Bu asırda, kaybettiğimiz bir şey var her şeyimiz olan. Bizleri çıkmaz sokaklardan kurtaracak, gönül sızımızı dindirecek, canlılıktaki hakiki zevk ve lezzeti bize verecek olan her şeyimiz. Bütün problemlerimizin çözümü; çalkantılarımızın, yokuşlarımızın, iç ve dış çatışmalarımızın çözümü bu adreste. Kimileri adresi bilmiyor. Kimileri biliyor, gitmiyor. Kimileri de biliyor, gidiyor, yaşamıyor. Çok azımızda biliyor, gidiyor, yaşamaya çalışıyor.
Biz insanların gözünde ve yüzünde bir memnuniyetsizliğin belirtileri var. Yüzümüz daha az gülüyor, ağzımızdan güzel sözcükler daha az çıkar oldu. Daha az birbirimizle sohbet eder, daha az selamlaşır olduk. Hepimiz bir arayışın peşindeyiz. Göz ve gönlümüz aradığını bulma telaşında. Aradıklarımızı bulduğumuzda çok az da olsa mutluluğu yaşama düşüncesindeyiz. Zihnimiz ve kalbimiz arayış içinde, kafesteki kuşlar gibi gerçek özgürlük peşinde.
Biz, bu asrın insanları neyi aramaktayız? Aradığımızı bulduğumuzda, doyumsuzluğumuz niçin artmaktadır? Yanlış adreslerde değer aramak bizden neleri götürdü? İçsel dinginliğimiz niçin metcezirli? Akıllı telefonlar gerçekten bilgi ahlakı ve özgürlüğüne mi hizmet ediyor? Dünyanın başka bir ucundaki insanın huzuru, zenginliği, konforlu yaşamı niçin bizim küçük dünyamızdaki huzuru gideriyor? Kendimizle ilişkimiz, ikili ilişkilerimiz para ile olan ilişkimiz niçin sıkıntılı bir hal aldı? Üzerine oturduğumuz hazine sandığının ne zaman farkına varmayı düşünüyoruz? İçinde doğup büyüdüğümüz medeniyetin dinamiklerini ne zaman hayat prensibi haline getirmeyi düşlüyoruz?
Hz. İbrahim neyi arıyordu?
Hz. Ali (ra) neyi arıyordu?
Abdulkâdir Geylânî Hazretleri neyi arıyordu?
İbrahim bin Edhem Hazretleri neyi arıyordu?
Hz. Mevlana neyi arıyordu?
Yunus Emre neyi arıyordu?
Bediüzzaman Said Nursi neyi arıyordu?
Mehmet Akif Ersoy neyi arıyordu?
Necip Fazıl Kısakürek neyi aramaya başladı?
Arayış aşamasındaki şu mısraları, bize ne söyler?
Tam otuz yıl saatim işlemiş, ben durmuşum;
Gökyüzünden habersiz, uçurtma uçurmuşum…
*
Anladım işi, sanat Allah’ı aramakmış;
Marifet bu, gerisi çelik çomakmış…
*
Öleceğiz müjdeler olsun, müjdeler olsun!
Ölümü de öldüren Rabbe secdeler olsun!
Bunun gibi dünyada ve ülkemizde yetişmiş, aşkın ruhlu insanlar neyin peşindeydi? Onların devrinde yaşamış ve toprak altında yatan bir yığın insanın ismi cismi niçin unutuldu? Acaba peşi sıra gittikleri yol, arayış, uğraş çıkmaz sokak mıydı? Bu yüzden mi çabuk unutulup ismi cismi zihinlerden ve gönüllerden silindi.
Aradığını bulan insanların, gerçekten bulduğu neydi? Eğer aradıklarımızın, peşinde bir ömür koştuklarımızın aşağıdaki sıraladıklarım arasında birçoğu yoksa bir ömür, boşa kürek çekmenin ötesinde bir kârımız olmayacaktır. Huzursuzluğumuz, sağlıksızlığımız, şikâyetimiz, doyumsuzluğumuz kendimizle ve diğer insanlarla savaşımız her geçen gün artacak demektir.
