İÇ MUHASEBEYE YÖNELİŞİ SAĞLAMASI VE İMTİHAN BİLİNCİ
Bu dünyada her şey gönlümüzce olsa başımız, dişimiz ağrımasa kaza bela, ayrılık bizden uzak olsa ne iyi olurdu değil mi? Gözümüzden yaş gelmese göğsümüz daralmasa dünya ve içindeki insanlar bize hep güler yüzünü gösterse ne güzel olurdu değil mi? Annemiz, babamız, oğlumuz, kızımız, eşimiz yakınlarımız, komşularımız, iş arkadaşlarımızın cefası değil hep sefası bizi bulsa iç ve dış dünyamız bayram ederdi değil mi?
Acaba dünyanın herhangi bir ülkesinde ya da ilinde ya da ilçesinde ya da en küçük bir yerleşim yerinde yüzde yüz keyif, mutluluk, huzur, ağrısız baş, sızısız diş, musibet uğramamış ev var mıdır?
Ben böyle bir yer duymadım, bilmiyorum bilen, gören, giden, yaşayan var mı acaba?
Kısa olan dünya hayatı uzun olan sonsuzluk hayatının sadece fragmanı, önsözüdür. Öyle bir fragman, önsöz ki lezzeti az, elemi çok; gülmesi az, ciddiyeti çoktur.
Bize iş vermek için insanlar, işyerleri, şirketler bizi sınava tabi tutar.
Devlet kurumlarında görev almak için genellikle sonu “s” ile biten sınavlara gireriz. Başka türlü bizim bilgimiz, yeterliliğimiz nasıl anlaşılabilir ki?
BİLSEM, OKBS, KPSS, ALES, YKS, DGS, YDS, DUS, EUS, TUS vb.
Zamanımızı değerlendirir, bu sınavlara çok çalışır, soruların nereden geleceğini tahmin edersek sınavı kazanabiliyoruz. Kısa bir zaman diliminde kalacağımız dünya hayatında sınavlara girmeden, imtihana tabi tutulmadan ne öğretmen ne savcı ne doktor ne de kaymakam, vali olabiliyoruz. Devlet kurumlarına kadrolu temizlikçi alınacağı zaman bile imtihana girmiyor muyuz?
Aynen öylede Rabbimiz de ASS (Ahiret Seçme Sınavı) ve CSS (Cennet Seçme Sınavı) yi kazanacakları belirleyebilmek için dünyada bizi imtihan ediyor. Dünyanın bir imtihan yeri olduğunun farkına varıp imtihanına iyi çalışıp kazananlara, sabır, şükür, rızadan ayrılmayanlara Rasûlullah (sav) Efendimizin hadisinde buyurduğu gibi “Orada-cennette-hiçbir gözün görmediği, hiçbir kulağın duymadığı, hiçbir kimsenin hatırından bile geçirmediği nimetler vardır.”
Kimimizi en yakınlarıyla kimimizi fakirlikle kimimizi zenginlikle kimimizi sağlıksızlıkla kimimizi çeşitli musibetlerle kimimizi çocuklarımızla kimimizi akrabalarımızla kimimizi çocuksuzlukla kimimizi engellilikle vb.
En önemlisi de dengeyi korumakta ve kontrolü sağlamakta zorlandığımız nefis, benlik, mal mülk, makam, şan şöhretle.
Divan edebiyatı üstatlarından Nâbî merhum mısralarında ne güzel anlatmış:
Zillet erbâbı olur nezd-i ilâhîde azîz
Halk câmide el üzre götürür pâpûşun
(Dünyada hor, hakir görülenler Allah(cc) katında aziz olurlar. Görmez misin gün boyunca çiğnediğin ayakkabı camide baş üstünde taşınır.)
Gün boyu çiğnediğimiz ayakkabı camide baş tacı edildiği gibi (ayakkabılar bir başkasına değmesin diye camiden çıkışta başımızın yukarısına kaldırılır) bu dünyada imtihanını hakkıyla vermeyi başarmış insan da sonsuzlukta vezir olur, şah olur, padişah olur, kazananlardan olup cennete gider.
