Narsisim nedir, öncelikle bu kelimenin anlam içeriğini tanımaya çalışalım. Narsist kelimesi, köken olarak Yunan mitolojisine dayanmaktadır. Kelime, mitolojik kahraman Narkissos’dan türemiştir. Narsist kelime anlamı olarak benmerkezci, kendine hayran olan, fiziksel görünümüne aşırı önem veren, başkalarına tepeden bakan kişi anlamındadır. Türk dil kurumu tarafından Türkçeye “özsever” olarak çevrilmiştir.
Anlatılanlara göre Narkissos, bir gün nehrin kıyısında su içmek için eğilir ve su üzerinde bir yansıma görür. Gördüğü ve kendisine ait olan bu yansımaya âşık olur. Su üzerindeki bu yansımanın başında günlerce bekler. Yemek yemeden su içmeden nehrin kıyısında kendini seyreder ve bir zaman sonra ölüm haberi alınır.
Az çok hepimiz kendimizi değerli görür, sevmede aşırılığa kaçar, bazı özelliklerimizi daha çok önemseriz. Bazen egomuz tavan bile yapabilir. Bazen olumlu eleştiriye bile kendimizi kapatabiliriz. Bu “bazen”ler insan ilişkilerimizi bozmaya ve “süreklilik” göstermeye başladığı, insanlar bizi sevmemeye ve bizden uzaklaşmaya başladığı zaman sorun var demektir.
Soğan, sarımsak, sigara, alkol kokusu nasıl kendini bir toplumda hemencecik belli ederse narsist kişilik özelliği olan insanlar da kendini hemen belli eder. İtici, soğuk, bencil, kibirli özellikleriyle göze çarparlar.
Uzmanlara göre genellikle ilaçla tedavi edilmesi mümkün olmayan bu kişilik bozukluğunun yüzde yüz bir tedavisi yoktur. Bu kişilerle uzun süre beraber yaşamak yıpratıcı ve yorucudur. Hakiki dost çevreleri azdır, genellikle yalnızlığa kendilerini mahkûm etmiş insan grubundan oluşur. Sadece kendileri için yaşadıkları için başkalarına çoğu zaman faydalı olamazlar ve başkalarını gönülden sevemez, uzun süre insanlarla iletişimde kalamazlar.
Uzmanlara göre narsist kişilerin ortak özellikleri şunlardır:
Empati duygusundan yoksundurlar.
Kendilerini eleştiriye kapatırlar.
Manipüle edici davranışlar sergilerler.
Diğer bireyleri kendi kazanımları için kullanırlar.
Sürekli haklı çıkacağı ortamları yaratıp onaylanmak isterler.
Sürekli övgü bekler ve bunun için baskı ortamı kurarlar.
İnsanların kendilerine hizmet etme durumunda olduklarını düşünürler.
Kendi yetenek ve başarılarını abartıp, kendilerini çok üstün görürler.
Sınırsız başarı, güç, mükemmellik, güzellik ve ideal aşk fantezileriyle meşgul olurlar.
Diğer insanları kendinden daha yeteneksiz, daha başarısız, daha az zeki ve daha az güzel bulurlar.
Büyüklenmeci tavır sergilerler, gereğinden fazla beğenilme ihtiyacı hissederler, kendilerini başkalarının yerine koyup onları anlamaya çalışmazlar.
Bir grubun içerisinde özel muameleyi hak ettiklerini düşünürler, o toplumun en üstündeki kişi olduğunu iddia ederler.
Özel ve benzersiz olduğuna inanırlar ve sadece diğer özel veya yüksek statülü kişiler tarafından anlaşılacağını düşünürler.
Genellikle bu bozukluğun temelinde çocuklukta yaşanılan değersizlik ve sevgisizlik gibi kavramlar vardır.
Ne kadar dışarıya özgüven sahibi gözükseler de, içlerinde kendilerine olan güven kavramı kırılgandır ve bunu göstermek en büyük korkularıdır.
Dünyada ikinci yükselen trend ise hedonizmdir. Ekranlardaki bazı programlar, film, sinema kültürü, moda, aşırı tüketime yönelik harcamalar, bazı mekânlar hedonizme hizmet etmektedir.
Hedoniz nedir?
Hedonizm Türkçede ‘hazcılık’ olarak adlandırabileceğimiz, eski Yunanca da ‘hedone’ (haz, zevk) anlamlarına geliyor. Temel öğretisi hayattaki en yüksek değerin haz (bedensel zevkler irdelenerek) olduğu, ideal yaşama bu yolla ulaşılacağını savunan bir felsefi görüştür.
