Yengem liseyi bitirip üniversite giriş sınavlarına hazırlanırken bana şöyle bir soru sormuştu. Madem Allah dua ederseniz size cevap vereceğim, diyor; ben bazı kişilere hem dua ediyorum hem de beddua ediyorum niye karşılık bulmuyor? Allah güneşin, ayın, yerin, göğün her şeyin sahibi ise niçin benim gibi aciz bir kulun canını acıtanlara ettiği beddualar karşılık bulmuyor ya da kendim ve çocuklarım, sevdiklerim için yaptığım dualar hemencecik kabul olmuyor? O yıllarda yengemin sorduğu soruya hakkıyla cevap veremedim; çünkü dini konularda çok bilgim yoktu. Yıllar geçtikten sonra yengemin sorularının cevapları okuduğum kitaplar sayesinde kafamda canlandı.
Rabbimiz çok güçlü ve isteklerimize cevap vericidir, bunda hiçbir şüphe yoktur. Bize bir anneden, babadan daha şefkatlidir; bizim sesimizi işitir, bizi görür, gözetir. Çocuk babasından istekte bulunur, babası çocuğunun istediğini ya hemen yerine getirir ya da belirli süre sonra istediklerini alır ya da daha iyisini alır ya da kendi çocuğunun yararını düşündüğü, onu çok iyi tanıdığı için isteğini yerine getirmez. Temsilde hata olmasın aynen bunun gibi Rabbimiz dünyadaki dileklerimize, isteklerimize, dualarımıza ya hemen cevap verir ya biraz bekletir bizi daha sonra cevap verir ya daha iyisiyle cevap verir ya da diğer tarafa bırakır.
Ketencizâde Mehmet Rüştü Efendi bir beytinde konumuzla ilgili şöyle der:
Hak tecelli eyleyince her işi âsân eder
Halk eder esbâbını bir lahzada ihsan eder
(Allah isteyince her bir iş kolaylaşır. O işin olması için gerekli olan bütün sebepleri yaratır ve bir anda kuluna verir.)
Hz.Mevlana: “İstediğin bir şey olursa bir hayır, olmazsa bin hayır ara.” diyor. Bir genç bir kızı çok sever, Rabbim bu kızı bana nasip et, der. Gece gündüz Allah’a dua eder. Rabbimiz hem kızı hem de genci âlim esmasının gereği çok iyi bildiği için gence o kızı nasip etmez, daha sonra daha iyisini nasip eder. Genç, diyemez ki benim duam kabul olmadı. Belki isteği kabul olmuş olsaydı ikisi içinde iyi olmayacak, maddi ve manevi kayıpları sınırsız olacaktı. Bizim sezgi, bilgi, öngörü gücümüz sınırlı, Rabbimizin ise sınırsızdır, O bizim karakterimizi kiminle anlaşıp anlaşamayacağımızı herkesten daha iyi bilir.
Yengem, bana çektirenlere beddua ediyorum; ama beddua ettiklerim daha mutlu ve huzurlu yaşıyor, demişti. Bir kere haşa Allah bizim silahımız değil ki, istediğimize ateş açıp vuralım, dünyadan silelim ya da onları kötü duruma sokalım. Biz kimiz ki, Yaratıcımıza iş öğretelim. Peygamber Efendimiz: “Mazlumun duası ile Allah arasında bir perde yoktur. Bedduasını almaktan sakının.” diyor. Atalarımız, alma mazlumun ahını çıkar aheste aheste, diyor. Eğer biz mazlumsak, bize gerçekten zulmedilmiş ise zamanı gelince yerini bulacaktır.
Hem duamız hem de bedduamız yerini bulur; ama biz önce kendimize, içimize, niyetimize, yaşantımıza, beynimize, kalbimize, dilimizden dökülenlere bir bakalım. Rabbimizle ve kullarıyla ilişkilerimiz, iletişimimiz ne durumda?
Fahr-i Kainat Efendimiz: “Mümin, başkasıyla hoş geçinen ve kendisiyle hoş geçinilen kişidir. İnsanlarla güzel geçinmeyen ve kendisiyle güzel geçinilmeyen kimsede hayır yoktur.” diyor.
Muhammed Hâdimi Hazretleri üç grup insanın duası kabul olmaz, diyor: “Haram yiyen, gıybet eden, kalbinde Müslümanlara karşı kin ve haset olan.” Helalin haramın birbirine karıştığı günümüzde gerçekten kursağımızdan helal lokma geçiyor mu? Özellikle biz ticaretle uğraşanların ve gayri meşru olmayan yollardan para kazananların hali daha vahim. Halkın genelinin sıkıntıda olduğu bu dönemde hırs, kanaatsizlik, çabuk köşeyi dönme düşüncesiyle abartılı kâr oranlarıyla malımızı satmak istemiyor muyuz?
Biz insanların azdığı, haz ve ayartının oyuncağı olduğu, nankörleştiği, ilahlarını değiştirdiği bu tehlikeli asırda dualarımızın neden kabul olmadığını İbrahim Bin Edhem Hazretlerinden dinleyelim.
Büyük alim İbrahim bin Edhem Hazretleri bir ara Basra’ya uğrar. Etrafını saran halk sorar:
_Ey İbrahim, musibetlerden bir türlü kurtulamıyoruz, bu konuda dua ediyoruz; ama kabul olmuyor. Acaba neden duamız kabul olmuyor?
Büyük veli bunlara hemen cevap vermez.
_Bir müddet içinizde kalayım, durumunuzu tedkik edeyim sonra cevabını vereyim, der.
Bir zaman sonra onları topladığı mescitte şöyle hitap eder:
_Ey Basra halkı, halinizi inceledim. Kalbinizin günahlarla ölmüş olduğunu anladım. Ölmüş kalplerin duası kabul olmaz,der.
Halk sorar:
_Ne türlü günahlarla kalbimiz ölmüş?
Büyük veli on tane günah sayar. Bunları da şöyle sıralar:
- Allah’ı tanıdığınızı söylüyorsunuz, ama emirlerini tanımıyorsunuz.
- Kuran-ı Kerimi okuyorsunuz, ama içeriğiyle amel etmiyorsunuz.
- Hz Peygamberi (sav)sevdiğinizi söylüyorsunuz, ama sünnetini tatbik ederek sevdiğinizi göstermiyorsunuz.
- Şeytanın düşmanınız olduğunu söylüyorsunuz, ama onunla dostluktan asla geri kalmıyorsunuz.
- Cenneti sevdiğinizi söylüyorsunuz, ama ona layık bir amel işlemiyorsunuz.
- Cehennemden korktuğunuzu iddia ediyorsunuz, ama ona götürecek fiillerden geri kalmıyorsunuz.
- Din kardeşinizin ayıbı ile uğraşıyorsunuz, kendi ayıbınızı hiç görmüyorsunuz.
- Ölüm haktır, diyorsunuz, lakin hak olan ölüme hiç hazırlık yapmıyorsunuz.
- Allah’ın bolca lütfettiği nimetleri tüketiyor, ama hiç şükretmiyorsunuz.
- Ölüleri gömüyorsunuz, bir gün sizin de gömüleceğinizi unutuyorsunuz.
Ey Basra halkı! Kalbinizi öldüren bu on tane günahı terk etmedikten sonra dualarınızın kabul olacağını sanmayın. Kalbinizin dirilmesini istiyorsanız, bu günahlardan kaçmaya gayret edin. Gidişatınızı düzeltin. Göreceksiniz ki dualarınız kabul olacak, başınızdan da bela ve musibetler uzaklaşıp gidecektir.
Ali Altaylı