Hz. Mevlânâ’nın 751. vuslat yıl dönümünde büyükler niçin büyük diye kendime sormadan edemedim.
Abdulkâdir Geylânî Hazretleri niçin unutulmuyor ve büyük?
Yunus Emre niçin unutulmuyor ve büyük?
Hacı Bayram-ı Velî niçin unutulmuyor ve büyük?
Mehmet Akif Ersoy niçin unutulmuyor ve büyük?
Necip Fazıl Kısakürek niçin unutulmuyor ve büyük?
Cemil Meriç niçin unutulmuyor ve büyük?
Bediüzzaman Said Nursi niçin unutulmuyor ve büyük?
Sezai Karakoç niçin unutulmuyor ve büyük?
Burada saymakla bitiremediğimiz adını tarihe altın harflerle yazdırmış, insanların hafızasında yer edinmiş, hayırlı bir çığır açmış büyükler niçin büyük?
Büyük insanları büyüten zaman ve mekân, diğer insanları niçin küçülttü ve unutturdu?
Suç kimdeydi zaman ve mekânda mı yoksa bizde miydi?
Bir insan için çok çabuk unutulmaktan daha kötü ne olabilir?
Rabbimiz (cc) hemen hemen her kuluna akıl, kalp, göz, güneş, hava, zaman, sağlık, bin bir türlü rızık vermemiş miydi?
Peki, büyükleri büyüten, zaman ve mekânı aşarak unutulmamalarını sağlayan neydi?
En önemli iki nedeni şunlar olsa gerektir:
Birincisi:
Önce dış dünyalarını değil, iç dünyalarını imar edip manevi hastalıklardan temizleyerek güçlü iman ve tevhit bağıyla Rablerine tam teslimiyetle bağlanmaları.
İkincisi:
Dünyayı gözlerinde küçülüp şahsi menfaatlerden arınarak devrinde yaşayan ve kendilerinden sonra da yaşayacak olan her bir insanı kendi öz evlatları, çok yakınları gibi değerli görmeleri ve çalışmalarını insanlığın eğitimine, kurtuluşuna adamaları.
Peki, çabuk unutulanların unutulma sebebi neydi?
En doğrusunu Rabbimiz (cc) bilmekle beraber sadece şahsi menfaati için yaşayan, başkalarının hayatına dokunamayan iç dünyasını hakkıyla temizleyemeyen ve daha çok dış dünyanın imarı derdine düşmüş; dünyayı ve içindekileri gözünde büyütmüş bireyler, çabuk unutulabiliyor.
Hepinizin bildiği gibi vücut evimizde üç önemli yönetici var:
Akıl
Kalp
Nefis
Eğer akıl ve kalp, nefsin emrine girerse göz, kulak, dil gibi diğer yardımcı yöneticiler olması gereken yerde olmayacak ve muhtemelen çabuk unutulanlardan olacağız. Çünkü nefis bizi dar bir görüş ve gönül dünyasına itecek; öfke, kin, nefret çukuruna atarak sonsuzluk hayatımızı sıkıntıya sokacaktır.
Akıl ve kalp nefsin emrine girmez, nefsin etkisi vücut evimizde küçülmeye başlar; şirk, kibir, kin, haset, riya, inat, kendini beğenme, ümitsizlik, korkaklık, cimrilik, açgözlülük gibi hastalıklardan kendimizi arındırabilirsek sonsuzluk yolunun yolcusu olacağız.
Dünyadaki en sıkıntılı insanlar, başkasının hatasını görmek için bütün enerjisini harcayan ama bir türlü iç dünyasına dönüp bakamayan, baksa da hakkıyla en küçük evini temizleyemeyen insanlardır.
Bir avuç toprak, biraz da suyum ben
Neyimle övüneyim işte buyum ben
diyerek kibrini yıkan, yakan, öldüren Yunus Emre büyüklüğü hak etmiyor mu?