SIRADANLIK VE MONOTONLUĞUMUZDAKİ KIYMET VE ŞÜKRÜ HATIRLATMAK
Geçen günlerde durumda paylaşılan bir yazı dikkatimi çekti, sahibini, bilmediğim için izin alamadım. Farkındalığımıza farkındalık, şükrümüze şükür katar niyetiyle siz okuyucularımla paylaşmak istedim. Özellikle bayan okuyucularımın alacağı hisse daha büyük bu paylaşımda:
“Önceden dert ettiğimiz ne varsa şimdi onlara hasret kaldık. Bulaşık yıkamayı dert ederdik, şimdi yıkayacak mutfak kalmadı. Bulaşık makinesini boşaltırken söylenirdik, şimdi çömelerek soğukta tabak bardak yıkar olduk. Her yemeğe ayrı tabak dizerken çok bulaşık çıkmasın hava soğuk diye sayıyla tabak kullanır olduk. Tezgâh bezlerimizi bile marka kullanırken şimdi bir sürgeç işimizi görür oldu. Bugün bulaşık yıkarken dizlerim ağrıdı. Ellerim uyuştu soğuktan. Neymiş bunca telaş, dedim.
Çok derin yedik tokadı
Silkelendik
Şükrettik her ana her dakikaya
Rutin diye sızlandığımız ne varsa burnumuzda tüter oldu.
Ah, şifa kardeşim!
Bugün bulaşığını yıkadıktan sonra
Şöyle bir tezgâhı siliyorsun ya pırıl pırıl
Hah işte ona şükret.”
Genellikle birçoğumuz monotonluğu sevmeyiz ve çoğu zaman bulunduğumuz durumdan şikâyet ederiz. Rutin olarak yaptığımız her iş bizi zaman zaman strese sokar. Rutinlerimizin dışına çıkmak farklı yerler gezmek, farklı yerde yemek yemek, farklı yüzler görmek isteriz.
Bazı musibetler var ki bize rutinlerimizin kıymetini bildiriyor. Şikâyetimizi azaltarak şükrümüzü arttırıyor. Sabah sekiz akşam on sekiz diye şikâyet ettiğimiz rutinlerimiz işimizi bir anda kaybettiğimizde işten çıkarıldığımızda kıymetli olmaya başlıyor.
Başımıza gelen bazı musibetler bize monotonluğumuzdaki, sıradanlığımızdaki, rutinlerimizdeki güzelliği, kıymeti hatırlatıyor.
DÜNYANIN GERÇEK SAHİBİNİ HATIRLATMAK
Dünyanın ve içindekilerin gerçek sahibi kim?
Rabbimiz (cc)
Dünyada ve sonsuzlukta baki, tamam olan kim?
Rabbimiz(cc)
Dünyada eksik, aciz, fani olan kim?
Biz insanlar, diğer canlılar.
Üstad Necip fazıl Kısakürek ne güzel söylemiş:
Bu dünya bir tamamdan eksiklikler âlemi
Kopuşlar, ayrılıklar, kesiklikler âlemi
Biz insanlar kendi evinde ya da bahçesinde düzenlemeler yapar. Bahçesine meyve ağacı diker, çeşitli fideler eker, bahçesinin otlarını, taşlarını temizler, bahçesini tel örgü ile daha korunaklı hale getirir. Yıllar sonra da yeterli verimi alamadığı için diktiği meyve ağaçlarını söker, tarla haline getirir. Yine biz insanlar kendi şahsi evinde istediği değişikliği yapabilir. Koltuk takımlarının yerini değiştirir, evin boyasının rengini değiştirir, avizeleri değiştirir vb. Kimse bize niçin evinde bu değişiklikleri yaptın diyemez? Aynen bu örnekte olduğu gibi dünya ve içindekilerin sahibi olan Rabbimiz yeri ve zamanı geldiğinde mülkünde küçük büyük değişikliği yapmaya muktedirdir.
