Uzun yıllar önce tanıdığım ağzından dedikodu, kem söz ve bedduayı düşürmeyen bir kadın vardı. Bu kadınının sonu hiç de iyi olmadı, insanlara ve evrene dağıttıkları dönüp dolaşıp kendini buldu. Gönül sızısı, baş ağrısı ve gözyaşları çoğaldı.
Yine üniversite yıllarında tanıdığım bir arkadaşım vardı. Her şeyin en kötüsünü görür, daima şikâyet eder, kolay kolay hiçbir şeyden memnun olmaz, genellikle hayatın kışını yaşardı. Beynine girmesine ve uzun süre beyninde kalmasına izin verdiği negatif düşünceler, ümitsizlik bu arkadaşımı eylemsizleştirerek beden ve ruh dengesinin bozulmasına neden olmuştu.
Geleceğimizin kalitesini ağzımızdan çıkan cümleler ve bilinçaltımızdaki yaşanmışlıklar, düşünceler belirliyor.
Albert Einstein ağzımızdan çıkan cümlelerin ve beynimizden çıkan düşüncelerin tekrar bize döndüğünü söyler:
“İnsanoğlu, ağzından çıkan cümlelerin, beyninden çıkan düşüncelerin bütün evreni dolaşıp tekrar onlara geri döndüğünü bilse eminim çok daha dikkatli olurdu.”
Baba ve oğul arasında geçen şu hikâye konumuza açıklık getirmesi yönüyle önemlidir. Yaşam ve yangı arasındaki çarpıcı ilişkiyi anlatır.
“Bir adam ve oğlu ormanda yürüyorlardı. Aniden çocuk düştü ve şiddetli bir acı içinde bağırdı: “Ahhhh!” Hemen sonra dağdan gelen “Ahhhh” sesi onu şaşırttı. Merak içinde “Kimsiniz?“ diye haykırdı. Fakat sadece “Kimsiniz?“ cevabını aldı. Bu cevap onu kızdırmıştı. Bu kızgınlık içinde tekrar bağırdı: “Siz bir korkaksınız!” ve ses cevap verdi: “Siz bir korkaksınız!” Babasına baktı ve sordu: “Bu olanlar nedir?“ “Oğlum” dedi adam, “Kulak ver, dikkat et şimdi!” Sonra baba bağırdı: “Ben sana hayranım” Baba bağırmaya devam etti: “Sen harikasın!” ve ses cevap verdi: “Ben sana hayranım”, “Sen harikasın!”.
Çocuk şaşkındı fakat halen ne olup bittiğini anlamamıştı. Baba durumu açıkladı: “İnsanlar bu durumu “yankı” diye isimlendirirler, fakat bu durum tam anlamıyla hayatın kendisidir. Hayat daima senin ona verdiğini sana geri verir! Hayat senin eylemlerinin bir aynasıdır. Eğer sen daha fazla sevgi istersen, daha fazla sevgi ver! Eğer daha fazla nezaket istersen, daha fazla nezaket ver! Eğer daha fazla anlayış ve saygı istiyorsan, daha fazla anlayış ve saygı ver! Eğer sen insanların sana karşı daha saygılı ve sabırlı olmasını istiyorsan, daha fazla saygı ve sabır göster! Doğanın bu kuralı bizim hayatımızın her kesiti için geçerlidir. Yaşam bir tesadüf değil, yaptıklarımızın aynada yansımasıdır.”
Ne yazık ki yaşadığımız hayata, insanlara bir şeyler vermeden almayı bekliyoruz, hak ettiğimizi düşünüyoruz. Bu düşünme şekli de ilişkilerimizi bozuyor, gelecek huzurlu günlerimizi alıp götürüyor.
Sevgi veremiyoruz, sevgi bekliyoruz.
Fedakârlık göstermeden fedakârlık istiyoruz.
Saygı gösteremiyoruz, saygı bekliyoruz.
Nezaketli olamıyoruz, nezaket bekliyoruz.
Anlayış, sabır gösteremiyoruz; sabırlı olunmasını istiyoruz.
İncitiyoruz, incitilmek istemiyoruz.
Cimrileşiyoruz, cömert olunmasını istiyoruz.
