Duygularımız hayatımıza egemen olmaya başladığında, arzularımızın peşinde gitmekte ısrarcı olduğumuzda vücut şehrimizde gerginlik, çatışma, doyumsuzluk, hazımsızlık, tedirginlik meydana gelir. Zihin ve kalp yavaş yavaş yorulmaya, yıpranmaya ve hastalanmaya başlar ve vücudumuzun dinginliği yok olmaya yüz tutar. Canımızın, nefsimizin istediği bir hayatı yaşamaya başladığımızda zamanla canımız sıkılmaya, gönlümüz daralmaya başlar. Can sıkıntımızı, ruhsal boşluğumuzu gidermek için yanlış adreste çözüm arama eğilimimiz ise gelecek güzel günleri yok eder.
Hepimizin bildiği bir hikâye var:
Yaşlı bir kızıl dereli reisi kulübesinin önünde torunuyla oturmuş az ötede birbiriyle boğuşan iki kurt köpeğini izliyorlardı. Köpeklerden biri beyaz diğeri de siyah renkteydi. Dedesinin sürekli göz önünde tuttuğu yanından hiç ayırmadığı iki kurt köpeğiydi bunlar. Çocuk kulübeyi korumak için bir köpeğin yeterli olduğunu düşünüyor, dedesinin ikinci bir köpeğe neden ihtiyacı olduğunu ve neden renklerinin illa siyah ve beyaz olduğunu anlamak istiyordu.
O merakla sordu dedesine “Dede neden iki köpeğimiz var?” yaşlı reis bilgece bir gülümsemeyle torununun sırtını sıvazladı. “Onlar benim için iki simgedir evlat.” “Neyin simgesi” diye sordu çocuk. “İyilik ile kötülüğün simgesi.” “Aynen şu gördüğün köpekler gibi iyilik ve kötülük içimizde sürekli mücadele eder durur. Onları seyrettikçe ben hep bunu düşünürüm.” Onun için yanımda tutarım onları, çocuk sözün burasında mücadele varsa kazananı da olmalı diye düşünür ve dedesine bir soru daha sorar. “Peki dede” der. “Sence hangisi kazanır bu mücadeleyi?”
Bilge reis derin bir gülümsemeyle torununa bakarak “hangisi mi evlat?” “Ben hangisini daha iyi beslersem o kazanır,” der.
Aynen bu hikâyede olduğu gibi içimizde nefis, kalp, akıl, vicdan sürekli birbiriyle çatışma halindedir. Kalp, vicdan, vahiyle barışık aklı dinlediğimizde nefsin içimizdeki sesini kısabilmede başarı gösterebildiğimizde dünya ve sonsuzlukta kazananlardan oluyoruz. Vücudumuzdaki akıl, vicdan ve aklın yerine nefsi beslediğimizde, her istediğini verdiğimizde, öz denetimden, iradeden yoksun bıraktığımızda dünya ve sonsuzlukta kaybediyoruz.
Gelin hep beraber hedonizme hizmet eden nefsimizin ve sonsuzluk kazancına hizmet eden aklımızın, kalbimizin, vicdanımızın beslenme mekânlarına bir göz atalım. Bizler en çok duygu ve latifelerimizi nerelere yönlendiriyoruz, onları nerelerde dolaştırıyoruz?
Nefis sürekli iyi yemekler, üstten konuşmalar, giyinip kuşanmalar, dış güzelliği istiyor. Muhteşem üçlü olan akıl, kalp ve vicdan ise şükrünü başarabileceğimiz yemekler, ölçülü konuşmalar, iç güzelliği istiyor. Büyük ve küçük şehrimizdeki dinginlik nefsin istediğinin tersini yapmakla mümkündür, diyor.
Nefis gözden ve kalıptan besleniyor. Muhteşem üçlü özden beslenerek dinginliğin ancak kendi içimizi imar ettiğimizde ortaya çıkacağını söylüyor.
Nefis her türlü eğlence mekânlarını çok seviyor. Muhteşem üçlü ise kısa süreli bir coşkunun, dinginliğin insanı hakkıyla onarmadığını uzun süreli dinginliğin ancak meşru dairede kalmakla mümkün olduğu konusunda ısrar ediyor.
Nefis tüketim çılgınlığına ve gösterişe yeşil ışık yakıyor. Muhteşem üçlü ise ihtiyaç olmayan ürünlerin satın alınmasına yeşil ışık yakmıyor. Ayrıca elimizdeki kazanımların yok olmasına sebep olduğu ve musibetleri üzerine çektiği için gösterişten uzaklaşabildiğimiz kadar uzaklaşmamızı istiyor. Gösteriş hastalığının nazarı üzerine çektiği için dinginliği, huzuru, mutluluğu, neşeyi yok ettiğine inanıyor.
Nefis merhametsizliğin, kötülüğün, cehaletin, bitmeyen kin ve öfkenin, ayrılığın, gelir dağılımındaki eşitsizliğin dünyada dal budak salmasını istiyor. Muhteşem üçlü ise şefkat ve merhametin, iyiliğin, cömertliğin, faziletin, ilim ve irfanın, sevginin, birlik ve beraberliğin dünyada dal budak salarak güçlenmesini istiyor.
Nefis ekranların kumandasını her an kendi elinde tutmak istiyor. Özellikle her gece izlenen filmler benim en önemli yardımcılarımdır, diyerek şeffaf olmaya özen gösteriyor. Sosyal paylaşım siteleri benim en büyük insanların ruhunu, zamanını, geleceğini yıkıma uğrattığım mekânlardır, diyor. Muhteşem üçlü ise kitapların boynu bükük kalmasından ve ahlaksızlığın sınır tanımamasından dem vuruyor.
Nefis Yaratıcıyı ve kutsal kitabını tanımak istemiyor, şeytanla iş birliği yapıyor. Muhteşem üçlü ise dünyadaki mutluluk, huzur, dinginlik ve güvenin ancak ve ancak ilahi olana kulak kesilmesi gerektiği yönünde hem fikir.
Mehmet Akif Ersoy ile sözlerinin arkasında duruyorlar.
Beşerin derdine derman olur ancak Kur’an
Onsuz artık canavardan beterdir insan
Özellikle gençlikte hislerimizin güçlü olduğu dönemde hata yapma olasılığımız artıyor. Üstat Bediüzzaman Said Nursi’nin tespitleri dikkate değerdir:
“Evet, gençlik damarı akıldan ziyade hissiyatı dinler. His ve heves ise kördür, akıbeti görmez; bir dirhem hazır lezzeti, ileride bir batman lezzete tercih eder; bir dakika intikam lezzeti ile katleder, seksen bin saat hapis elemlerini çeker ve bir saat sefahet keyfiyle, bir namus meselesinde, binler gün hem hapsin, hem düşmanın endişesinden sıkıntılarla ömrünün saadeti mahvolur.”
Yine James Allen ne güzel ifade etmiş:
“Asıl mesele çoğu insanın öz denetim sağlayamadığı için hayatını mahvedip kendi mutluluğunu gölgelemesidir. Evet, insanlık denetimsiz ihtiraslarla kabarır, zapt edilemeyen üzüntülerle karışır, endişe ve şüpheyle sürüklenir. Yalnız bilge insan, kontrollü ve saf düşüncelere sahip insan ruhundaki rüzgâr ve fırtınalara yön vermeyi başarabilir.”
ALİ ALTAYLI