Zengin bir babanın iki oğlu iki kızı vardı. Baba iş adamları içinde sayılı kişilerden biriydi. Dünyada bizim talip olduğumuz makam, şan şöhret, konfor, mal mülk, maddi zenginlik hemen hemen hepsini hayatının çeşitli dönemlerinde elde etmişti. Çocuklarının hepsini iyi konumlara getirmiş, bir oğlu bir kızını yurt dışına göndermişti. Hemen hemen dünyalık her şeyi elde eden babanın, içinde bir boşluk vardı. O boşluğu ne fabrikaları, ne şanı şöhreti, ne de elde ettiği makamlar doldurabiliyordu. Çevresine baktığında kendisinde olana o kadar çok talip insan vardı ki, gösterişli evlerde oturmak isteyen, lüks otomobillere binmek isteyen, özel şoförünün olmasını isteyen, banka hesaplarının kabarık olmasını isteyen yığınlarca insanı gözlemlemişti.
Bazen zengin baba kendi kendisiyle konuşurdu. Niçin dünyalık çoğu imkâna sahip olduğum halde içimdeki o boşluğu dolduramıyorum, huzursuzluk, buhran, stres benim yakamı bir türlü bırakmıyor diye düşünürdü. Çocukların yaşantısından da çok memnun olduğu söylenemezdi. Hanımı farklı bir dünyaydı, imkânlar karısını şımartmış, evlendiği ilk günlerden hiç eser yoktu. Dışı imar etmeye çalışmak, güzelleştirmek için servet harcamak, pahalı markalardan giyinmek, bir başkasının kıskançlığını üzerine çekecek hale talip olmak aslında hiç akıl kârı değildi. Bir insan bir başkasının mutsuzluğuna bile isteye sebep olarak mutlu olabilir miydi?
Zengin babanın yaşı gün geçtikçe ilerliyordu, çoğu zaman işyerine gidemiyor, iki oğlunu fabrikaların başına geçirmiş, kendisi evde dinlenmeye çekilmişti. Yaşı ilerlemesi hastalıkların vücudunda belirmesinden olsa gerek tefekküre, iç muhasebeye yöneldi. Bir türlü yakasını bırakmayan içindeki boşluğu, deliği sorgulamaya başladı. Özel odasında bilgisayarının başında bir seneye yakın bu konuda kafa yordu. Kitaplar getirtti, internetten istediği bilgilere ulaşmaya çalıştı. Zengin baba aradığını bulmuştu, iç huzuru elde etmeye başlamış, özünün karanlığı aydınlanmaya başlamıştı. Kendisini artık hafif, dingin, aşkın, özgür, hissediyordu. Daha önce nasıl görememişti, bulamamıştı iç sıkıntı ve buhranla geçen yıllarını hatırladı ve ağlamaya başladı. İçindeki tarifsiz hazzın, huzurun, neşenin dünyalık bir karşılığı yoktu.
Kendisine malum olacak ki ömrünün sayılı günlerinin sonuna geldiğini anladı. O gece çocuklarına ve hanımına vasiyet niteliğinde mektup yazdı. Sabaha karşı yatağında ölü bulunan iş adamı bir gün sonra defnedildi. Cenazesinde her kesimden kalabalık bir insan topluluğu göze çarpmıştı.
Çocukları annesinin elinde olan vasiyet niteliğindeki mektubu açıp okudular. Mektupta şunlar yazılıydı: “ ‘A’ bankasında size bir hazine sandığı bırakıyorum. Avukat Ali Bey size bu konu da yardımcı olacak. Servetinize servet katmanıza yarayacak, her türlü iflası ortadan kaldıracak bir miktar. ” diye yazıyordu.
Hanımı ve çocukları çok zaman kaybetmeden Avukat Ali Bey ile birlikte büyük bir merak ve heyecanla bankanın yolunu tuttular. Banka görevlileri hazine olduğu bilinen kasayı getirdiler. Açtıklarında ne görseler iyi beyaz kâğıda yazılmış şiirler vardı. Tabi şaşırdılar, bir türlü anlam veremediler. Bankada göz attıkları şiirleri evde okudular:
“Yetmiş yıl saatim işlemiş ben durmuşum
Gökyüzünden habersiz uçurtma uçurmuşum”
***
“Canlar canını buldum, bu canım yağma olsun
Assın ziyandan geçtim, dükkânım yağma olsun”
***
“Ben benliğimden geçtim, gözüm hicabın açtım
Dost vaslına eriştim, gümanım yağma olsun”
***
“Yunus ne hoş demişsin, bal ü şeker yemişsin
Ballar balını buldum, kovanım yağma olsun”
***
“Ne yalanlar da var, ne hakîkatta,
Gözümü yumdukça gördüğüm nakış.
Boşuna gezmişim, yok tabiatta,
İçimdeki kadar iniş ve çıkış.”
***
“Atomlarda cümbüş,donanma,şenlik;
Ve çevre çevre nûr, çevre çevre nûr.
İç içe mimari, iç içe benlik;
Bildim seni ey Râb, bilinmez meşhur!”
***
“Sür çıkar ağyarı dilden tâ tecelli ede Hakk
Padişah konmaz saraya hâne mamur olmadan”
***
“Dehr bir bâzârdır herkes metâın arz eder
Ehl-i dünya sim ü zer ehl-i hüner fazl ü kemâl”
***
“Bir kitabullah-ı azamdır serâser kâinat
Hangi harfi yoklasan hep Allah(c.c) çıkar”
Son sözüm diyerek bitirir: “ Allah’ı bulan neyi kaybeder ve O’nu kaybeden neyi kazanır.”
