Sabah güneş doğmadan önce etrafa yayılan koku, fesleğen (reyhan) kokusu, bebek kokusunun kendini özgü bir güzelliği var. Güneş doğmadan önce dünyaya yayılan güzel, özgün, huzur veren o koku, güneş doğduktan sonra adeta yerini başka bir kokuya bırakıyor. Sabahın havası bir başka, insana verdiği kazanım tarifsiz oluyor. Bebekler günahsız olduğundan mıdır, dilleri yanlış sözcüklerle kirlenmediğinden midir, sahibine güvenleri tam olduğundan mıdır bilinmez ama -doğrusunu Rabbimiz bilir- farklı bir koku yayar etrafa ve sevdiklerine.
Çalışma masamda fesleğenin bulunması beni motive ediyor. Her sabah ellerimden kalbime akan bir yolculuğu var. Dünyanın boğuculuğuna karşı yüzüne baktığımda bana moral ve kalbime rahatlık veriyor, burnumda hissettiğim kokusuyla sanki yüküm alınmış gibi hissediyorum. Su, güneş ve verimli toprakla buluşunca keyfine diyecek yok masamdaki fesleğenin. Her sabah işyerine gelir gelmez dışarı güneşe koyuyor, iki üç saat dışarda kalmasını sağlıyorum. Sonra içeri alıyorum, hoş kokusuyla bana ilham veriyor.
Bir zamanlar gönlümden mısralara yansıyan şu mısralar fesleğenin benim dünyamdaki yerini anlatır:
İnsan reyhan çiçeği gibi olmalı
Kokusu duyulmalı, fark edilmeli
Ey insan! Bir bitki bile faydalı olurken
Eşref-i mahlûkat iken sana ne demeli
Batı medeniyetinde gece hayatı önemliyken bizim medeniyetimiz olan İslam medeniyetinde ise güneş doğmadan önce kendimizi onarma, yeni güne iyi bir başlangıç yapma, ibadet, zikir, dua ile Rabbimize yönelme önemlidir. Gece hayatı, sabaha kadar barlarda, eğlence merkezlerinde eğlenme bizim kültürümüze özgü bir durum değildir. Gece geç saatlere kadar yatmayıp kuşluk vakti, öğle ezanına yakın kalkmak bize özgü değildir.
Büyükler, saat on yatağa kon; saat üç, yataktan uç, derlermiş. Hadi, bunu yapamadığımızı farz edelim. Bari, en azından gece 00.00’ dan önce yatakta olsak, sabah güneş doğmadan yataktan uçsak ne güzel olur. İşyerlerimiz sabah 9.00’ dan önce açılmıyor, virüsle beraber iyice uyku konforuna alıştık. Çok geç yatıyoruz ve bir türlü erken kalkamıyoruz, kurduğumuz alarmlar bizden şikâyetçi. Geleceğimizi çalan boşa geçen saatler, bizden şikâyetçi.
Sabah erken kalkmak diri, yüce, rızkı geniş biri olmak istiyorsak; Rabbimizle iletişimimizi gözden geçirmeli, büyük bir vizyon sahibi olmalı, akşam yemeğini ölçülü yemeli, aşırı stresten beynimizi korumalı, gece 10.00 gibi yatma alışkanlığı kazanmalıyız.
Sabahın erken saatleri bereket saati olduğu için erken kalkılır, kahvaltı aile bireyleri ile beraber yapılır ve herkes işine koyulurdu bir zamanlar. Babaların kalkma saati ve çocukların kalkma saati ayrı olduğu için kahvaltıda bile buluşamaz olduk. Ne yazık ki, durum tersine dönmeye başladı. Bizler geç saatlere kadar televizyonlarda ve akıllı telefonlarda zaman geçirip sabah erken kalkamazken bazı milletler sabah çok erken işlerinin başında olmaktadırlar. Almanların sabah altıdan önce işe gitmek için caddeleri doldurduğunu, Japonların güneş doğmadan önce en önemli toplantılarını yaptıklarını duymuştum.
Peygamber Efendimiz (sav) sabah erken kalkmanın önemini anlatan şu hadisi bize yol gösterir:
“Sabahın erken saatlerinde bereket ve başarı vardır.”
Yine Mehmet Akif Ersoy, cuma namazına giden insan sayısı ne zaman sabah namazında da görülürse büyük bir değişimin olacağını vurgular.
Yaşanmış bir olay olan şu hikâye sabah erken kalkmanın bizi er geç başarıya ulaştıracağına güzel bir örnektir:
Titrek elleriyle kapıyı açarken yine güne dua ile başlamış, tabanında belki beş deliği olan ayakkabısını giyerken ise hanımın her zamanki söylenmesini gülerek geçiştirmişti Kamil Bey. Sanki müşteriler kuyrukta bekliyor gibi her gün sabah ezanında açmaya gitmesen olmaz değil mi şu dükkânı? Kaç kere dedim bir fabrikaya gir çalış; ama beni dinleyen kim? Yine her sabahki gibi cevap vermedi eşinin bu yakınmasına ve bildiğini okuyup sanayinin yolunu tuttu. Yirmi yıldır üstüne güneş doğmadan açmıştı hep dükkânını. Ustasından böyle alışkanlık edinmiş, son yıllarda işler bir hayli kesat olduğu için söylenen hanımının bu alışkanlığını bir kenara bırakıp bir defa dahi onu dinlemeyip sabah ezanından sonra yollara düşmüştü yine. Sanayinin en sote köşesinde bir garip yağcıydı Kamil Bey. Ustasından devraldığı dükkânı ise geçen senelerin ardından iyice bakımsızlaşmış oldukça eski bir görünüme bürünmüştü. Hangi parayla nasıl eksiklerini giderebilirdi ki dükkânın? Sanayide onlarca büyük yağ dükkânları açılmışken kendisinin günde satabildiği birkaç kutu yağ oluyordu sadece. Bereket dükkân kendisine aitti ki zaten öyle olmasa eve ekmek parası götürecek durumu dahi olmazdı belki de. Hava yeni yeni aydınlanırken bu düşüncelerle bismillah deyip açtı dükkânının kapısını. Bereket umarak herkesin sıcak yatağında yattığı saatlerde o yine işinin başındaydı. Masasına oturup soğuktan ellerini nefesiyle ısıtırken bir haftadır karşı taraftaki büyük şirketin kapısında bekleyen siyah lüks araca takılmıştı gözü.