Ne yazık ki, kibrin ömrü çok kısa olup bu dünyayı aşamıyor. Kibirli insan, Yaratıcısı ile çekiştiği, çatıştığı, güç taşkınlığına girdiği için kaybediyor.
Hz. Mevlânâ’yı 751. vuslat yıl dönümünde ve bizi en çok zorlayan, yolda koyan ekranlara bağlayan, gözümüzün gönlümüzün ayağımızın kaymasına neden olan hedonizm, nefis ve kibir hakkında söylemiş olduğu sözlerle analım.
Zira Hz. Mevlânâ’nın annesi Mümine Hatun Karaman’ımızdadır. Hz. Mevlana gibi bir değeri bize verdiği için Rabbimize ne kadar şükretsek azdır. Annelere hep teşekkür borçluyuz; ama zamanı, sınırları, gönülleri aşan evlatlar doğuran annelere daha çok teşekkür ve dua borçluyuz.
“Ruh, seni en yüksek göklere çıkarırken sen en aşağılıklara, su ve çamura doğru gittin.”
“Akıl bağlanmıştır da heva ve heves, dilediğini işliyor; hâlbuki akıl işlemeliydi dilediğini.”
“Ey nefsim! Seni sen yapan benim, beni de ben yapan sensin. Ya yola gel beraber gidelim ya da yoldan çekil ben Hakk’a gideyim.”
“Aptallığından nefsin çuvalına girdin, aptal olmasaydın bırakırdın bu eşeği.
Eşeğin başını çek; onu yola sok, doğru yolu bilenlerin ve görenlerin yoluna sür.
Onu boş bırakma, yularını tut; çünkü o, yeşilliğe gitmeyi sever.
Gaflet edip de bir an boş bıraktın mı çayırlara doğru fersahlarca yol alır.
Eşek yol düşmanıdır, yeşillik görünce sarhoş olur. Onun yüzünden nice ona kul olanlar telef olup gitmişlerdir.
Eğer yol bilmezsen eşeğin dileğine aykırı hareket et; doğru yol o aykırı yoldur.”
“Benliğinden sıyrılan kişiler şekerlerle dolarlar, başka bir ifade ile tatlılaşırlar, üfleyip ses çıkartılacak tatlı kamışa dönerler, anlayış ve olgunluk kazanırlar.”
“Atıldığı kuyudan kurtulan Hz. Yusuf, Mısır’a sultan oldu. Beden kuyusundan kurtulan, yani benliğinden sıyrılan da birçok yanlıştan kurtulur, manevi âleme padişah olur.”
“Kendi aklımıza güvendik, fikrimize dayandık da bu tehlikeye çattık.”
“Senden, bu kendini beğenme defoluncaya kadar gönlünden de çok kan akar, gözünden de.”
“Rüstem’in kellesi, kulağı yerindedir; sakallı, bıyıklı bir adamdır ama ayağını tutup onu kafese sokan tuzak, şehvettir.”
Hz. Mevlâna, akla uymak varken, doğru yol varken, insanın heva ve hevesine uyarak, yanlış yola sapmasını engellemek için bir hayli eleştiride bulunur. Güzelim parlak güneş meydandayken mumla kandilden aydınlık istemek!
“Nefis, üç köşeli dikendir, ne çeşit koysan sana batar, ondan kurtulmana imkân mı var?
Heva ve hevesini terk etme ateşini vur şu dikene; iyi işli dosta uzat elini, sarıl ona!”
“Aferin himmete, aferin görüşüne ki bu kırık dökük âlemde, bu feryada erişilmez denizde, kendini heva ve heves dalgasına kaptırmadın.”
“Niceye dek bu heva ve hevese tapacaksın sen?”
“Eğer şehvet ve heva sevdasında koşacaksan, sana haber vereyim ki eli boş kalacaksın!
Kendine gel de kargaya benzeyen nefsin ardından koşma. Çünkü o, seni mezarlığa götürür, bahçeye değil!”
ALİ ALTAYLI