Bas bas paraları Leyla’ya, bir daha mı geleceğiz dünyaya düşüncesi, anı yaşa gerisini çok düşünme mantığı; ye, iç, eğlen dünya geçici görüşü; önce ben ve benim kurallarım, çıkarlarım düşüncesi; nefsinin peşinden git, pişman olmazsın yanılgısı; insan hazları, midesi ve tenasül organı için yaşamalı varsayımı; konfor, keyif, rahatlık, anlık hazlar bizi uçurur düşüncesi hedonizm değirmenine su taşımaktadır.
Uzman Psikolog Bülent Korkmaz’ın bu konudaki görüşleri yaklaşan tehlikenin, toplumsal bozulmanın, değerlerin aşınmasının ne denli büyük olduğunu gösterir:
“Günümüzde dünyada ve özellikle ülkemizde de ne yazık ki yükselen bir trend olarak karşımızda duran hedonizm insanlık yaşamı için ciddi tehlike boyutlarındadır. Bu trendin (yükselen değerin) etkisi altında veya tutsağı olan milyonlarca insan, yaşamında sadece yeme-içme, eğlence ve cinsel hazzı ön planda tutan, sadece bedensel haz doyumuna ulaşmayı temel yaşam prensibi olarak gören bir anlayış ve yaşayış biçimi içindedir. Özellikle gençlerin (aslında kabaca 15-40 yaş aralığı diyebiliriz) tehdit altında olduğu bu akıma kapılan insanlar, yaşamlarını tamamen zevk almaya yönelik olarak planlamakta, eylemleri hep buna yönelik olmaktadır. Buna ulaşacakları yolda da karşılaştıkları engelleri aşacak tüm ahlaki olmayan, yasal olmayan tutum ve davranışları da gösteren dejenere olmuş bir insan topluluğundan söz ediyorum. Bu kişiler çoğunlukla parasal açıdan pek sorunu olmayan, narsisist kişilik özellikleri gösteren; benmerkezci ve bencil yapıda, en çok ve bazen sadece kendini seven, başkalarını kendi çıkar ve arzuları için kullanan; genellikle çocukluktan bu yana istekleri kolayca ve fazlasıyla yerine getirilmiş ve doyumsuzluk problemi olan, eleştiriye kapalı vb. özellikleri olan tiplerden oluşuyor. Bu tipleri televizyon kanallarında özellikle magazin programlarında, sıkça eş veya partner değiştiren, eşini veya sevgilisini aldatmayı neredeyse bir başarı gibi gören; bu anlamda cinsel ‘score’ (sayı) peşinde koşan, her tür popüler eğlence ve tatil mekanlarında sürekli boy gösteren (hatta neredeyse oralarda yaşayan!), yeme-içme ve eğlence gurmesi olmuş, yada bazı bu tip ünlülere özenerek onların yaşam anlayışını benimseyip o yolda ilerleyen, yaşamda bedensel haz dışında pek fazla amacı olmayan, yada sadece sonuçta bu hazza ulaşmalarını kolaylaştıracak ara amaçları olabilen kişiler olarak çokça gözlemlemekteyiz. Hepimizin çevresinde bu tip insanlar var ve ne yazık ki birçok çocuk ve gencimiz bu kişilere gıpta ile bakabiliyor ve bir gün öyle olmanın hayalini kuruyor.”
Eşref-i mahlûkat olarak dünyaya gönderilen biz insanoğlu “bedensel hazzı” öteleyerek, sesini kesebildiğimiz kadar keserek, vücudumuzdaki dominantlığını azaltarak, meşru dairede kullanarak olgunlaşır; güzel, kaliteli insan oluruz. Melekleri bile geçme yönümüzü “bedensel hazlara” esir olmayarak elde eder ve cennet yolcusu oluruz. Dünya ve sonsuzluk hayatımıza anlam katarız.
İnancımızdan aldığımız güçle nefsimizi şımartmayarak akıl, kalp, vicdan ve diğer latifeleri vücudumuzda baskın kılarak “ruhsal hazzın” peşinde olmak için kendimizle çevremizle ve hedonizmle savaşırız gücümüz yettiğince. Gelecek güzel günler, ülkesine ve milletine hizmet için “Bedensel hazzı” öteleyerek “ruhsal hazzı” önceleyenler bir dava, vizyon için enerjisini harcayanlar dünyanın gerçek varisleri olsa gerek. “Bedensel hazzın” peşinde koşanların ömrü bir kelebekten daha kısa, “ruhsal hazzın” peşinden koşanlar ise ölümsüzlük şerbetine ve Yaratıcının sevgisine talip.
ALİ ALTAYLI