Dün değerli bir arkadaşım bana şu özlü sözü göndermiş. Kime ait olduğunu bilmediğim bu özlü söz, bana zaman yönetimini anlatan bir deneyi, bir iki beyti ve sevgi yönetimini, öncelik sırasını aklıma getirdi.
“İnsanoğlu hiçbir şeyi olmadan gelir dünyaya.
Sonra her şey için çalışır.
Sonra her şeyi dünyada bırakır ve hiçbir şeyi olmadan gider.
Sonra mahşerde her şeyden hesaba çekilir.”
Biz insanoğlu hiçbir şey değilken Hakk Teâlâ, murat edip bir anne karnına anne ve babanın birleşmesini vesile ederek yerleştiriyor bizleri. Anne karnında belirli bir süre kaldıktan sonra dünya pazarına gönderiyor bizi. Dünya pazarında en güzel yıllarımız çocukluk yıllarımız olsa gerek; çünkü sevgi ve muhabbetimizin çok da dağınık olmadığı bir dönem. Anne karnındaki geçirdiğimiz süre ve sonrasındaki çocukluk döneminde sahte sevgiler, sevgililer özümüzde çok da kendine yer bulamıyor.
Gençlik, orta yaşlılık ve kabirden önceki son dinlenme yerimiz olan ihtiyarlık döneminde özümüzdeki, kalbimizdeki, gönlümüzdeki, yüreğimizdeki sevgi sıralaması değişmeye başlıyor. Kalbimizde yıllar içinde biriktirdiğimiz fani sevgiler, Baki sevginin önüne geçmeye başlayınca doyumsuzluk, şikâyet, hayıflanmalar, psikolojik hastalıklar, ahlar, vahlar, keşkeler, eyvahlar kendini göstermeye başlıyor.
Aşağıdaki zaman yönetimini anlatan deneyi iyice anlamaya çalışalım:
Northwestern Üniversitesi’nde Kellog Business School’da İş İdaresi Yüksek Lisans öğrencileri ile Zaman Yönetimi dersinin hocası olan Profesör sınıfa girer ve dünyanın en seçkin öğrencilerini kısa bir süre süzdükten sonra: “Bugün zaman yönetimi konusunda deneyle karışık bir sınav yapacağız” der. Kürsüye gider ve kürsünün altından büyük bir kavanoz çıkarır. Ardından yine kürsünün altından yumruk büyüklüğünde bir miktar taş çıkarır. Taşları özenle kavanozun içine yerleştirir. Kavanozun daha başka taş alamayacağından emin olduktan sonra öğrencilere döner ve: “Bu kavanoz doldu mu?” diye sorar. Öğrenciler hep bir ağızdan: “Doldu,” diye cevaplarlar. Profesör, “Öyle mi?” der ve kürsünün altına eğilerek bir kova dolusu mıcır çıkarır. Mıcırı kavanozun içine yavaş yavaş boşaltır. Kavanozu sallayarak mıcırın taşların arasını doldurmasını sağlar. Öğrencilere tekrar dönerek, “Bu kavanoz doldu mu?” der. Öğrencilerden birisi: “Galiba dolmadı,” diye cevap verir. “Doğru,” der Profesör. Kürsünün altına tekrar eğilir ve bir kova kum alır. Kumu yavaşça dökerken bir yandan da kavanozu hafif hafif sarsarak kum taneciklerinin mıcırların arasına girmesini sağlar. Öğrencilere tekrar aynı soruyu sorar: “Bu kavanoz doldu mu?” Tüm sınıf hep bir ağızdan: “Hayır,” diye bağırırlar. “Güzel,” der Profesör. Kürsünün altına bir kez daha eğilir, bir sürahi su alır, kavanozu ağzına kadar doldurur. Öğrencilerine dönerek, “Bu deneyin amacı neydi?” diye sorar. Uyanık bir öğrenci hemen cevap verir: “Zamanımız ne kadar dolu görünürse görünsün, ayırabileceğimiz zaman mutlaka vardır.” “Hayır,” der Profesör. “Bu deneyin anlatmak istediği asıl gerçek, eğer büyük taşları baştan yerleştirmezseniz küçükler girdikten sonra büyükleri hiçbir zaman kavanozun içine yerleştiremezsiniz gerçeğidir.” Öğrenciler şaşkınlık içinde birbirlerine bakarken Profesör devam eder: “Hayatınızdaki büyük taşlar nelerdir? Çocuklarınız, sevdikleriniz, eşleriniz, arkadaşlarınız, hayalleriniz, sağlığınız, bir eser yaratmak ya da başkalarına yararlı olmak. Büyük taşlarınız belki bunlardan biri, belki birkaç tanesi, belki de hepsi. Büyük taşlarınızın hangileri olduğuna iyi karar verin. Bilin ki, büyük taşlarınızı kavanoza ilk olarak yerleştirmezseniz bir daha hiçbir zaman koyamazsınız. Ne kendinize, ne çalıştığınız işyerinize ne de ülkenize faydalı olabilirsiniz, der.”
