Yaşadığımız hayatı kabrin önü ve kabrin arkası olarak ikiye ayırabiliriz. Kabrin önünde geçecek hayatımız anne karnına düştüğümüz günden itibaren başlayıp son nefese kadar devam ediyor. Kabrin arka tarafındaki hayat ise dar bir çukurda toprakla buluşmamızla başlıyor.
Nedense pek inanasımız gelmiyor bir gün güneşin bizsiz doğacağına ve batacağına. Tutkuyla hırsla bağlandığımız kabrin ön tarafındaki hayatımızın bitmemesini istiyoruz; ama hakikat olan bu. Ölümün istesek de istemesek de bizi gelip bulacağı gerçeği. İspatı ise yakınlarımızı kendi ellerimizle toprağa koymamız, kendi gözlerimizle görmemiz ve kabristan sakinlerinin genellikle şehir dışındaki sessiz sakin dünyası.
Anne karnındaki çocuğa nasıl ki, bir gün dar bir tünelden geçerek geniş bir dünya hayatı ile buluşacağı gerçeğini kabul etmesi zor geliyorsa bize de dar bir çukur olan kabirle beraber yeni bir hayatımızın başlayacağı gerçeğini kabul etmek zor olabilir.
Necip Fazıl Kısakürek “İnanmaz” şiirinde, ölüm gerçeği karşısındaki biz insanların durumunu ne güzel ifade etmiş:
“Ticaretin tüm ziyan!” diye bir ses rüyada ;
Mezarına birlikte girecek şeyi kazan!
Seni gözleyen eşya, bitpazarı dünyada,
Patiska kefen, çürük teneşir, isli kazan
*
Minarede “ölü var!” diye bir acı salâ…
Er kişi niyetine saf saf namaz… Ne alâ!
Böyledir de ölüme kimse inanmaz hâlâ!
Ne tabutu taşıyan, nede toprağı kazan…
“Kabrin arkası için çalışınız; hakikî saadet ve lezzet ondadır.” diyordu Bediüzzaman Said Nursi.
Peki, kabrin ön tarafında yani yaşadığımız, dokunduğumuz, hissettiğimiz, geçtiğimiz, bu geniş mekânda hakiki mutluluk, lezzet, huzur tam anlamıyla yok mu?
Yok.
Peki nerede?
Kabrin arkasında hak edene.
Yani, kabrin ön tarafında yüzde yüz gönül huzuru, zihin dinginliği aramak boşuna mı?
Boşuna.
Peki, yüzde yüz katıksız huzur nerde?
Kabrin arkasında hak edene.
En çok da hangi yaşadığımız olaylar dünyadaki huzur ve saadeti bulandırıyor?
Dünyadaki dertlerimiz neler?
Korumasız çocukların eli kanlı zalimler tarafından geleceğinin yok edilmesi.
Ailelerin vatanından evinden barkından uzaklaştırılması.
Haklının güçlü karşısındaki acziyeti.
Sosyal medyaya yansıyan cinayetler.
Ahlaksızlığın her türlüsü.
Aile geçimsizlikleri ve çocukların çaresizlikleri.
Hırs ve açgözlülük.
Kâinattaki dengenin bozulması.
Trafik kazaları.
Bencillikler vurdumduymazlıklar.
Uzun süren biyolojik ve psikolojik hastalıklar.
Hırsızlıklar.
Evlat, akraba eş dost imtihanı.
Girilen kul ve kamu hakları.
Güvenilecek insanın azalması.
Borçlanmalar ve verilen borcun alınamaması.
İyi niyetli insanların kullanılması, iyi insanların harcanması.
Sevmediğimiz işi yapmak zorunda kalmak.
Kayırmalar, yalakalıklar.
Peki, kabrin arkası için çalışmak neyi gerektirir?
Güçlü bir iman.
“Tek ve ulvi bir dertle” dünya dertlerini değiştirmek.
Kutlu Nebi (sav) şöyle buyurur:
“Her kim dertleri tek bir dert yaparsa Allah onun, dünya ve ahiret işlerinden dert ettiği her şeye kâfi gelir. Her kim de dertlerini çoğaltırsa Allah-u Teâlâ onun, dünya vadilerinden hangi vadide helak olduğuna aldırmaz.” (Beyhakî)
Hakkın hatırını hiçbir hatırla değişmemek.
Duyarlı olmak, nemelazımcı olmamak.
Adam aldırma da geç git, diyemem, aldırırım, diyordu Mehmet Akif Ersoy.
“Ben cemiyetin iman selâmeti yolunda âhiretimi de feda ettim. Gözümde ne Cennet sevdası var, ne Cehennem korkusu. Cemiyetin, yirmi beş milyon Türk cemiyetinin imanı namına bir Said değil, bin Said feda olsun. Kur’ân’ımız yeryüzünde cemaatsiz kalırsa, Cenneti de istemem; orası da bana zindan olur. Milletimizin imanını selâmette görürsem, Cehennemin alevleri içinde yanmaya razıyım. Çünkü vücudum yanarken, gönlüm gül-gülistan olur.” diyordu Bediüzzaman Said Nursi.
Büyükler niçin büyük?
En büyük ve çok güçlü olan Rabbimizin dinine hizmet etme şerefini elde ettikleri için büyük.
Kendilerini büyük bir davaya vakfettikleri için büyük.
Kabrin arkasında bir dünya kurdukları ve bu dünyayı ona basamak yaptıkları için büyük.
Başkalarını düşünebildikleri ve onların hayatlarına dokunabildikleri için büyük.
Canı, cananı, malı cennet karşılığında verebildikleri için büyük.
Kabrin önü için yani sadece bu dünya için vaktini ve enerjisini sarf edip bir başkasının hayatına dokunmadan, adam geç git, sana ne be diyenler büyük olabilir mi, büyük kalabilir mi?
Kendi rahatını terk ederek aşkın bir fedakârlıkla dünyanın geçici sıkıntılarında boğulmayarak dertlerini tek bir dertle değiştirerek dini, vatanı, milleti daha iyi, güzel bir dünya için çalışan büyüklere selam olsun.
ALİ ALTAYLI