Biz bu çağın insanları olarak kuşlar gibi uçmayı öğrendik, balıklar gibi yüzmeyi öğrendik, uzakları çok yakın ettik, uzaya gittik, bilgi teknolojisinde çağ atladık; ama bir türlü kendimize gidemedik, doya doya kana kana huzurlu yaşamayı öğrenemedik. Özümüze, kalbimize, gönlümüze, içimize yolculuk yapamadık. Kendisine gidemeyen, kendi iç âlemine yolculuk yapamayan biz insanların da şu kısa dünya hayatında huzurlu olması çok zor oldu.
Peki, niçin özümüze bir türlü dönüp bakamıyoruz? Dünyalıklarda boğulmaktan ve başkalarının kazanımlarına bakmaktan kendimize ne diye dönüp bakamıyoruz? Başkalarıyla ilgilenmekten kendi içimizle niçin hakkıyla ilgilenemiyoruz? Başkalarının yanlışlarıyla uğraşmaktan bir türlü kendi yanlışlarımıza niçin sıra gelmiyor? El âlem ne der, diye evimizi, arabamızı, kıyafetimizi, vücudumuzun organlarını güzelleştirmek için belirli bir gayretin içine girdik; ya bize en çok lazım olacak kalbimiz ve beynimizin temizliği için ne yaptık? Emek verdik mi, gayretimizde ne denli başarılı olduk? İnsanlar ne der, diye kendimize çeki düzen vermenin derdini taşırken bizi Yaratan bu gidişatıma ne der, diye dertlendik mi?
Biz insanların zihinleri ve kalpleri güzelleşmeden, iki dünyalı yaşama gayreti içinde olmadan, bir gün ölümün ansızın bizi hazırlıksız bulacağını özümsemeden hem kendi küçük vücut evimizde hem evlerimizde hem ülkemizde hem dünyada istenilen huzur olmayacaktır.
Şuarâ Sûresi 87/89’da Rabbimiz kurtuluşun sırlarının dışta değil, içte aramak gerektiğini Hz. İbrahim’in yakarışıyla bizlere duyurur:
“İnsanların dirilteceği gün ve Allah’a temiz bir kalple gelenler dışında malın da çocukların da fayda vermeyeceği gün beni mahcup etme! O gün ne mal fayda verir ne evlât.”
Peygamber Efendimizin şu hadisinde de yine iç temizliğinin önemi vurgulanır:
“ Allah sizin dış görünüşlerinize ve mallarınıza bakmaz, bilakis kalplerinize ve amellerinize bakar.”
Bağdatlı Ruhî bugün çoğumuzun kaybettiği iç huzurun sırlarına mısralarında değinir:
Sanma ey hâce ki senden zer ü sîm isterler
Yevme lâ yenfeu da kalb-i selîm isterler
(Sanma ey hoca ki, hiçbir şeyin fayda vermeyeceği günde sende altın ve gümüş istemezler. Temiz bir gönül, sapasağlam bir kalp isterler.)
Yaratıcı içe bakıyor, yaratılan biz insanlar dışa bakıyoruz. Özümüze, niyetimize bakan yaratıcımız marifetullah ilmi yoluyla kendisini hakkıyla tanımamızı istiyor. Asıl huzurun kaynağının dışta değil içte; kabrin önünde değil, arkasında olduğunu söylüyor. Sahte sevgilerin peşinde koşmanın bize huzur vermeyeceğini, ancak kendisine yönelen sevgi, muhabbet ve ilimle huzur bulunabileceğini söylüyor.
Bediüzzaman Said Nursi: “ Kabrin arkası için çalışınız. Hakiki saadet ve lezzet ondadır.” diyor.
