Dün işyerine iki müşteri geldi. Biri öğleden önce diğeri öğleden sonra, biri depremzede biri ailezede. Tır şoförü olan Erkan abi yurtdışına gidip geliyor, ailesi ve akrabaları memlekette. İsminin verilmesini istemeyen daha önce tanıştığımız genç ise yaklaşık altı ay önce evleniyor ve anlaşamayarak ayrılıyorlar.
Her ikisinin konuşmasından aldığım notlara geçmeden önce Ömer Karaoğlu’nun önceleri çok dinlediğim “NE ZAMAN İNSAN USLANACAK” isimli ezgisinin sözlerini yazalım. Dinlemek isteyene tavsiye edilir.
Yine gözyaşı
Yine bombalar
Yine karanlıklar
Yine çığlıklar
*
Ne zaman insan uslanacak
Ne zaman dünya utanacak
*
Yine sapıklık
Yine hüsran var
Yine, kin, nefret var
Yine bozgun var
*
Ne zaman insan uslanacak
Ne zaman dünya utanacak
Yeryüzündeki bitkiler, hayvanlar, denizin dibindeki balıklar, diğer canlılar, günahsız çocuklar biz yanlış yaşayan birçok akıl sahibi insanlardan memnun olmasa gerek. Çünkü bizim aşırılıklarımız, içimize değil dışımıza yatırım yapmamız, gösteriş merakımız, amaçsızlığımız, hırsımız, bitmek tükenmek bilmeyen kin, nefret, üstünlük yarışımız, aşırı dünya sevgimiz, hazzımızı kutsamamız ve birbirimizin hakkına girerek birbirimize zulmetmemiz şu koca dünyayı, küçültüyor, daraltıyor, bunaltıyor, çekilmez hale getiriyor.
İki müşterimin hayat tecrübesini ve yakın zamanda başından geçenlerden öğrendikleri, gözlemledikleri şunlar:
Şükürsüzlük dünyanın genelinde aldı başını gidiyor, çoğu halinden memnun değil. Çok büyük imkânlara sahibiz; ama hep daha iyisinin peşinde koşarak öncekileri unutuyoruz.
İyilikler çabuk unutuluyor. İnsanlar hızlı bir şekilde harcanıyor. Bin yıl sırtında taşıdığın kişiyi bir gün yoruldum diyerek indirsen seni bir anda silebiliyor.
Ahlaksızlıkların yaygınlaşması, ar damarımızın çatlaması bizim değerimizi düşürüyor.
Yeni nesil evli çiftler her günün bir önceki günden iyi, mutlu, huzurlu olmasını istiyor. Olumsuzluklar hayatında hiç olmayacak, böyle bir durumu kaldıramıyorlar.
Yapılan bir kötülüğü unutmuyorlar, illa ki onun kinini, öcünü alacaklar.
İyi günde iyi, para varken iyi, istekler bir bir yerine gelince iyi, kötü günde ben yokum, deniliyor.
Evliliğe sadece cinsellik olarak bakılmaya başlanmış. Diğer sorumluluklar alınmak istenmiyor, bu da evliliği zor duruma sokuyor.
Yataktan siparişlerle karın doyurulmak isteniyor. Bol para, çok konfor; az iş, çok gezip dolaşma. bu derenin suyu nerden gelecek, kesilince de sorunlar çıkıyor.
Ayşe’ninki yaprak küpe benimki niye ondan değil. Birbirimizle yarış ediyoruz. Özenti ve kıskançlık çok. İstenilen hemen olsun, şimdi olsun deniliyor; zamana bırakılmak istenmiyor.
Ziya Paşa dönemindeki toplumsal sorunları çok iyi gözlemleyen devlet, fikir ve mücadele adamıdır. Konumuza onun dilden dile dolaşan mısralarıyla açıklık getirmeye çalışalım.
