Bir baba kızı için “hocam ben görmedim, çocuğum görsün” demişti. “Neyi görecek beyefendi? “dedim. “Babam bana yeterli imkânı sağlayamadı, ben bunu çocuklarıma göstermeyeceğim” dedi. “İstediğim gibi giyemedim, yiyemedim, gezemedim, istediklerim alınmadı, çocukluğumu yaşayamadım” diyerek sözlerine devam etti. Gelin beraber bugün bu konuda kafa yoralım. Kendi çocukluğumuza göz atalım sonra da bir türlü memnun olmayan kendi çocuklarımıza.
Biz altı kardeştik, köyümüzde bakkal olmadığı için diğer köylere acil eksiklerimizi almaya giderdik. Salur ve Bağdaylı köyündeki bakkallara varır varmaz rengârenk sorma şeker ve cam misket, bilye sorar varsa hemen alırdık; çoğu zaman bakkallarda olurdu. Paramız olmazsa kümesten yumurta toplar, satar; sorma şeker ve bilyeyi alırdık. Uzak yerlerden at arabasıyla köye gelen satıcılar bizi sevindirir, hemencecik anne babamızı çağırır bir şeyler aldırırdık. Çok şey görmüyorduk; gördüklerimiz, sahip olduklarımız bizi mutlu ediyor, tarifsiz bir duygu hissediyorduk. Kendi oyuncaklarımızı köy şartlarında yapmaya çalışır; anne babamızın bizim için yaptığı kovalardan, tenekelerden, tahtalardan, çaputlardan, iplerden tozlu, taşlı yollarda küçük bir oyun dünyası kurardık. Bayramdan bayrama yeni elbiseler, ayakkabılar alınır; biz de bayramların gelmesini iple çekerdik. Bayramlar bizim için özeldi. O sabah erken kalkar, yeni elbiselerimizi ve ayakkabılarımızı giyer, elimize poşetleri alır, kapı kapı dolaşır, şeker toplardık; sonra da eve gelir, sayar, benim şekerim seninkinden daha çok diye birbirimize hava atardık. Şimdiki çocuklar daha şanslı, geniş imkânlara sahip, az oldukları için çok değerli, istediklerini hemen elde ettikleri için nimetler değersiz, mutsuz, doyumsuz.
Bu çocukluk dönemini görüp geçiren çoğu anne babalar köyü terk etti, şehirlere akın etti; ama yaşadıklarını, mahrumiyetlerini unutmadı. “Ben görmedim, yaşamadım, çocuğum yaşasın, geniş imkâna sahip olsun.” dedi. “En iyi oyuncakları alayım, çocuğuma marka giydireyim, en iyi okullarda okusun, en iyi evlerde otursun, en iyi tabletler telefonlar onların olsun” düşünme tarzı çocukları şımarttı, tembelleştirdi, vezirleştirdi, “padişah benim istediğimi yapacaksınız!” dedirtti. Anne babanın bu düşünme şekli ve değişen dünya, teknolojinin gelişmesi, ekranlardan dışarı taşan çeşitlilik ve tüketime dayalı reklamlar çocuğun elini güçlendirdi.
Nasıl ki, bir çocuğa karşı aşırı ilgisiz davranmak çocuğun psikolojik gelişimine zarar veriyorsa aşırı ilgi göstermek ve değer vermek de bir o kadar çocuk ve geleceği için zararlıdır. Bir evin bir oğlu, kızı, prens, prenses, aşkım, canım cicim diye egoları şişirilerek, her istediği alınarak, gerçek hayattan kopuk bir şekilde yetiştirilen sera, kavanoz çocukları önce kendilerine, sonra anne babalarına, sonra yakın uzak çevresine baş ağrısı oluyorlar.
Kısaca, eğer biz anne babalar bu yanlış düşünme tarzımızdan –ben görmedim çocuğum görsün-vazgeçmezsek, Yaradan’ın verdiği değerden daha çok değer verir, yaşına göre çalışma, üretme azmi, sorumluluğu vermez, aşırı korumacı davranır, ekranları planlı programlı, ödüllü kullandırmazsak, gönüllü hizmetçiliğe devam edersek hem çocuklar mutsuz ve beklenti içinde hayata tutunmaya çalışacaklar, kaliteli iş, eş, sosyal çevre edinmede zorluk çekeceklerdir. Biz anne babalar ne zaman uyanacağız, aklımız başımıza gelecek. Bir an önce biz ebeveynleri eğiten bir okul açılmalı; sorunlu, farkındalıksız anne baba sorunsuz çocuk yetiştiremez.