Derdin yoksa her şey yolunda gidiyorsa yüzünden gülücükler eksik olmuyor, ayağına taş değmiyor, hayatın tam senin istediğin gibi güllük gülistanlık ise çile, ızdırap, stres, bunalım, ayrılık, üzüntü, hastalık sana az uğramış ya da hiç uğramamışsa bugün kendinle yüzleş, kaybettiklerinin farkına var. Dilin sivri, konuşman havalı ise hissi ve nefsi yaşamada sınır tanımıyorsan, gözünü akıllı telefonlar ve diğer ekranlardan bir türlü ayıramıyorsan Hak ve halkla ilişkilerin yara almış demektir. Eğer başından bela eksik olmuyor, işlerin bir türlü yolunda gitmiyorsa geçmiş sıkıntılı günlerin gelecek güzel günlere hamile demektir.
Bela ve musibetler bizi şımarıklıktan, gurur ve kibirden, taşkınlıklardan, korur, kendimize dönmemizi, iç muhasebe yapmamızı sağlar. İçinden bir türlü çıkamadığımız, yakın uzağın, sebeplerin bize fayda vermediği acılarımız, buhranlı geçen günlerimiz bizi gerçek sahibimiz olan Yaradan’a davet eder. İsyanı ve şikâyeti diline dolamadan bir tık ötesini görüp-perdenin arkasını- tövbe, sabır içinde beklemeyi bilenlere ne mutlu! Yaradan, imtihan edeceğim sizi diyor. Bizim ne haddimize ki bize torpil geç, şu dünya hayatımız cennet olsun demeye. Hem yaradan hiçbir âdeme torpil geçmemiş ki, hele çok sevdiklerine asla. Demek seviliyorsun ki, kendini hatırlatıyor ara ara yüce Yaradan.
Yıllar önce ben de senin gibi üzerime gelen dertlerle mücadele ederken şu mısralar zihnimden, özümden süzülerek beyaz sayfalarda yerini almış.
Allah’ım bu dertleri niye verdin bana diyecek oldum?
Üstü başı yırtık bir deli gördüm, hemen sesimi kestim.
Bu sabah yine bir anda hayatımdan şikâyet ettim.
Bir ihtiyar geldi, dedi: Ne sen sor ne ben söyleyeyim!
Halime şükrettim, teslim oldum, sorgulamadım.
Allah’ım ben bunları hak edecek ne yaptım diyecek oldum?
İki kızı, bir oğlu hasta ev sahibim dedi: Ben geldim.
Nefsim beni sıkıştırdı, ondan kaçabildiğim kadar kaçtım.
Bir de ne göreyim, sokak ortasında özürlü vatandaşım!
Halime şükrettim, teslim oldum, sorgulamadım.
ali altaylı
Âsûde olam dersen eğer gelme cihâne
Meydâne düşen kurtulamaz seng-i kazâdan
Ziyâ Paşa
(Eğer mutlu ve rahat yaşamak istersen bu dünyaya gelme; çünkü şu hayat meydanına bir defa düşen kaza taşlarından, dert sıkıntıdan kurtulamaz.)
Biz insanlar başımıza bir musibet gelip rahatımızı kaçırdığında çoğu zaman sızlanır, bir adım ötesini görmez, ya insanları ya da Yaradan’ı suçlarız. Oğlum, Yusuf Musab’ın geçen gün oyuncağı kırılınca abisi Halil Muaz’a “senin yüzünden oyuncağım kırıldı.” diyerek ağlamaya başlamıştı. Biz büyükler de çocuklar gibi “onun yüzünden oldu” diyerek yakınlarımızı, dostlarımızı, komşularımızı suçlayarak araya mesafe kor, yıllarca konuşmaz kin ve nefrete yöneliriz.
Aksaray, Somuncu Baba Türbe’ sini ziyarete gitmiştik, giriş kısmında şu beyit gözüme çarptı:
Ne kahrı dest-i âdâdan, ne lûtfu âşinâdan bil,
Umûrun Hakk’a tefvîz et, Cenâb-ı Kibriyâ’dan bil
(Ne kahrı düşman elinden ne de ihsanı dostundan bil. İşlerini Allah’a ısmarla, kahrın da ihsanın da O’nun bir imtihanı olduğunu bil.)
Yine Ziyâ Paşa, bize huzurla geçecek günlerin çok yakın olduğunu müjdeler.
Allah’a tevekkül edenin yâveri Hak’dır
Nâ-şâd gönül bir gün olur şâd olacakdır.
(Allah’a inanıp, her işinde tevekkül eden kişinin yardımcısı yine Allah’tır. Gamlı, kederli, üzüntülü gönül bir gün mutlu olacaktır.)
Yazımıza son verirken büyüklerimizin “Eziyet meziyete sebeptir.” “ İnci sancı ürünüdür.” Sözlerini hatırlayalım. Yine Hz. Mevlana: “Büyük bir derdin olursa: Allah’a dönüp ‘büyük derdim var’ deme; derdine dön: ‘Büyük bir Allah’ım var’ de.” Rabbimiz bizim dayanak noktamız ve bizi bizden daha çok düşünen, bize acıyan, bizi gören gözetendir.
ALİ ALTAYLI