Rızk-ı maksûma kanaâttir meâli hikmetin
Gâh hırs-i nev-şikâr ile şikâr elden gider
(Hikmetin anlamı, Allah’ın taksim ettiği rızka kanaat etmektir. Yoksa insan yeni bir av elde etme hırsıyla elindekilerini de kaçırır.)
“Bu bender-gehte herkes dirhem ü dinâra tâbidir ” mısrasında da bu dünya limanında biz insanların çoğu para pula itaat eder, aslında bunlardan başka kimseye hakkıyla itaat etmez, diyerek toplumsal bozulmanın altını çizer.
Bizim toplumumuzda da ne yazık ki boşanmalar azımsanmayacak derecededir. Bunun en büyük sebeplerinden biri dini değerlere göre değil de ekranlarda gördüğümüz çift ve yaşantı modeli, kanaat etmeme, şükretmeme, yüksek beklentidir. Hep güzel günler, konforlu günler, romantik günler arayışıdır. Allah’ın bizim için seçtiğine razı olmayarak, mevcut duruma kanaat etmeyerek yeni arayışlara girmektir. Ziya Paşa’nın dediği gibi yeni arayışlar bazen eskisini aratır, duruma geliyor; ama iş işten geçiyor.
Her türlü kayıplarımızın arkasında önce biz insanların hatası olsa gerek.
Hakka karşı itaatsizlik,
Şükürsüzlük,
Ahlaksızlık,
Kul ve kamu hakkını görmezden gelmemiz,
Para pula, dünya malına karşı aşırı düşkünlüğümüz dünya imtihanımızı zorlaştırıyor.
On Üçüncü Lem’a’nın sonlarında şöyle bir ifade geçer:
“ Ey şeytanın desiselerine müptela olan biçare insan! Hayat-ı diniye, (dini hayat) hayat-ı şahsiye, (şahsi hayat) ve hayat-ı içtimaiyenin (sosyal hayat) selametini dilersen ve sıhhat-i fikir (doğru, sağlıklı düşünce) ve istikamet-i nazar (doğru bakış açısı) ve selâmet-i kalp (bozulmamış, dingin kalp) istersen muhkemat-ı Kur’aniyenin mizanlarıyla (Kur’anın manası açık ve sarih olan ayetleriyle) ve sünnet-i seniyenin terazileriyle a’mâl (fiiller) ve hatıratını tart. Ve Kur’an’ı ve sünnet-i seniyeyi daima rehber yap.”
Veda Hutbesi’nde de Kutlu Nebi (sav) istikametli bir hayat için Kur’an ve sünnete sıkı sıkıya yapışmamızı bizden istemiştir. Bilgi çağında bilmesine hepimiz biliyoruz, duyuyoruz; ama ne zaman bildiklerimizi önce özümüzde, sonra ailemizde, sonra iş hayatımızda, sonra toplumun diğer katmanlarında gerçek manasıyla yaşamaya başladığımızda dünyaya bahar gelecek, dünya insanı rahat bir nefes alacaktır.
Necip Fazıl Kısakürek aşağıdaki mısralarında Allah’a intisab ve bağlılığın sonucu oluşan değere ve özgürlüğe vurgu yapar:
Ya Allah’a baş eğer hiç kimseye eğmezsin
Ya da herkese baş eğer hiçbir şeye değmezsin
Tarihte görülmüş ve şu anda hissedilen beşeri bakış açıları insanlığa uzun vadede huzur verememiştir. Sonu” izm” le biten kısa vadeli düşünüş tarzları büyük bir medeniyet inşa etmekten uzaktır. Dinimize hakkıyla bağlılığın sonucu oluşan güçlü iman ve bunun sonucu oluşan büyük ve sarsılmaz ruh ve bunun sonucu oluşan aksiyon, kaliteli birey, kaliteli iş ve üretim ahlakı, dürüstlük, güçlü aile yapısı, bireyler arasındaki güçlü bağlar, fenni ve marifetullah ilmi bizi uslandıracak, dengede tutacak, şaşırtmayacak dünya ve ukba kazananlardan eyleyecektir.
Ali Altaylı