Allah’ı, ölümü öldüreni arayan
Peygamberleri arayan
İmanı, ihsanı, ihlası arayan
İlmi, kitapları arayan
Tevhidi dürüstlüğü arayan
Ahlakı ve iffeti arayan
Salih dostları arayan
Her gün dua edebilme aşkını kendinde arayan
Şükrü, tefekkürü, sabrı, tevekkülü, rızayı arayan
Sonsuzluğu arayan insanların içindeysek ne mutlu bize!
Aradığını bulamayan insanlar, neyin peşinde ömür çürütmektedir? Rüzgârda savrulan çöp kırıntıları gibi savrulduklarının ne zaman farkına varacaklar? Altmış, yetmiş yaşında sahillerde zamparalık yapan yaşlılar neyin peşindeler? Belediyenin açtığı büfede ucuz ekmek sırasına girmekten utanmayan, hali vakti yerinde yaşlı neyin derdinde? Akıllı telefonlardan nefsinin kendisini ve geleceğini yutmasına izin veren biz insanlar neyin peşinde? Çalışmayı, üretmeyi sevmeyerek sevdiklerine, ülkesine ve insanlığa hizmet etmeyi erteleyen kahve köşelerinde, kafelerde zaman öldüren biz insanlar neyin davasındayız?
Eğer peşinde canhıraş koştuklarımız, aradıklarımız, aşağıdaki sıraladıklarımsa kaybediyoruz, yavaş yavaş çürüyoruz ve toprağa girmeden yavaş yavaş unutuluyoruz demektir.
Aklı ve kalbi peşinde sürükleyen, Hak yoldan şaşırtan nefsimize dur diyemiyorsak
Para, mal mülk, her türlü kazanımlarımız bizim putumuz olmuşsa ve her şey olarak görüyorsak
Günlük, haftalık, aylık kendi kişisel gelişimimize zaman ayırmayıp imanımızı ve bilgilerimizi yenileyip beslemiyorsak
Rabbimizin verdiklerinden gücümüze göre vererek, cömertliğimizi güncellemiyorsak
Kötü çevre ve alışkanlık bataklığından bir türlü çıkamıyorsak
Kendimizle uğraşıp yanlışlarımızı tedavi etmek yerine, başkalarıyla uğraşarak zihnimizi ve özümüzü kirletiyorsak
Rabbimizin (cc) ve Resulünün (sav) yolunda yürüme derdini taşımıyorsak
Kendi sevgimiz, enaniyetimiz, övgü ve alkış beklentimiz Hakkın sevgisinin önüne geçmişse
Şirk, kul hakkı, gösteriş, dışta değer arama yönüyle sınıfta kalma adayıysak
Hakla insanlarla ve diğer canlılarla iletişimimiz, ilişkimiz istenilen düzeyde değilse
Tek dünyalı yaşıyorsak, yatırımımız sadece bu dünya içinse kaybımız çok büyük demektir.
Abdulkadir Geylani Hazretleri “Kalp Gözü” isimli kitabındaki alıntıya kulak vererek bugünkü yazımızı bitirelim:
“Bu yolun sağlam ve gerçek yolcuları hep birbirlerine benzerler. Yalnız Peygamberin adetlerine uyarlar. Bu yolda ne zor vardır ne de fıtri hallere aykırı bir hareket. Akla ve düşünceye hükmeden bir dinden daha iyisi olur mu? Olsa da onun gibi olur.”
“Sizden öncekileri yetiştiren bir din, sizi neden yetiştirmesin. Onlar sizden daha bilgisizdi. Akılları sizin kadar iyi seçmiyordu; ama onlarda manevi çöküntü yoktu. Manevi çöküntü sizleri yıktı, berbat etti. Maddi her şeyin iyisini ararsınız; manevi olunca durmaz, kaçarsınız. Aklınız gözünüzün gördüğünü kabul eder, görmediklerini kabul etmiyorsunuz; ama işinize gelen olursa kabul etmekten de dönmüyorsunuz. Birine bir kuruş verirsen gelecek milyarı beklersin. Bu nasıl olabilir, olmayacak bir işe kendinizi sonuna kadar açarsınız. Ama icabında Kur’an okur onun emirlerini dinler, sonra da böyle bir şey olmaz, der geçersiniz. Ne var ki, kafan kuru tahtaya değince hepsini daha iyi anlarsın. Yazıktır! Kur’an’ı ezber ediyor, sonra da onun buyruklarını tutmuyorsunuz.”
ALİ ALTAYLI