Biz insanlara 60-70 yıllık hayatta kaldığı sürede en çok zarar veren kimlerdir, nelerdir diye bir soru sorsak çoğumuz haklı olarak biz insanlara en çok zarar veren yine insanın kendisidir, disipline etmekte zorlandığı aşırıya kaçtığı duygularıdır, diyecektir.
Hayatında orta yolu tutturamadığı, kendisini gerçek hayatla tanıştırmadığı, eğitime yatırım yapmadığı, sağlık ve huzuru öncelemediği, iletişim becerilerini geliştirmediği, yaratıcının kendi üzerindeki hâkimiyetini takmadığı takdirde kaybı çok büyük olan yaratılmışların seçilmişi olan insandan bahsediyoruz.
Biz insanlarda öyle güçlü duygular var ki sınırını, orta yolunu aşıp aşırılığa kaçtığında ilk önce insanın kendisine zarar verecek sonra sevdiklerini ve tüm insanlığı zora sokacak zehirli, yıkıcı, yakıcı, itici, soğutucu duygular.
Gelin bu yazımızda bugün bu konuda kafa yoralım. İnsanın duyguları, latifeleri nasıl yıkıcı ve nasıl yapıcı oluyor bu konuda kendimizi ve çevremizi gözlemlemeye çalışalım.
Biz insanlardaki duygular ve latifeler:
Kin
Öfke
İnat
Şüphe
Korku
Üzüntü
Şaşkınlık
Kıskançlık
Nefis
Akıl
Vicdan
Şuur
İrade
İdrak
Ruh
Kalp
Mutluluk
Heyecan
Bu duygular ve latifeler bize Rabbimiz tarafından uygun yer ve zamanda kullanmamız için verilmiştir. Bizim vücudumuzda olan ama gerçek sahibinin Rabbimiz olduğu bu duygu ve latifeler orta yolda, istikamette kullanılmadığı takdirde dünya ve ukba bize kaybettiriyor. Gerçek anlamda ne vücut evi ne de içine yerleştirilen duygu ve latifeler bizim.
Bir zamanlar ajandama gün geçer, kin geçer diye yazmıştım. Bu yazıyı gören bir arkadaşım bu yazdığımı çizdi ve yanına gün geçtikçe kin katmerlenerek artar, yazdı. Demek kin duygusunun bir orta yolu var ve kinde ısrar etmenin doğru olmama yönü var. Aşırıya kaçtığımızda bize zarar veriyor, iletişim ve dostluklarımız sıkıntıya giriyor.
“Burnumdaki sineği baltayla kovalama.” diye bir vecize okumuştum. Öfke yönüyle sıkıntılı olduğumuzda bu sıkıntı ilk önce bizi vuruyor, dengemizi sarsıyor, iletişimimizi bozup bizi yalnızlaştırıyor. Trafikte, ailede, işte toplumun diğer katmanlarında öfkede orta yolu tutturamayan, öfkesini hakkıyla yönetemeyen insan musibeti ikileştiriyor. Öfkelenmeyecek durumlara aşırı bir şekilde tepki vermek, öfkelenecek durumlara sessiz kalmak bize kaybettiriyor.
Toplumda sende keçi inadı var, diye kullandığımız deyim kolay kolay yönlendirilemeyen, inadından vazgeçmeyen “dediğim dedik” insanlar için kullanılır. Bizdeki bu inat duygusu da aşırıya kaçtığında önce kendimize sonra çevremize zarar vermeye başlıyor. Miras paylaşımının üstünden yirmi, otuz yıl geçmesine rağmen çok yakınının cenazesine gelmemek, düğününe iştirak etmemek inat duygusunun aşırıya kaçmış yönü değil mi?
Şüphe duygusu hepimizde var; ama bu duyguyu aşırıya kaçırmak insan ilişkilerimize zarar veriyor. Özellikle hastalık derecesindeki paranoyalar aile hayatında, iş hayatında bizleri zora sokuyor. Kanıt olmadan gözle görmediğimiz düşüncelerimizin hastalıklı yönünü teşkil eden şüpheler, ilk önce sahibini vuruyor. Bir türlü rahatlayamayan ve topluma karışmakta zorlanan bu insanlar şüphe mağarasında yaşamak zorunda kalabiliyorlar. Paranoyada aşırıya kaçan insanlarda güven duygusu yoktur, kolay kolay kimseye güvenmezler, eleştiriye kendilerini kapatırlar, kin tutarlar, kolay kolay affetmezler, sömürüldüklerine inanırlar ve eşlerinin sadakatinden şüphe duyarlar. Toplumsal ilişkilerde şüphe istisna, güven esastır. Aşırı şüpheci insanlarda güven istisna, şüphe esastır.
Korkulmayacak şeylerden korkmak, korkulacak olanlardan korkmamak da korku duygusunun vasat olanın dışına çıktığının göstergesidir.
Kıskançlık, Rabbimiz daha çok içimize insanlar ise daha çok dışımıza bakıyor. Dış kazanımlara bakma kıskançlığı beraberinde getiriyor. Yaratıcının taksimine razı olamama vasatın dışına çıkartıyor bizleri. Ben de yoksa başkasında da olmasın yaklaşımı daha çok negatif enerjinin sonucu oluşan nazarları üzerimize çekiyor. Kıskançlıkta aşırılık, duygularımız içerisindeki en zehirleyici, yıkıcı olanıdır. Kıskanç insanın düşmanlığı kolay kolay dostluğa dönüşmez. Kıskanç kişi dünyanın en mutsuz, gergin, soğuk, şikâyetçi insan olma özelliğini yük olarak vücudunda taşımaya mecburdur. Kıskançlık hastalığını tedavi edebilmek insan ve eşyadaki fanilik damgasını görebilmekle mümkündür.
Yaratıcısıyla barışık, onun emrinde olan akıl, kişiye dünya ve sonsuzlukta başarı getiriyor. Aklını şımartan kişi narsistlik denizinde boğuluyor. Kendini beğenen, kolay kolay hatasını kabul etmeye yaklaşmaz. Akıl vahiyle kalple barıştığı ve nefse muhalefette ısrarcı olabildiği zaman şaşmıyor, taşmıyor.
Kalp fani sevgililerin mekânı olmaya başladığı zaman hırs ve şikâyet hastalığı vücudu sarıyor. Hırs ise insanın zamanını, kendisini ve sevdiklerini yavaş yavaş çürütüyor. Kalpteki muhabbet ve sevginin sıralamasını değiştirmek bize kaybettiriyor. Kalpte olması gerekenleri zayıflatmak ya da çıkarmak direksiyonu olmayan otomobilin durumuna benziyor. Kalbi gerçek sahibinin sevgi ve muhabbetinden uzak tutmada aşırılığa kaçmak bir ömür huzur, dinginlik arayışının kapılarını bizlere aralıyor.
Şeyhülislam Yahya Efendi ne güzel ifade etmiş:
Gönlünde senin gayr ü siva sureti neyler
Lâyık mı bu kim Kâbe’ye büthane desinler.
(Senin gönlünde ondan başkasının sureti ne arar? Lâyık mi bu Kâbe’ye puthane desinler!)
Diğer duygu ve latifeleri siz kıyas edin. Yerine oturmayan, ölçüyü kaybeden, vasatın dışına çıkan her duygu, düşünce, latife Yaratıcı ve yaratılmışla iletişimimizi bozuyor.
ALİ ALTAYLI