Geçenlerde hanım “Gassal” isimli yeni bir dizi yayına girmiş; çok konuşuluyor, haberin var mı, izledin mi diye sordu. Ben de haberimin olmadığını söyledim. Evde birinci bölümünü çocukların tabletinden izletti bana. Diğer bölümlerini, izlemeye izin verilmediği için açamadık, izleyemedik o gün akşam. İşyerine geldikten sonra belirli bölümlerine kadar izlemek nasip oldu.
Beni etkileyen diziler içerisinde en önemlilerinden diyebilirim. Düşündürücü, silkeleyici, sarsıcı, sıradanlığı yıkan, başka bir dünyanın kapılarını açan, son durak kara toprak, son mekân gasilhane, son dokunuşlarımızın gassalin elinden olma gerçeğini somutlaştıran, bizden uzak olmasını istediğimiz ölüm gerçeğini bütün çıplaklığıyla anlatarak bizlere soğuk duş etkisi yaptıran, her şeyi bir anda (mal mülk makam mevki şan şöhret) sıfırlayan ölüm, öleceğimiz konusunun işlendiği özgün bir dizidir.
Dünyevileşme gerçeğiyle yüz yüze kaldığımız bu asırda, bizlere “dur bir dakika, bana kulak ver” diye seslenen “salalar, ölüm gerçeği, ölenler, öleceğimiz” bu dizi ile gözümüze, kalbimize, zihnimize bütün latifelerimize iyice yerleşmiş oldu.
Madem ölmemeye çare çok, boğazını sıkıp öldüremiyoruz.
Madem kabir kapısını çok sıkı kapatamıyoruz.
Madem ölüm yolculuğu kesilmiyor; tatili yok, mesaisi yok.
Madem ihtiyarlıklar, hastalıklar ölümün habercisi.
Madem ahir zamandır, ölenlerin ardı arkası kesilmiyor.
Madem yerin üstünden yerin altı daha dingin ve bizi ayağımızdan tutup az da olsa her gün çekiyor.
Madem gelecek hakkında yüzde yüz bildiğimiz tek şey bir gün öleceğimiz, diğerleri ihtimal.
O zaman ihtimallerde çok boğulmak yerine ölümle barışmak, onu sevmek, onun bizden istediğine kulak kesilmek, ölmeden ölebilmek, taşmamak, şaşmamak, azmamak gerekmez mi?
Hep insanlar, el alem nedir diye yaşadık; bundan sonra da ölüm ne der, ölüm ne ister, Allah ne der diye yaşasak çok mu kaybımız olur?
Ne dersiniz?
“Gassal” dizisinin izlemiş olduğum bazı bölümlerindeki dikkatimi çeken sarsıcı cümleler ve karşılıklı konuşmalar şunlardır:
“Zaman diriyken değerlidir, ölenin vakti bol olur.”
“Ölüm bizi masumlaştırır, her ölü biraz bebeksidir.”
“Ölüm bütün planları bozar, randevuları iptal ettirir.”
“Küsmek dirilere özgüdür, bence artık barışmıştır.”
“Öldüğümde beni kim yıkayacak?”
“ Herkes acısını başka türlü yaşar Baki. Kimi helvayı kavururken kimi yerken kimi de pişirirken üzülür. Sen de acını yaşa Baki! Ağlamıyorsun, senin de gassalin öldü. Sözünü tutamaz artık Nazım. Seni yıkayamayacak. Git! Tut yasını.”
Hemşire Hanım:
-Bu kadar çok ölü görmeye nasıl dayanıyorsun?
Baki:
-Ben de normal insanları anlamıyorum bu kadar diri görmeye nasıl dayanıyorlar diye.
-“Senin bakış açına heyecan getirmen gerekiyor, bu böyle olmaz. Sürekli ölüleri görmekten için dışın kurumuş Baki!
-Ne yapayım, istifamı edeyim?
-Onu demiyorum, yaşamayı da bir düşün. Bir bebek olsan kucağına ölecekmişsin gibi Baki!
-Ne alası var?
-Şu evine, şu etrafına bakar mısın? Şöyle bir bak. Bu eve kadın eli değmeli abiciğim. Kadın dokunduğu yeri güzelleştirir, oraya heyecan katar. Artık ben ölünce beni kim yıkayacak diye de düşünmeyeceksin.”
-“Gardaş, sen gassal mısın? Ben şoför olarak başladım bugün de.
-İyi ettin, hayırlı olsun.
-Bak bu adamlar mafya ben sana diyeyim. Gelmeden gidecektim, araştırdılar.
-Doğrudur.
-Sen mafya da yıkıyor musun ya?
-Ölürlerse tabi.
-Kurşunladılar, feci. Sokağın başına silahlı adamlar da yerleştirdiler. İşe bak, ilk günden kime denk geldik.
-Ben zaten masa başı bir iş istemiştim.”
-“Kadın yas tutuyor ya simsiyah da giyinmiş, ah ah!
-Yas tutmak öyle bir şey değil kardeş.
-Ya nasıl bir şey?
-Üstünde ne varsa öyle çıkar gelirsin evden.
-Gerçek yas cenazeye ayıcıklı pijamayla gelmeyi gerektirir.”
-“Mezar yerinin adresini verdiler gelirken. Adamlar özel yer almış ya! Püfür püfür eser havası.
-Ölülerin manzaraya ihtiyacı olmaz Merdan.
-Ziyaretine gelenler manzaraya doysun istemez miydin?
-İstemem.”
“Gassal” dizisinde, izlediğim bölümlerdeki önemli cümlelere, karşılıklı konuşmalara değindikten sonra Necip Fazıl Kısakürek’i hatırlamamak olmazdı.
Ölümden bahsedip de hiç üstadı anmamak olur mu?
Nasıl ki, “gassal” dizisi ölüm-hayat gerçeğini çok güzel anlatmış; üstat da şiirlerinde “ölüm” temasını kelimelerle anlatamayacağım bir güzellikte, gözler önüne sermiş.
Ne acı, kaybetmek için sahiplik!
Ölümlüyü sevmek, ne korkulu iş!..
Hayat mı, püf desen kopacak iplik,
Çıkmaz sokaklarda varılmaz gidiş.
*
Hayat, mayat diyorlar;
Benim gözüm mayat’ta.
Hayatın eksiği var;
Hayat eksik hayatta.
*
Ölümü sığdıramaz,
Akıl daracık koğuk.
Ölemez, çıldıramaz,
Ağlarlar boğuk boğuk.
*
Köpek korkusuyla korktum ölümden,
Ölmeden ölmeyi anlayamadım.
Ne güneşler doğup battı üzerimden;
Bir günü bir güne bağlayamadım.
*
Ey akıl, nasıl da delinmez küfen?
Ebedî oluşun urbası kefen!
Kursa da boşluğa asma köprü, fen,
Allah derim, başka bir şey demem!
*
Oyuncak kırılır, haydi, ya insan,
Nasıl parçalanır, nasıl bölünür?
Söylerler, mezara kulak dayasan;
Bir daha ölmemek için ölünür.
*
Bu kapıdan kol ve kanat kırılmadan geçilmez;
Eşten dosttan, sevgiliden ayrılmadan geçilmez.
*
İnsan, bir mes’ut zâlim, insan bir mağrur cahil;
Tekne kırık, su azgın ve kayıplarda sahil…
ALİ ALTAYLI