Yaratılan bizler ise huzuru dışta ve kabrin önünde arıyoruz. Bu yüzden bir türlü istediğimiz kıvamdaki iç huzuru bulamıyoruz. Huzuru yalancı güneşlerde, sahte oyuncaklarda, uyutucu eğlencelerde arayarak kendimize az da olsa sahte huzur kaynakları bulmaya çalışıyoruz. Dıştaki kazanımlarımızın bizi huzurlu edeceğine inanıyoruz. Akrabalarımız, komşularımız, arkadaşlarımız gibi lüks evlerde oturur, son model arabalara biner, yeni çıkan çok yönlü akıllı telefonlara sahip olursak mutluluğun bizi bulacağına inanıyoruz.
Huzuru dış kazanımlarda aramaya başladığımızda beyin ve kalbimiz virüs kapmaya başlıyor. Aklımızı yüceltiyor, benliğimizi şişiriyor, bu nedenle stresin kucağında bir yaşam sürmeye başlıyoruz. Toplumda değerli olma duygusunun dış kazanımlarda olduğu düşüncesi bizi yarış atına çeviriyor. Farkında olarak ya da olmayarak hep birileriyle yarışa girişiyoruz aslında. Onda var bende neye yok, benim neyim eksik yanlış düşüncesi manevi hastalıkları da beraberin de getiriyor: öfke, kin, kıskançlık, gösteriş, narsistlik vb.
Nevzat Tarhan “ Değerler Psikolojisi ve İnsan” kitabında manevi hastalıkların vücudumuza etkisini şöyle açıklar:
“ Affetme ve öç alma gibi insan tabiatının önemli boyutlarını oluşturan bu iki duygu, herkesin psikolojik doğasında mevcuttur. Klinik alanda bu konuyla ilgili 1200 araştırma vardır. İncelemelerin sonucunda, negatif duyguların kişinin psikolojisine ve fiziksel sağlığına zarar verdiği ortaya çıkmıştır.
Bu kötücül duygular, insanda baskı oluşturmakta ve bu da zamanla tansiyonun yükselmesine, kalpte ritim bozukluklarına, hormonal değişikliklere, unutkanlık gibi farklı hastalıklara neden olmaktadır. Öfke ve kinin devamlı olması, kortizol hormonunun uzun zaman salgılanmasına yol açar. İnsanın stres seviyesinin yükselmesine neden olan bu durum, bağışıklık sisteminin bozulduğuna işaret eder.”
Hakkıyla huzurlu günler, haftalar, aylar, yıllar geçiremememizin başlıca nedenleri şunlardır:
Hızlı ve hazcı yaşamamız.
Tevekkül edemememiz.
Aşırı istek ve arzuları frenleyemememiz.
Sevgimizin yönünün fanilere olması.
Marifetullah ilminde ihmalkârlığımız.
Takdire rıza gösterememe, Yaratıcı ve yaratılmışla kavgalı olmamız.
Hırs ve tamâ, kanaat etmememiz.
Kazanımlarımızı gizlemek yerine göstermek
Rahatlığı öncelememiz.
Haramlarda huzur arama düşüncemiz.
Ebeveynlerimizle eş ve çocuklarımızla çatışmamız.
Tek dünyalı yaşama isteğimiz.
Varlıklı olmanın var olmak olduğuna inanmamız.
Şükür yerine şikâyeti beslememiz.
Derdimizi dua ile Rabbimize anlatmak yerine dili kirli dostlarımıza anlatmamız.
Anlamlı bir vizyonumuzun olmaması.
Hakkı daha çok gündemde tutmak, anmak yerine fanileri anmamız.
Sosyal medyada, sanal âlemde huzur dilenmemiz.
Benlik ve kıskançlık hastalığına yakalanmamız.
İki gözümüzün hep dışarıyı görmesi, kendimize dönüp bakamamamız.
Yanlış insanları bir türlü hayatımızdan çıkaramamız.
Çalışma ve üretmeyi sevmememiz, armut piş ağzıma düş, kolaylığında yaşama isteğimiz.
Çevremizde insan ve özümüzde ilim biriktirmek yerine dünyalık biriktirme peşinde koşmamız.
Vücudumuzun organlarının en güzel şekilde verildiğine hakkıyla inanmada zorluk çekmemiz.
ALİ ALTAYLI