Ali ALTAYLI
Zengin bir babanın iki oğlu iki kızı vardı. Baba iş adamları içinde sayılı kişilerden biriydi. Dünyada bizim talip olduğumuz makam, şan şöhret, konfor, mal mülk, maddi zenginlik hemen hemen hepsini hayatının çeşitli dönemlerinde elde etmişti. Çocuklarının hepsini iyi konumlara getirmiş, bir oğlu bir kızını yurt dışına göndermişti. Hemen hemen dünyalık her şeyi elde eden babanın, içinde bir boşluk vardı. O boşluğu ne fabrikaları, ne şanı şöhreti, ne de elde ettiği makamlar doldurabiliyordu. Çevresine baktığında kendisinde olana o kadar çok talip insan vardı ki, gösterişli evlerde oturmak isteyen, lüks otomobillere binmek isteyen, özel şoförünün olmasını isteyen, banka hesaplarının kabarık olmasını isteyen yığınlarca insanı gözlemlemişti.
Bazen zengin baba kendi kendisiyle konuşurdu. Niçin dünyalık çoğu imkâna sahip olduğum halde içimdeki o boşluğu dolduramıyorum, huzursuzluk, buhran, stres benim yakamı bir türlü bırakmıyor diye düşünürdü. Çocukların yaşantısından da çok memnun olduğu söylenemezdi. Hanımı farklı bir dünyaydı, imkânlar karısını şımartmış, evlendiği ilk günlerden hiç eser yoktu. Dışı imar etmeye çalışmak, güzelleştirmek için servet harcamak, pahalı markalardan giyinmek, bir başkasının kıskançlığını üzerine çekecek hale talip olmak aslında hiç akıl kârı değildi. Bir insan bir başkasının mutsuzluğuna bile isteye sebep olarak mutlu olabilir miydi?
Zengin babanın yaşı gün geçtikçe ilerliyordu, çoğu zaman işyerine gidemiyor, iki oğlunu fabrikaların başına geçirmiş, kendisi evde dinlenmeye çekilmişti. Yaşı ilerlemesi hastalıkların vücudunda belirmesinden olsa gerek tefekküre, iç muhasebeye yöneldi. Bir türlü yakasını bırakmayan içindeki boşluğu, deliği sorgulamaya başladı. Özel odasında bilgisayarının başında bir seneye yakın bu konuda kafa yordu. Kitaplar getirtti, internetten istediği bilgilere ulaşmaya çalıştı. Zengin baba aradığını bulmuştu, iç huzuru elde etmeye başlamış, özünün karanlığı aydınlanmaya başlamıştı. Kendisini artık hafif, dingin, aşkın, özgür, hissediyordu. Daha önce nasıl görememişti, bulamamıştı iç sıkıntı ve buhranla geçen yıllarını hatırladı ve ağlamaya başladı. İçindeki tarifsiz hazzın, huzurun, neşenin dünyalık bir karşılığı yoktu.
Kendisine malum olacak ki ömrünün sayılı günlerinin sonuna geldiğini anladı. O gece çocuklarına ve hanımına vasiyet niteliğinde mektup yazdı. Sabaha karşı yatağında ölü bulunan iş adamı bir gün sonra defnedildi. Cenazesinde her kesimden kalabalık bir insan topluluğu göze çarpmıştı.
Çocukları annesinin elinde olan vasiyet niteliğindeki mektubu açıp okudular. Mektupta şunlar yazılıydı: “ ‘A’ bankasında size bir hazine sandığı bırakıyorum. Avukat Ali Bey size bu konu da yardımcı olacak. Servetinize servet katmanıza yarayacak, her türlü iflası ortadan kaldıracak bir miktar. ” diye yazıyordu.
Hanımı ve çocukları çok zaman kaybetmeden Avukat Ali Bey ile birlikte büyük bir merak ve heyecanla bankanın yolunu tuttular. Banka görevlileri hazine olduğu bilinen kasayı getirdiler. Açtıklarında ne görseler iyi beyaz kâğıda yazılmış şiirler vardı. Tabi şaşırdılar, bir türlü anlam veremediler. Bankada göz attıkları şiirleri evde okudular:
“Yetmiş yıl saatim işlemiş ben durmuşum
Gökyüzünden habersiz uçurtma uçurmuşum”
***
“Canlar canını buldum, bu canım yağma olsun
Assın ziyandan geçtim, dükkânım yağma olsun”
***
“Ben benliğimden geçtim, gözüm hicabın açtım
Dost vaslına eriştim, gümanım yağma olsun”
***
“Yunus ne hoş demişsin, bal ü şeker yemişsin
Ballar balını buldum, kovanım yağma olsun”
***
“Ne yalanlar da var, ne hakîkatta,
Gözümü yumdukça gördüğüm nakış.
Boşuna gezmişim, yok tabiatta,
İçimdeki kadar iniş ve çıkış.”
***
“Atomlarda cümbüş,donanma,şenlik;
Ve çevre çevre nûr, çevre çevre nûr.
İç içe mimari, iç içe benlik;
Bildim seni ey Râb, bilinmez meşhur!”
***
“Sür çıkar ağyarı dilden tâ tecelli ede Hakk
Padişah konmaz saraya hâne mamur olmadan”
***
“Dehr bir bâzârdır herkes metâın arz eder
Ehl-i dünya sim ü zer ehl-i hüner fazl ü kemâl”
***
“Bir kitabullah-ı azamdır serâser kâinat
Hangi harfi yoklasan hep Allah(c.c) çıkar”
Son sözüm diyerek bitirir: “ Allah’ı bulan neyi kaybeder ve O’nu kaybeden neyi kazanır.”
Ali ALTAYLI