Yeni bir şeyler başardığımızda veya aldığımızda araba, ev, koltuk takımı, telefon, saat niçin göstermek isteriz? Tatil, nişan, düğün, mezuniyet, yeni doğan bebeğimizin fotoğraflarını niçin Whatsapp durumuna, Facebook ve Instagram’a koyarız? Piknikte yiyip içtiklerimizi, misafirlere ikramlıklarımızı, evimizin odalarını niçin paylaşırız bir bilen var mı? Görünmenin, anlatmanın, başkalarının gözüne sokmanın bize getirisi mi çok yoksa bizden aldıkları mı çok, kârda mıyız zararda mıyız, bugün bu konu üzerinde yazalım.
Ne zaman güzel bir şey yapsam ve onu anlatsam ertesi gün o şeyi yapamıyordum. Yeni bir şeyler alsam ve onu anlatsam, göstersem devamı gelmiyordu. Yıllar sonra niçin böyle olduğunu anlamaya başladım. Dört nedeninin olduğunu fark ettim:
- Anlatmak, göstermek hedefe ulaşmışlık hissi verdiğinden eylemsizleşiyoruz.
- Elimizdeki imkânları anlatmamız kıskanç kişilerin negatif enerjisini bize çekiyor, içi virüslü insanların güzel olan her şeyi mahvetmesi.
- Nimetin devamı şükürle gelir; biz, gerçek nimetin sahibini çoğu zaman unutup kendimize ederimizden fazla değer veriyoruz.
- Değerli olan bir şey ancak Hakka ve insanlığa hizmet için anlatılabilir, gösterilebilir; gösteriş, var mı benim gibi niyetiyle anlatılırsa stres, üzüntü ve keder yakamızı bırakmıyor.
Gelin bu konuya Şeyh Sa’di Şirazi’nin “Gülistan” isimli eserinden bir hikâyeyle örnek vermeye çalışalım.
Bir gül bahçesindeki bülbül hal diliyle feryat ederek şahine sormuştur. Sen ve ben ikimizde bir kuş olduğumuz halde neden senin yerin sultanın eli de benimki dikenli gül bahçesidir? Ve neden sen güzel kekliğin yürek ve böbreğini yer, her kuşu avlar, her isteğine kavuşur, sultanın yanında kadir ve kıymetin olur ve kuşların sultanı olursun da ben ta sabahlara kadar bir gül goncasının açılmasını beklerim; fakat ben uyumadıkça o açılmaz. Uyandığımda gül goncası ben görmeden açıldığı için bir türlü muradıma eremem de dikenler içinde inleye inleye kan ağlar, yüreğime taşlar bağlarım.
Bunun üzerine şahin şu şahane cevabı verir: “Ben bir murat alır ve bir söylemezken sen bir murat almaz ve bin söylersen sonunda böyle muratsız kalır ve ah çekersin. Önce düşün sonra söyle. Akıllı olanın dili kalbinde, ahmak olanın kalbi de ağzındadır.”
Genel olarak bizim halimiz bülbüle benziyor. Çok sesimiz çıkıyor, sahip olduklarımızı Rabbimiz’in şükür için bize verdiği nimetleri anlatıyor, sosyal medyada reklamını yapıyor, bize ait çoğu şeyi herkese duyuruyor, birbirimize hava atıyor, sonra da nimetlerin devamı gelmiyor, gelse de niyet farklı olduğu için huzur çekip gidiyor.
Taşlıcalı Yahya:
Âdemoğlu âleme üryân gelir üryân gider
Nâle vü efgân ile giryân gelir giryân gider
(İnsan dünyaya gelirken giyinmemiş, eli boş gelir, buradan giderken de eli boş gider. Dünyaya ağlaya ağlaya gelir ve dünyadan ağlaya ağlaya gider.)
Şairimizin yıllar öncesinden günümüze seslendiği gibi ağlaya ağlaya üryân geldiğimiz bu dünyadan yine ağlaya ağlaya üzerimizde kefenden başka hiçbir şey olmadan çekip gideceğiz. Hal böyle iken aciz, miskin, fakir, kusurlu biz insanların gösterişe yönelip başkalarının kıskançlığına ve memnuniyetsizliğine sebep olacak derecede gösterişe yönelmemiz doğru olmasa gerek.
Eğer, iç ve dış huzura sahip olmak istiyorsak, Rabbimizin bize verdiği imkânların artarak devam etmesini istiyorsak, art niyetli kişilerin yakın-uzak nazarını, negatif enerjisini, dedikodusunu üzerimize çekmek istemiyorsak bir an önce dilimize sahip çıkmalı, face, ınstagram, tiktok gibi sosyal medya uygulamalarındaki durumumuzu acilen gözden geçirmeliyiz.
Bugünkü yazımızı güzel insanların güzel sözüyle bitirelim:
Mevlana: “Mezarlıklar, kendini vazgeçilmez sananlarla doluyken yerin üstündeki bu gösteriş de neyin nesi oluyor acaba.”
Konfüçyüs: “ Gösteriş bir insanın kültürel zayıflığını yansıtma halidir.”
ALİ ALTAYLI