Belirli sıvılar için özel üretilmiş bir kaba, şişeye, kavanoza, kovaya farklı bir sıvı koyarsanız o sıvı belirli bir süre sonra kabı çürütmeye, şeklini değiştirmeye başlar.
Hayatta kalmamız için hayati önem taşıyan kalp ve aklımızın içine öncelikli olanı koymadığımız, sevgi sıralamasının önceliğini değiştirdiğimiz takdirde vücudumuz sinyal vermeye başlayacak, hayat kalitemiz azalacak, annemizden emdiğimiz süt burnumuzdan gelmeye başlayacaktır.
Zihin ve kalp kovamıza öncelikli koymamız gereken sevgi sıralaması değiştiğinde hayattan zevk alamama ve birden çok musibetlerle baş etmek zorunda kalırız.
Büyük bir ihtimalle de dünyada en çok sevdiğimiz ne ise onunla imtihan olmaya başlarız. Çünkü öncelik sırası değiştirilmiş aşklar, muhabbetler, tutkular, sevgiler bizi doyurmaz ve dünya mutluluğumuzu alır götürür.
Rabbimize öncelikli vermememiz gereken sevgiyi anne babamıza, hocamıza, çocuğumuza, eşimize, evimize, arabamıza, arsaya, kasaya, şirkete, holdinge, yata kata ineğe kuzuya çiçeğe böceğe köpeğe kediye saçımıza, yüzümüze, tenimize, filme, futbola, modaya, sosyal paylaşım sitelerine vermeye başlayınca o sevgi ileriki zamanlarda başımıza bela olur. Koskocaman ve yeri asla doldurulamayan bir boşlukla bizi baş başa bırakır fanilere verdiğimiz tutkulu sevgiler.
Büyük bir musibetle karşılaşınca üzerine toz konduramadığımız maşuklarımızdan yediğimiz zamansız sarsıcı tokatlar sayesinde yaşlanınca değmezmiş deriz, ama çoğu zaman da iş işten geçer.
Sonradan dönüş yapan ve gerçek sevgiliyle tanışarak o manevi tadı, ruhani lezzeti tadan Türk rock müziği sanatçısı Cem Karaca, bu gerçeği şu şekilde ifade etmiş:
“Dünyada gerçek sevilecek bir şey varsa bu ne paradır ne bir hatunun mahcemalidir ne şandır şöhrettir. Gerçek anlamda sevilmesi gereken “yâr” diye anılması gereken bir tek kavram biliyorum: O da yüce Allah’tır.”
Şeyhülislam Yahya, 17. yüzyılın en önemli birkaç şairinden birisidir.
Aşağıdaki beyitlerinde gönlün, kalbin asıl sahibine sevgi ve muhabbetin en çok verilmesi gerektiğine vurgu yapar.
Dil hanesini yık, koma taş üstüne taşın.
Sen yap anı eller ana virane desinler,
(Gönül evini yık, taş üstünde taş koma. Sen yap onu, eller ona virane desinler.)
Gönlünde senin gayr ü sîvâ sureti neyler
Lâyık mı bu kim Kâbe’ye bûthâne desinler
(Senin gönlünde O’ndan başkasının sevgi ve muhabbeti ne arar? Lâyık mi bu Kâbe’ye bûthâne desinler! )
Özetle hiçbir şeye sahip olmadan dünyaya çeşitli imtihanlarla mücadele ederek cenneti kazanmak için gönderilen biz insanlar, sevgi ve muhabbetimizin çoğunu tek olan Rabbimize vermeyip O’nun dışındaki her şeye verdiğimiz, dağıttığımız için dağınıklığımız, tatminsizliğimiz, huzursuzluğumuz, kendimizle ve çevremizle savaşımız bitmiyor.
Kaynağından beslenmeyen, bakiye uzanmayan zihin ve kalp kovamızdan dışarı sızan sevgiler ise farklı bir enerjiyle sarıp sarmalayamıyor hem özümüzü hem sözümüzü hem de bütün yaratılmışı.
ALİ ALTAYLI