Pazartesi günü Akçaşehir Kasabasından bayan müşterimle on iki, on üç yaşlarını gösteren oğlu geldi. Daha önce spor ayakkabı almışlar numaraları yanlış verilmiş değiştirmek, numarayı dengelemek için işyerimize gelen anne oğul ile on on beş dakika sohbet etme imkanım oldu. Daha önce eğitimcilik yaptığımı bilen annesi “Hocam evde bunun büyüğü var okula gitmek istemiyor.” dedi. Niçin, dedim? Okuldaki arkadaşları aralarına katmıyormuş, diyerek cevap verdi. Evde bilgisayarın başında uzun süre oyunlar oynuyor, aynı zamanda bana yalan söylüyor, diyerek sözlerine devam etti. Öğretmenleriyle görüştünüz mü dedim? Önceki senelerde görüştüğünü; ama çok değişme olmadığını söyledi. Aynı zamanda arkadaşlarıyla görüştükleri zamanlarda küfre alıştığını, arkadaşlarının ağza alınmayacak küfürler ettiğini bu yüzden de çok görüştürmek istemediğini de ifade etti.
Bu müşterim gittikten sonra önceki senelerde bir erkek müşterimin işyerinde oğlu ile telefonda konuşmasına şahit oldum. Oğluna telefon açan müşterim oğlum neredesin diye oğluna soruyor. Oğlu parktayım, baba diyor. Oğlum doğru söyle gerçekten parkta mısın diyor? Oğlu da tekrar parkta olduğunu söylüyor. Telefonu kapattıktan sonra müşterim bana dönerek “inan hocam oğlum parktayım diyor; ama hiç inanasım gelmiyor.” diyerek oğlundan hayıflanmıştı.
Doğukışladaki evimize yeni taşındığımız sıralarda evimizin yakınındaki fırına oğlum Halil Muaz ile birlikte gitmiştik. Bir süre beklememiz gerekti. Fırında bekleyen bir kişi telefonla konuşuyordu. Ben şu an hastanedeyim, diyerek sözlerine devam ediyordu. Beş yaşındaki Halil Muaz bana dönerek ama baba burası hastane değil ki dedi. Ben de “oğlum, hastaneye yakın olduğu için birazdan hastaneye döneceği için söylemiştir” dedim. Ama doğrusu şu an fırındayım demesi gerekirdi, diyerek anlatmaya çalıştım.
Yine bu sene yurtdışından gelen amcaoğlumu kaldığı evden alıp eve, misafirliğe götürmek üzere evlerine gitmiştim. Onlar hazırlanana kadar içeri girmek istemedim, dışarda bekledim. Çocuklar parkta oynuyordu. Birbirlerini kovalıyorlar, birbirlerine ağza alınmayacak küfürler ediyorlardı. Gideyim konuşayım diye düşündüm, bir anda koşarak parktan uzaklaştılar.
Sonra düşünmeye başladım, kendi çocukluk günlerim aklıma geldi. Küçükken top, misket oynayan biz çocukları köydeki amcalar yanına çağırır şu adama bir küfrediver derlerdi. Eğer küfredersen sana bakkaldan şunu şunu alacam derlerdi.
Çocuk dünyaya gözünü açtıktan sonra ilk eğitimini genelde anne babasının yanında alıyor. Geniş ailelerin muhafaza edildiği yerlerde büyükbaba, büyükanne, amca, yenge vb. devreye giriyor. Çocuk önce görerek sonra duyarak kendisine yavaş yavaş bir dünya inşa ediyor. Eğitimde görme ve gözlemleme yoluyla öğrenmenin diğerlerine göre rolü çok fazladır. Çocuğun alıcıları biz büyüklere göre daha aktiftir. Çevresinde ne görürse onu modeller, doğru yanlış hemen kaydeder. Öne anne babada şekillenen çocuklar anne babanın dışa yansımış şeklidir. Anne baba evde küfretmiyor, yalan söylemiyor, ekranları güzel kullanıyor, ahlaklı ve erdemli yaşamaya çalışıyorsa çocuklar da ileriki yaşantısında gözlemlediklerini muhafaza edecektir.
Çocuklar kirlenmiş dünyanın en saf, temiz, pak çiçekleri, fidanlarıdır. Bu fidanları kurutmak ya da büyüterek filizlendirmek, meyve vermesini sağlamak biz büyüklerin ve eğitmenlerin elindedir. Çocuklar anne baba, akraba çevresi, okul, park, cadde sokak ve günümüzde özellikle ekranların karşısında yetişiyor. Bu saydıklarımızın kalitesi derecesinde çocuk şekilleniyor. Eğri cetvelden düzgün çizgi çıkmayacağı gibi eğrilerin, yanlışların çok olduğu bir ortamda da ahlaklı bir nesil yetişmez.
Günümüzde ne yazık ki çocukları ahlaklı bir şekilde yetiştirmek zorlaştı. Yanlış modellenecek unsurlar, doğru modellenecek unsurlardan çok daha fazlalaştı. Özellikle anne babanın bilinçsiz ve şuursuzca ağzından çıkan kelimeler, ekranların hedefe yönelik kullanılmayıp nefsani kullanılması, çocukların gözlerinin içine bakmaktan çok ekranların gözüne bakan anne baba modeli, çocuklarına söz verip yerine getirmeyen ebeveyn modeli çocukları yıpratıyor, fakirleştiriyor.
Hep anlatıp durduğumuz bir baba oğul diyaloğu vardır:
Baba oğluna dedi ki:
Ayağını nereye koyduğuna dikkat et oğul!
Çocuk babasına şöyle cevap verdi:
Sen dikkat et babacığım!
Ben senin adımlarını izliyorum!
Baskıcı ebeveyn modeli, çocuklarının burnundaki sineği baltayla kovalayan, çocukları ile kaliteli iletişimde bulunmayan, çocuklarına psikolojik ve biyolojik şiddet uygulayan anne baba modeli yalan söyleyen, öfkeli, hırçın, dik başlı çocuklar yetiştirir.
Çocuklarımızın geneli temiz dili temiz zihinli; ama azınlığı küfrediyor, yalan söylüyor, bizi toplumda zor durumda bırakıyor. Böyle bir hakikat var; ama bunun sorumlusu çocuklar değildir.
Önce biz anne babalar, güzel örneklik teşkil etmeyen, hata yaptıklarında, küfrettiklerinde yüzüne gülen biz babalar,
Sonra ekranlar,
Sonra çocukların kalbine, özüne sevgi şırınga edemeyen eğitmenler,
Sonra park, cadde, sokaklar.
Çocuklar bir aynadır, bakıldığında o toplumun -özellikle anne babanın- iyi kötü yansıması görülür. En çok çocuklar yansıtır geçmişi, geleceği, şimdiyi.
Bugünkü yazımızı Haim Jinott’un sözüyle bitirelim: “çocuklar donmamış beton gibidir, üzerlerine ne düşse iz bırakır.”
Ali Altaylı