Sabah işyerine gelir gelmez bilgisayarımı açıyor; yazma, dinleme, okuma çalışmalarına başlıyorum. Haftada bir de olsa film izliyor, çok az da olsa haber dinliyorum. Karşı kaldırımdaki dört göz, beni izliyor; kafamı yukarı kaldırınca da kendilerini gizleme ihtiyacı duyuyorlar. Bunun sıklıkla tekrarlanması rahatsız edici, kaygılandırıcı, üzücü bir durumdur.
Bugün kendi kendime sordum:
Biz başkalarının ne yapıp ettiğini niye daha çok merak ediyoruz?
Gözümüzün yönü niye içte, kendimizde değil de genelde dışarda?
Başkalarına ait akıllı telefona, poşetlere, çantalara, pencerelerden evlerin içlerine niye bakma ihtiyacı hissediyoruz?
Başkalarının alıp sattığı, kaçtığı, göçtüğü, uçtuğu, konduğu bizi niye çok alakadar ediyor?
Merak duygusunu gerçekten olması gereken yerde mi kullanıyoruz yoksa vebali çok, kârı yok yerlerde mi?
Gerçekten neyin peşindeyiz, peşinde olmamız gerekenleri unutup bir av, bir anlık heves uğruna koskoca ömrü heder mi ediyoruz?
Ahlaki çöküntülerin anlatıldığı Dostoyevski’nin “Budala” isimli eserinde her şeyi öğrenme, görme, duyma merakında olan kişilere değinilir:
Toplumun bazı kesimlerinde zaman zaman, hatta sıklıkla rastlanır, böyle her şeyi bilen tiplere. Bunlar her şeyi bilirler, çünkü zekâ ve yeteneklerinden fışkıran ele avuca sığmaz kıpırdak merakları tek bir noktaya yönelmiştir; kuşkusuz, çağdaş bir düşünürce de belirtilebileceği gibi, bu durum daha önemli, yaşamsal nitelikte ilgilerin bulunmayışının bir sonucudur. Aslında bu “her şeyi bilme”nin, sınırsız bir alanı içerdiği sanılmamalıdır; tam tersine: Falanca nerde çalışır, kimleri tanır-kimleri tanımaz, ne kadar malı mülkü vardır, vaktiyle nerede valilik yapmıştır, kiminle evlidir, evlenirken karısı ne kadar çeyiz getirmiştir, kuzenleri kimlerdir, kuzenlerinin kuzenleri, onların dış kapılarının mandalları kimlerdir…vb.vb. gibi bilgilerle sınırlıdır bu “her şey.” Her şeyi bilenler, çoğunlukla dirsekleri eprimiş giysiler giyer ve ayda on yedi ruble kadar maaş alırlar. Haklarında bunca şey bildikleri insanlar, kuşkusuz, onların hangi güdüyle kendileri hakkında bu kadar çok bilgi edinme gereksinimi duyduklarını asla anlayamazlar; oysa her şeyi bilenler kendi bilgilerini gerçek bilime eş tutar, bunun sonucu olarak da kendilerine en yüksek düzeyde saygı duyar, tam bir ruhsal doyum içinde olurlar.
Gözümüzün, aklımızın her şeyi görme, bilme merakından kurtulabilmesinin beş önemli çözüm yolu vardır:
Haddimizi bilmek.
Büyük bir hedef sahibi olmak.
Merak duygumuzun yönünü hayra, ilme, keşfe, icada çevirmek.
Zamanın tek kullanımlık olduğunu bilmek, hayatımızda zaman boşluğuna yer vermemek.
Kişileri değil, fikirleri ve olayları konuşmayı alışkanlık edinmek, bizi ilgilendirmeyen konulara kalbimizi, yüzümüzü, gözümüzü çevirmemek.
Bediüzzaman Hazretleri “Mesnevi-i Nuriye” isimli eserinde su-i zan (kötüye yorma, kötü düşünme) için şöyle söylemektedir:
“(Dördüncü Hastalık) Su-i zandır(kötü düşünce).
Evet, insan hüsn-ü zanna ( iyi, güzel düşünme) memurdur. İnsan, herkesi kendisinden üstün bilmelidir. Su-i zan saikasıyla (nedeniyle) kendisinde bulunan su-i ahlakı (kötü ahlakı) başkalara teşmil (genişletme, yayma) etmemelidir. Ve başkaların bazı harekâtının hikmetini bilmediğinden takbih (ayıplama) etmemelidir. Binaenaleyh eslaf-ı izamın (geçmiş büyük zatların) hikmetini bilmediğimiz bazı hallerini beğenmemek su-i zandır. Su-i zan ise maddi ve manevi hayat-ı içtimaiyatı (toplum hayatını) zedeler.”
Başkalarının kusurunu görücü olma yönümüz, dedikodu, yalan dolan, şahsi çıkarlara eğilimin çok fazla olması, kıskançlık, Yaratıcının verdiği imkânları gözlere sokma isteği, büyüklenmek gibi hastalıklı yönümüz bireyi küçültüyor; aileleri ve toplumu zehirliyor.
Saygınlığı, sevgi ve muhabbeti gideriyor; samimiyetin, tek yüzlülüğün yerine yalakalığı ve maskeli yüzleri çoğaltıyor.
Dostoyevski,
“Zamanımızda kime saygı göstereceğimizi bilmiyoruz. Ve şunu kabul edelim ki, kime saygı duyacağını bilmemek bir çağ için korkunç bir yıkımdır.” der.
2025’ e girmeden her şeyi bilme, görme merakından bir şeyi bilmeye, görmeye hicret etsek acaba çok şey mi kaybederiz?
Peki, bir insan önce neyi bilmeli?
Haddini, nefsini, Rabbini.
Bir insan önce neyi görmeli?
Kendi kusurlarını, zaaflarını.
Bir insan nasıl düşünmeli, neye yormalı?
Güzel düşünmeli, iyiye yormalı.
ALİ ALTAYLI