Oruç ayı, bizleri nefsin prangalarından kurtarıp aklın, kalbin, ruhun özgürlüğüne ulaştırmak için yine biz müminlere misafir oldu. Bu asırda nefis, aklın ve kalbin önüne geçmede sınır tanımaz, söz dinlemez oldu. Nefis, insan vücudunun hâkimiyetinin kendisinde olmasını istiyor. Lezzetlerin kaynağı ve vücut ülkesinin padişahı olan nefis, benim istediğim diğer latifelerin istediğinin kat kat üstünde ve öncelikli olmalı diyerek üsten konuşmacı tavrını bir türlü bırakmak istemiyor.
Nefis en güzel yemekleri yemek, en güzel yerleri gezmek, her şeyin en iyisine konfor ve rahatlık alanlarına sahip olmak, günaha götürecek her türlü görsellere baktırmak, var mı benim gibilerle kibri besleyip hava atmak istiyor. Keyfince yaşamak, özgürlüğün tadını çıkarmak, kafasına göre takılmak, sınırsız ve sorunsuz bir lezzetler dünyası istiyor.
Günümüzde bu sosyal paylaşım siteleri aracılığıyla ellerimizdeki akıllı telefonlarla çok tehlikeli bir boyuta ulaşmıştır. Evlerimiz dizilerin; ellerimiz, gözlerimiz kalp ve aklımızda akıllı telefonların esiri haline gelmiştir.
Bizim imtihanı kaybetmemize, yolda kalmamıza neden olan iki düşman var ve aynı zamanda bu iki düşman manevi yönden ilerlemememizi ve güzel insan olmamızı da sağlıyor:
Nefis
Şeytan
Nefis bizim içimizde bir yerde, bize bizden yakın şeytan ise peşimizde.
Bu iki düşman, bizim vücut gemimizi batırmada ittifak etmiş durumdalar. Bunlardan en tehlikelisi ise Kutlu Nebi’nin “büyük cihat” olarak nitelendirdiği nefisle mücadeledir.
Hz. Peygamber (sav) Tebük seferinden dönüşte ashabına şöyle buyurmuştur: “Küçük cihattan büyük cihada dönüyoruz.” Yani kalabalık bir ordu ile katıldığı Tebük seferini “küçük cihat” olarak vasıflandırırken; nefse karşı verilecek mücadeleyi “büyük cihat” olarak vasıflandırmıştır.
Hz. Mevlânâ dünyadaki tuzaklara değinir:
“Dünyada yüzbinlerce tuzak ve dane vardır. Biz ise, aç ve harîs kuşlar gibiyiz”
Peki, hâkim olunmayınca terbiye edilmeyince çok tehlikeli hale gelen nefsimizi en çok ne yola getiriyor, hiç düşündük mü?
Açlık.
Yemek içmeden kesilmek.
Az yemek.
Her gün tıka basa yememek.
Sadece yemek için yaşamamak.
Rivayet olunur ki, Rabbimiz nefsi yaratınca ona sormuş:
Allah Teâlâ nefsi yarattı ve ”ben kimim sen kimsin diye” diye sual etti. Nefis: ”Sen sensin ben benim” dedi. Allah Teâlâ yüz sene ateşte yakılmasını emretti. Sonra ”ben kimim sen kimsin diye” sual etti. Nefis tekrar: ”Sen sensin ben benim” diyerek meydan okudu. Allah Teâlâ tekrar ateşte yakılmasını emretti ve rivayetlere göre 700 veya 7000 sene cehennem ateşine girdi çıktı ve her seferinde ”sen sensin ben benim” dedi. Her şeyin en iyisini bilen Allah Teâlâ nefsin aç bırakılmasını emretti. Uzun bir müddet aç bırakılan nefse Mevla sual etti: “Ben kimim sen kimsin?” Açlıktan beli bükülen nefis: ”Sen yüceler yücesi Allah’sın, Rabbül Âleminsin, ben ise senin aciz kulunum” diyerek yalvarmaya başladı.
Hz. Mevlânâ’nın nefse hitaben konuşmasını, Karaman’ımızdaki 30 metrelik yoldaki çeşmenin başına bir hayırsever şöyle yazdırmış:
Su içerken abdest alırken ellerini yıkarken bu söz üzerinde çokça düşünsünler diye.
“Ey Nefsim! Seni sen yapan benim, beni de ben yapan sensin.
Ya yola gel beraber gidelim ya da yoldan çekil ben Hakk’a gideyim.”
Nefsi yola getiren ve bizim Rabbimize daha yakın olmamızı sağlayan ay, Ramazan ayı.
Ne güzel bir ay, ne güzel bir terbiye okulu.
Rabbimizin bin bir türlü verdiği nimetleri hakkıyla görmemizi, anlamamızı sağlayan bir ay.
Az da olsa dünyadaki aç insanları anlamamızı sağlayan bir ay.
İçimizi yıkadığımız bir ay.
Rabbimize itaat ettiğimizi gösteren, bunu somutlaştıran bir ay.
Kalp ve ruhun özgürleştiği, coşku ve neşeyle birbirine sarıldığı bir ay.
Vücudun on bir aydan sonra dinlenmeyi, teneffüsü hak ettiği bir ay.
Nefsi dize getiren, şeytanı bağlayan bir ay.
Suç oranlarının azaldığı, insanın uslandığı bir ay.
Ahlaksızlığın azaldığı, şükrün, iffetin çoğaldığı bir ay.
Yardımlaşmanın, paylaşmanın çoğaldığı bir ay.
İnsanın kendinden kaçıp Rabbine sığındığı, en çok O’na güvendiği bir ay.
Duaların çoğaldığı, kutsal kitabımızın en çok okunduğu bir ay.
Çocukların en çok sevindirildiği bir ay.
Necip Fazıl Kısakürek, “Benim Nefsim” başlıklı şiirinde, nefsi köpeğe benzetir.
İşte Ramazan ayı, bizim nefsimizi yola getiriyor, bizleri adam, âdem ediyor.
Ruhuma bir kefen bezi yeter de;
Yetmez aç nefsime sırma ve ipek.
Çare yok yüzünden düştüğüm derde,
Yesem de toprakla karışık kepek.
*
Güneşle bir tutsam girmez hizaya,
Dar bulur sığmam der dipsiz fezaya.
Kuyruk sallar, sonra hırlar ezaya,
Benim nefsim, benim nefsim ne köpek!
İyi ki geldin, bizi tutmak için geldin, azgınlaşmış nefsimizi terbiye etmek için geldin; ümmete bereket, vahdet, muhabbet için geldin, hoş geldin! Ya Şehr-i Ramazan!
ALİ ALTAYLI