Dün akşam annem, hanım ve çocuklar oturma odasında oturmuş, çaylarımızı yudumlarken sohbet etmeye başlamıştık. Söz arasında uzun zamandan beri ürtiker hastası olan annem sağlık isterim, başka bir şey istemem, dedi. Hanım: “Çocuklar büyümek, büyükler küçülmek ister.” dedi. Çocuklara sordum siz ne istersiniz? Oyuncak, dediler. Sonra kendime döndüm ve sordum sen ne istersin? Dünyada birden çok muradımın olduğunu, isteklerimin gözümün ve hayalimin uzandığı yere kadar gittiğini benden ayrı ben, bana fısıldadı.
Sonra isteklerin, umutların, hayallerin biz insanlarda tükenmediğini gördüm. Hayal, umut, istek biterse insan biterdi. İnsanı canlı tutan hayalleri, hedefleri ve sevdikleriydi.
Gelin beraber yazalım kimler ne ister?
Çocuklar büyümek, oyuncak, ekran, her istediğinin anlık olmasını ister.
Gençler iyi bir eğitim, seveceği, geliri iyi bir iş; mutlu olacağı, anlaşacağı bir eş, iyi bir gelecek ister.
Orta yaşlılar çocuklarının mürüvvetini görmek, emekli olmak ister.
Yaşlılar sağlık, sevgi, merhamet, hürmet, ele ayağa düşmemek, kaybettiği gençliği geri ister.
Evi olmayanlar ev, evi olanlar ikinci, üçüncü ev ister.
Hiç bineği olmayanlar iyi bir binek, olanlar daha markalı bir binek ister.
Fakirler zenginlik, zenginler daha çok zenginlik ve iç huzur ister.
Köydekiler şehre, şehirdekiler köye gitmek ister.
Kışı sevmeyenler yaz, yazı sevmeyenler bahar ister.
Evli olmayanlar evlenmek, evlenip çocuğu olmayanlar çocuk ister.
Öğrenciler ödevlerin olmamasını, kimsenin kendilerine karışmamasını ister.
Hapishanede olanlar özgürlük, engelli vatandaşlarımız sağlık ister.
Özellikle çiftçiler kışın kar, yağmur, yazın bol güneş ister.
Tembeller ve dilenciler lüks ve konfor, gökyüzünden para yağmasını ister.
Tilkiler tavuk, tavuklar geniş bir alan ve yeme içmede çeşitlilik ister.
Yeryüzü gökyüzünü, gökyüzü yeryüzünü ister.
Marketler bol müşteri, müşteriler pahalılığın artık son bulmasını ister.
Mülteciler karnını doyurmak, barınmak, güvenli ve umut dolu bir yaşam ister.
Sabah işyerine geldim. Bu konuyu yazmaya karar verip konunun başlığını attığımda, işyerinde gürül gürül yanmakta olan sobanın üzerinde kaynamakta olan çaydanlıktan sobanın üzerine sıcak su damlacıkları dökülmeye başladı. Sıcak su damlacıkları sobanın üzerine dökülüyor, sıcak soba zemininde, dökümünde boy gösteriyor, biraz yuvarlanıp çember çiziyor, oyun oynar gibi yapıyor, bir müddet sonra yok oluyordu. Zihnim, su damlacıklarından ömür damlacıklarına yol buldu.
Nasıl ki, sobanın üzerindeki su damlacıkları sıcak döküme karşı yenik düşüyorsa bir müddet görünüp daha sonra yok oluyorsa ben de sonsuz istek, hayal, hedef, vizyon, muradımı geride bırakıp her doğan canlıyı içine alan bir türlü insana doymayan toprakta ömür damlacıklarımı eritip yok edecektim.
Peki, ömür sermayemiz sınırlı olduğu halde isteklerimiz, ihtiyaçlarımız niçin sınırsızdı? Bu sınırlı hayatta sınırsız isteklerimizi, ihtiyaçlarımızı elde etmeye gücümüz yetecek miydi? Sıcak soba zemininde bir müddet görünüp sonra yok olan su damlacıkları gibi sayılı ömür dakikalarımız bir gün bize elveda demeden vefasızca sonlanmayacak mıydı?
