kim bu hale getirdi hiç düşündünüz mü?
Önce biz anne babalar ve yakın çevre çocukları hakkıyla yetiştiremedik.
Anne babanın çocuklarını prens ve prenses gibi yetiştirmede istekli olması; kızım, oğlum ben görmedim sen gör demesi, sorumluluk vermeyerek hayat yükünü kendi omuzlaması, özellikle erkek evlatlarını belirli süreliğine evden uzaklaştırıp iş hayatıyla hayatın gerçekleriyle tanıştırmamaları, benim param oğluma da torunuma da yeter denmesi, isteklerinin anlık yerine getirilmesi, ergenlik çağına girmiş kız ve oğlana bile evde hizmetçilik yapmada biz anne babanın gönüllü olması, anne babanın bir iki çocuk yapması bunların da vazgeçilmez, çok değerli olması bunu çocuğun kullanması, annenin erkek evladını kendisi için büyütmesi ve paylaşamaması, babanın erkek evladıyla doğru iletişim kurarak dışardaki tehliklerden oğlunu haberdar etmemesi, hakkıyla gerçek hayata hazırlamaması, annenin evlenecek yetişkin kızına sorumluluklarını hatırlatması yerine kendini ezdirme, dik dur olmazsa gel sana biz bakarız demesi, çocukları susturmak için ellerine verdiğimiz ekranlarda sağlıklarını, ahlaklarını, sabırlarını, arkadaşlarını kaybetmesi.
Evet, çocuklar hakkıyla yetişmiyor.
Kim hakkıyla yetiştiremiyor?
Bizler.
Peki, öz evlatlarımızı biz yetiştirmezsek onlara güzel model olmazsak başka kim yetiştirebilir?
Hiç kimse.
Peki, biz anne babalar neredeyiz?
Çocukların geleceğini kurtaralım diye çalışma hayatında, ekranlarda, farklı dünyalarda.
Geleceğimiz çocuklarımızdır, dünyadaki en kıymetli varlıklarımız çocuklarımızdır, ülkemizi daha güzel yarınlara taşıyacak çocuklarımızdır. Geleceğin yöneticileri çocuklarımızdır. Geleceğe yön verecek olan, çağrısı çağını kuracak olan çocuklarımızdır. Milli ve manevi dinamiklerimizin koruyucusu çocuklarımızdır. Bu gerçeği bir kez daha düşünerek millet olarak ebeveynliğimizi tekrar gözden geçirsek ne kaybederiz.
ALİ ALTAYLI