Recaizade Mahmut Ekrem aşağıdaki mısralarında kâinatı büyük kitap olarak görür ve harflerinin Yüce Yaratıcıyı gösterdiğine vurgular:
Bir Kitâbullâh-ı Âzamdır serâser kâinât
Hangi harfi yoklasan mânâsı hep Allah çıkar
(Bu büyük evren baştanbaşa Allah’ın en büyük kitabıdır. Bu büyük kitabın hangi harfini okusan manasının hep Allah olduğunu görürsün.)
BENLİK DAVASINDAN VAZGEÇİP TEVEKKÜLE TUTUNMAK
Biz insanlar kendimizi büyük gördüğümüzde, büyüklendiğimizde diğer insanlarla bu şişkin egomuzdan dolayı ilişkilerimiz bozulmaya başlar ve git gide yalnızlaşırız. Hem Rabbimiz hem de biz insanlar kendini soğuk satmaya çalışan kişileri sevemiyoruz. Büyük görünme isteğini tavırlarına yansıtmış insan itici, sıkıcı, bıktırıcı geliyor. İlim, mal mülk, şöhret bizim benliğimizi beslediği için Haktan uzaklaşıyor, kendimizi Yaratıcıya muhtaç görmüyor ya da görsek bile hakkıyla bağlanıp yönelemiyoruz. Büyüklerin söylediği “Sen çıkınca aradan kalır seni Yaratan” sözü konumuza açıklık getirir.
Sultan Fatih’in şu beyti bize çok şey söyler:
Gırre olma dilberâ hüsn ü cemâle kıl vefâ
Bâki kalmaz kimseye nakş u nigâr elden gider
(Gururlanma ey sevgili! Vefasızlık yapma. Güzellik ve süs kalıcı değil, bir gün elden gider.)
Lâedrî’nin beyti de bize benliğin tehlikelerinden bahseder:
Mâl ü mülke mağrûr olma deme var mı ben gibi
Bir muhâlif rüzgâr eser savurur harman gibi
(Malım mülküm var diye gururlanıp benim gibi var mıdır deme. Bir gün rüzgâr beklemediğin yönden eser ve bütün varını, harmanın savrulması gibi savurup götürür.”
Ziya Paşa yine bize herhangi bir musibet karşısında yardımcımızın Yaratıcımız olduğunu söyler ve tevekküle yönlendirir:
Allah’a tevekkül edenin yâveri Hak’dır
Nâ-şâd gönül bir gün olur şâd olacakdır
(Allah’a güvenenin yardımcısı Allah’tır. Hüzünlü olan gönül bir gün gelecek bahtiyar olacaktır.”
Sezai Karakoç “Allah bir kapısı bindir.” der.
Ümitsizliğe düşmeden sabır, dua, tevekkül ve zamana bırakarak yeniden hayata tutunmaya çalışarak geleceğimiz daha güzel olur, inşallah.
Mehmet Akif Ersoy ne güzel söylemiş:
Allah’a dayan sa’ye sarıl hikmete râm ol
Yol varsa budur bilmiyorum başka çıkar yol
(Rabbine tevekkül et, çalışmaya sarıl, takdire rıza göster. Budur yol, başka bir çıkar yol bilmiyorum.)
ZAMANSIZ BİR YOLCULUĞU HATIRLATMAK
Yine durumda değerli bir beyefendinin paylaştığı bir paragraf üzerinde düşünelim:
“Depremden ölmezsek selden öleceğiz. Ondan da ölmezsek kazadan öleceğiz. Ondan da kurtulsak hastalıktan öleceğiz. Yani bir şekilde her türlü öleceğiz. En sağlam evlerde olsak da en iyi hastanelerde tedavi olsak da yine de öleceğiz. O zaman en mantıklısı bu ölümü görmezden gelip deve kuşu gibi başımızı kuma mı sokalım? Yoksa dünyaya niye geldik, ölüm bizden ne istiyor ona mı bakalım? Selâmet ve emniyet yalnız İslamiyet’te ve imandadır. Haricinde emniyetli hiçbir yer yok.”
Rabbimiz, yaşadıklarımız bireysel ve toplumsal musibetlerden ders almayı, kendimizi güzelleştirmeyi, insanlık için dertlenmeyi nasip etsin. Kaldıramayacağımız imtihanlardan ülkemiz insanını korusun.
Ali ALTAYLI