Asrımızın büyük âlimlerinden Bediüzzaman Said Nursi: “İhtiyaç dairesi, nazar dairesi kadar büyüktür, geniştir. Hatta hayal nereye gitse ihtiyaç dairesi dahi oraya gider. Orada da hacet vardır. Belki her ne ki elde yok, ihtiyaçta vardır. Elde olmayan ihtiyaçta vardır. Elde bulunmayan ise hadsizdir. Hâlbuki daire-i iktidar kısa elimin dairesi kadar kısa ve dardır. Demek fakr u ihtiyaçlarım dünya kadardır. Sermayem ise cüz’-i lâ-yetecezza (bir daha bölünmeyen en küçük parça) gibi cüz’i bir şeydir.”
“İşte, cihan kadar ve milyarlar ile ancak istihsal (elde etmek) edilen hacet (ihtiyaç)nerede? Ve bu beş paralık cüz’-i ihtiyari (seçme özgürlüğü) nerede? Bununla onların mubayaasına (satın alma) gidilmez. Bununla onlar kazanılmaz. Öyle ise başka bir çare aramak gerekir. O çare ise şudur ki: O cüz’-i ihtiyariden dahi vazgeçip irade-i İlahiyeye işini bırakıp kendi havl ü kuvvetinden iltica ederek hakikat-ı tevekküle yapışmaktır.”
“Ya Rab! Madem çare-i necat (kurtuluş çaresi) budur. Senin yolunda o cüz’-i ihtiyariden (seçme özgürlüğü) vazgeçiyorum ve enaniyetimden (benlik) teberri (uzaklaşmak) ediyorum.”
Elde olmayan sınırsız isteklerin ihtiyaçta ve hayallerde olduğunu söyleyen üstat, sınırlı bir güç, zaman ve seçme özgürlüğü verilen insanın işini, duasını – acizliğini ve fakrını referans göstererek – Yaratıca yönlendirmesi gerektiğini söyler. Ancak kurtuluşa ve isteklerimize bu şekilde huzurlu bir şekilde ulaşacağımızı salık verir.
Dünyaya gelen her canlı bilinçli ya da bilinçsiz bir şeyler ister, olması için çok çalışır ve dua eder. Normal olan budur, peki anormal olan nedir? Maddenin, amacın, frenleyemediğimiz isteklerimizin kulu kölesi olmaya başlayınca zehirlenmeye başlar, sevdiklerimizi ve sonsuzluğu ihmal ederiz. İhmal ettiklerimiz de bir gün bize büyük bedeller ödetir.
Dengeyi tutturamayıp elde ettiklerimiz ya da elde etmek için mücadele verdiklerimiz bizi yavaş yavaş üç şekilde zehirlemeye başlar:
1.Hırs ve aç gözlülüğün getirdiği daha çoklar ve çok çokların gözümüze gönlümüze set çekmesi.
2. Sadece bende olsun, benim gemim sahile çıksın kıskançlık ve bencilliğin verdiği körlük.
3. Bize verilenler, elde ettiklerimiz egomuzu şişirmeye başlayıp perde arkasını ıskalayıp kendimizi özne olarak bildiğimizde. Küçük dağları ben yarattım, var mı benim gibi dediğimizde, beni bilsinler sadece beni konuşsunlar diye narsist bir kişilik büründüğümüzde yavaş yavaş zehirlenmeye başlarız.
Bir hikâyede konumuzla ilgili şöyle anlatılır:
Bir şamana sormuşlar;
Zehir nedir?
İhtiyacımızın ötesinde, fazlasında her şey zehirdir diye cevap vermiş.
Bu güç olabilir veya tembellik, yiyecek, ego, hırs, ihtiras, kendini beğenmişlik, korku, öfke, kıskançlık ya da iyi niyet.
2023 bize göz kırpmaya başladığı bugünlerde Yüce Yaratıcımızdan meşru isteklerimizi kabul etmesini ve bizi boğan, sıkan, yıkan Hak ile diğer canlılarla iletişimimizi bozan aşırılıklardan tüm insanlığı korumasını canı gönülden isteriz.
Ali Altaylı