Karamandan.com değerli yazarlarından Dr. Fatih Şeker Bey “Hırsızlık ve Yağma” başlıklı yazısındaki şu cümleler dikkatimi çekti: “ Maalesef coğrafyamızda eleştirme kültürü diye bir şey yok. Hangi görüşe sahip olursa olsun, eleştiri yaptığınızda sanki şahsına küfretmiş gibi sinirlenir ve ne yapacağı belli olmaz. Onun için hiç yorum yapmadan verileri verdim.” diyor.
Bugünkü yazımızda bizim hoşumuza gitmeyen, bizi öfkelendiren, canımızı sıkan, düzenimizi bozan, bazen isyan ettiren, sancı ve eziyetin çok olmasından dolayı dünyanın bize dar geldiği, kalbimizin sıkıştığı, başımızın zonkladığı aynı zamanda bizi çok hızlı bir şekilde güzelleştiren, kıvama getiren, olgunlaştıran, tatlı ve saygın kılan iki konuya değinelim:
- Eleştiriyi ayna olarak görmek ve tamamen kendimizi eleştiriye kapatmamak.
- Başımıza gelen olumsuzlukları, gelecek güzel günlerin müjdecisi olarak görmek.
Eleştiri, hakarete, küfre, saygısızlığa varmamak şartıyla bizi geliştirir, dönüştürür, yanlışlarımızla yüzleşmemizi sağlar. Öncelikle şunu bilmemiz gerekir, biz insanlar Yaratıcı ve melek değiliz ki kusursuz olalım. Yanlış yapma eğiliminde olan biz insanların öncelikle hatalı, kusurlu olduğumuzun farkına varmamız gerekir. Eksiğimizi gören bir dostumuzun ya da hiç tanımadığımız birinin bize bunu söyleyince ona kızmak, darılmak, mesafe koymak mı gerekir yoksa teşekkür etmek mi gerekir? “Yanlışımı söyleyen yanlış yüzü görmesin mi” demek lazım.
Şöyle bir örnekle konuya açıklık getirmeye çalışalım. Bir arkadaşımız bize hemen yanı başında bir yılan ve eli bıçaklı düşmanın var dese ve dikkatli olmamızı söylese sana ne o yılan ve düşmandan der miyiz? Aynen onun gibi bizim uzun süren yanlışlarımız bize zarar verecek yılan ve düşmandan daha tehlikelidir. Aklı başında, gelişime açık, kusur işleme, yanlış yapma gafletinin olduğunu bilen bir insan tamamen eleştiriye kendini kapatmaz. Övgü, takdir, güle talip olup eleştiri ve dikenden, dikenli sözlerden tamamen kendini çekmez; bilir ki bizi onaran, iyileştiren, geleceğimizi güzelleştiren övgü değil yergidir.
Her nefeste eyledik yüz bin günah
Bir günaha etmedik hiçbir gün âh!
Süleyman Çelebi
Günah işlemeye, yaratılmışa yanlış yapmaya yatkın biz insanların Rabbimize kusurlarımızı itiraf etmemiz ve yaratılmıştan gelen olumlu eleştiriyi kabul etmemiz büyük bir kazanımdır.
Yaratılış gereği biz hep takdir görmek isteriz, hepimizde az çok bu var. Çocuklarım Halil Muaz ve Yusuf Musab’ı takdir ettiğimde sesleri hiç çıkmıyor, memnun oluyorlar, gözleri ve yüzleri güzelleşiyor. Yanlışlarını söylediğimde avukat gibi yanlışlarını savunup sesleri çok çıkıyor, yüzleri gerginleşiyor, bir türlü hatalarını kabul etmek istemiyorlar. Biz büyükler de bu konuda çocuklardan farksız değiliz; hatta olumlu bir eleştiriyi bile yanlış anlayıp dostlarımıza cephe alıp onlarla iletişimi kesebiliyoruz.
W. Whitman eleştirinin geliştirici özelliğiyle ilgili şöyle der: “ Sizi eleştirenlerden, size karşı cephe alanlardan, sizinle yarışanlardan alınacak büyük dersler vardır.”
Bizim hoşumuza gitmeyen, gelip bizi bulmasını istemediğimiz ama yanlışlarımızın sonucu ve kader gereği gelip bizi bulan ikinci konu da musibetlerdir. Musibetler bize ulaştığında hikmetini bilip hoş geldin diyebiliyorsak kazancımız büyük oluyor, yoksa istenilen sonucu alamıyoruz. Biz insanları ne yazık ki konfor, rahatlık, neşe, huzur, tam istediğimiz gibi ayların, yılların gelip geçmesi onarmıyor, olgunlaştırmıyor, adam gibi adam olma adayı yapmıyor. Peki, bizi ne onarıyor, adam ediyor: Gurbet, ayrılık, itibarsızlık, trafik kazası, evlat kaybı, iflas, hastalık, parasızlık, dostlarımızdan gelen darbeler, borcumuzu zamanında ödeyememek, ölümler vb.
Şeyh Galip;
Her zilletin elbette bir izzet var içinde
Seyret çeh-i Ken’an’ı ne devlet var içinde
( Her zorluğun içinde elbet bir izzet, bir kolaylık vardır. Kenan ilinde kuyuya atılan Yusuf(as)oradan çıkıp Mısır’a sultan oldu diyor.)
Hepinizin bildiği gibi Mısır’a sultan olan Hz.Yusuf önce zorluklarla imtihan oldu, kardeşleri tarafından kuyuya atıldı, köle olarak satıldı, iftiraya uğradı; ama sabrının ve iffetinin güzelliği sonucu yüce makamlara çıktı. Altının değeri ateşe sabretmesinden gelmez mi? Elimize geçen tüm imkânlar sabrımızın sonucu değil mi?
Hem insanlardan gelen olumlu eleştirinin, hem de musibetlerin bizim hoşumuza gitmese de bize faydası sonsuzdur. Öncelikle bize gelen her eleştiri ve musibeti çok iyi okumak, anlamak gerekir.
Takdir, övgü çoğu zaman gerçeği örtebilir; olumlu eleştiri ise bizi savrulmaktan kurtarır.
Sen bir kulsun, kendine çeki düzen ver, şaşma, şaşırtma, diyor olabilir.
Burası cennet değil, her zaman istediğin olmaz, sabrı kuşanmalısın. İç Anadolu’da muz yetiştiremezsin.
Olgun, kaliteli insan olmanın yolu pişmektir. Yemek ocakta pişer; sen de acı, çile, ızdırapla pişersin.
Sen kendini göremezsin, seni en iyi gören gerçek dostlarındır; onlar sendeki eksikliği daha çabuk görür. Teşekkür etmen gerekmez mi?
ALİ ALTAYLI