Nefise haklı galiba, bereket umarak onlarca sene bir kere dahi geç bir saatte açmadığım bu dükkândan bize hayır yok anlaşılan. Zaten bu işin sabah bereketiyle ilgisi olsaydı onca şirketler, dükkânlar kapısını saat 10.00’dan önce açmadığı halde tıklım tıklım müşteriyle dolar mıydı hiç? İyisi mi bir fabrika işi bakmalı, yoksa eve kuru ekmek de götüremeyeceğiz, vesselam. diye söylenirken kendi kendine biraz önce gözüne takılan lüks arabadan iki kişi inmiş Kamil Bey’in dükkânına yönelmişlerdi. O, düşüncelerine dalmış gitmişken kapıyı itekleyip içeriye giren adamlar masasının yanına kadar gelmiş, ancak o zaman düşüncelerinden sıyrılıp kendine gelmişti ki Kamil Bey.
Hoş geldiniz, buyurun! Ne lazımdı der demez, konuşmasından yabancı olduğunu anladığı o adam, bir şeyler söylemeye başlamış, yanındaki adam da söylenilenleri tercüme etmişti. Tane tane Kamil Bey için. Duyduklarına inanamamış bir anda kendisine uzatılan eli de sıkıvermişti sevinçle. Meğer yabancı adam çok ünlü bir şirketin müdürüymüş. Nasıl olduysa Kâmil Bey’e şirketlerinin bayiliği için teklifte bulunmuştu. Nasıl olurdu ki, o kendi halinde bir yağcıydı nihayetinde. Onca yağ şirketi varken neden kendisine bu teklifi yapmıştı ki bu adam? Sözleşmeyi sevinçle imzalarken kendisine söylenenleri de harfiyen yapacağını geçiriyordu içinden Rabbine şükrederek. İki adam dükkândan dışarı çıkmış ve Kamil Bey’in çocuksu sevincine tekrar bakmışlardı bakışlarını çevirip.
Biraz önce tercümanlık yapan adam, dünyaca ünlü markanın müdürünün bu garip hareketini yadırgamış olacak ki, efendim neden anlamadım? Neden bayiliği bu adama teklif ettiniz? Şu kapısında beklediğimiz büyük şirketle anlaşma sağlanmamış mıydı? Adam gülümseyerek baktı yardımcısının yüzüne. Tam bir haftadır bu şirketi izliyoruz değil mi Kevın? Sabah 10.00 civarı açıldığını tecrübe ettik bu şirketin. Oysa yoksul dediğin şu adam, hava aydınlanmadan açıyor dükkânını her gün. Biz markamızı daha ilerlere götürmek için bayilikler veriyoruz; fakat ben anladım ki, işine önem veren şu yoksul esnaf bu koskoca şirketten daha fazla yarar sağlar bize. Adamlar dışarda bunları konuşurlarken Kamil Bey, telefona sarılmış bu güzel haberi eşi Nefise Hanım’a anlatmıştı tarifsiz bir sevinçle. O günden sonra da sanayinin en küçük esnafı olan bu mazlum adam, aldığı bayilikle şehrin en büyük şirketinin sahibi olmuştu. Sabah bereketiyle kendisine nasip olan bu fırsatı asla süistimal etmeyip kısa zamanda küçük bir servet edinmişti Kamil Bey. Ne kadar büyük bir şirket olsa da düstur edindiği gibi bereket umarak üstüne güneş doğmadan açmaya devam etmişti işyerinin kapısını.
Kısaca en bereketli, verimli, huzurlu vakit güneş doğmadan önceki zamandır. Saat 5.00 gibi kalkma alışkanlığı elde eden öğrenci, çiftçi, işçi, esnaf, memur, ev hanımı, siyasetçi, iş adamı vb. başarısına başarı ekler. Geleceğini güzelleştirir, hem kendisine hem sevdiklerine hem çevresine hem ülkesine değer katar. Sabah güneş doğmadan bir saat çalışmak güneş doğduktan sonraki üç saat çalışmaya bedeldir. Güneş doğduktan sonra kalkma alışkanlığı edinmek kendimize yaptığımız en büyük kötülüklerden birisidir; çünkü istediğimiz kıvamdaki gelecek bize hiçbir zaman güler yüzünü göstermeyecektir. Yeni, taze güne iyi bir başlangıç yapamadığımız için de bizde istenilen canlılık, enerji, güç, moral asla olmayacaktır.
Horozlar ayakta biz yatakta bu duyarsızlık, rahatlık niye?
ALİ ALTAYLI