Gün içerisinde ağzımızdan çıkan cümleleri eğitebilmek, bu noktada daha dikkatli olmak kendimize, geleceğimize, sonsuzluk hayatımıza ve diğer insanlara karşı yapabileceğimiz en büyük iyiliktir. İnsanlarla ilişkilerimizin bozulmasının en büyük nedenlerinden biri ağzımızdan çıkan cümlelere dikkat etmemektir. Gerek yüz yüze konuşmalarımızdaki kırıcı, itici sözler gerekse bir ortamda konuştuklarımızın yayılması uzun süren küslüklere neden olabilmektedir. Dilimizin argo, küfür, kin, öfke, kıskançlık hastalığıyla kirlenmesi aynı zamanda Rabbimizle olan bağımızı zayıflatıyor; bizi yalnızlaştırıyor, kötü bir geleceği kendine çekiyor.
İsrâ Suresi 53. Âyet-i Kerime’de Rabbimiz bizi uyarıyor:
“Kullarıma söyle sözün en güzelini söylesinler; yoksa şeytan aralarına girer. Kuşkusuz şeytan, insanların apaçık düşmanıdır.”
Yusuf Has Hacib lüzumsuz sözü yanan ateşe, iyi sözü ise kenarlarında çiçekler açtıran akarsuya benzetir.
“Lüzumsuz söz yanan ateş gibidir; onu ağızdan çıkarmamalısın, sonra kendin yanarsın. Dilin söylediği iyi söz ise akarsu gibidir; nereye akarsa orada çiçekler açar.”
Mevlana Hazretleri ise insanın düşünce, et ve kemikten ibaret olduğunu söyler:
“Kardeşim sen düşünceden ibaretsin, geriye kalan et ve kemiksin. Gül düşünür, gülistan olursun; diken düşünür, dikenlik olursun.”
Risale-i Nurlarda geçen şu ifade, güzel düşünce sahibi olmanın hayatımıza güzellik katacağını vurgular. Kötü düşünce ve ümitsizlik hastalığının mutluluğu, huzuru yok edeceğini bu marazlı düşüncelerin hayatımızın en büyük katili olduğunu belirtir.
Hayat içinde hayattır, hüsn-ü zanda emeli.
Sû’-i zanla yeistir saadet muharribi, hem de hayatın katili.
James Allen “Düşüncenin Gücü” isimli kitabında konumuzla ilgili birden çok güzel tespitlerde bulunur:
“Eylem düşünce filizidir, neşe ve keder onun meyveleridir; bu yüzden insan kendi çiftliğinde yetiştirdiği tatlı ve acı meyveleri toplar.”
“Aklımızdaki düşünceler bizi anlatır, ne olduğumuzu düşünce ile yoğrulup hangi şekli aldığımızı. Kişi eğer kötü düşüncelere sahipse acı peşinde dolanır ve onunla yuvarlanıp gider. Kişi eğer temiz düşüncelere sahipse mutluluk da onu izler, kendi gölgesinde.”
“İnsanı olgunlaştıran da hamlaştıran da kendisidir. Düşünce cephaneliğinde kendi kendisini yok ettiği silahları üretir, aynı zamanda kendisine mutluluk güç ve huzur bulacağı cennetvari evler inşa etmek için aletler icat eder. İnsan düşüncelerini doğru seçerek ve yerinde uygulayarak ilahi mükemmelliğe ulaşır, düşüncelerini kötüye kullanarak ve yanlış yerlerde uygulayaraksa seviye düşer. Bu iki uç arasındaki her şey karakterinin aşamalarıdır ve bu durumu yaratan da sahiplenen de insanın kendisidir.”
Kısaca biz insanların hammaddesi topraktır. Hepimizde kan, su, et, kemik de ortaktır. El kol, ayaklar, göz, kulak da ortaktır. Peki, ortak olmayan nedir. Her gün ağzımızdan çıkan kelimeler ve beynimizden dış dünyaya yayılan düşünceler. Düşüncelerimizi ve ağzımızdan çıkan iyi ya da kötü düşünce ürünü olan cümleleri güzelleştirmeden güzel yarınları, yarınları aşan sonsuzluğun baharını beklemek yersiz bir beklenti olsa gerek.
ALİ ALTAYLI