Bir genç arkadaş, hocam her şey kararınca güzel başımıza gelen sıkıntıların en önemli nedeni nimet azgınlığından, şükretmemekten, aşırı özgürlüğün verdiği rahatlıktan ve vurdumduymazlıktan kaynaklanıyor, demişti.
Bugünkü yazımızda bu konuda kafa yormaya çalışalım.
Kararınca ne az ne de çok, gerektiği kadar gereken ölçüde demektir.
Peki, kararınca olmazsa herhangi bir nimet ya da değer ne olur?
Ya az, ya çok az ya da çok veya çok fazla olur.
Tarih boyunca biz insanlara çok azlar ve çok fazlalar genelde zarar vermiştir.
Kararınca olan imkânlar, kazanımlar, nimetler ise mutluluk, dinginlik ve huzuru beraberinde getirmiştir.
Kararınca olmayı engelleyen beş hastalığımız var:
Birincisi:
Onda var bende neye olmasın, hatta sadece bende olsun hastalıklı bakış açısı.
Çare: Benimki bana yeter, her varın, imtihanı beraberinde gelir. Nimetler sınırsız, dünya çok geniş herkeste olsun hayırlısı ise bende de olsun. Rabbim şu geniş dünyada dar zihinden, dar gönülden bizi korusun, diyebilmek bu hastalığımızı tedavi eder.
İkincisi:
Geçmişte yaşadığımız imkânsızlıklar, yokluk, yoksunluk, eziklik, travmalar
Çare: her insanın her devrin bir imtihanı var. Benim imtihanım çocukluğumda, gençliğimde bu yönden geldi. Hem yokluk ve yoksunluk bizi adam eder, güzelleştirir, şımarmaktan, taşkınlıktan korur. Bir insanın hayatının belirli döneminde hastalık, çaresizlik, fakirlik görmemesi kayıp olarak o insana yeter, diyebilmek, geçmişimizle barışık olabilmek, geçmişimizden intikam almaya çalışmamak bizi bu hastalıktan kurtarır.
Üçüncüsü:
Hırs, aç gözlülük, doyumsuzluk.
Çare: Hırs aşırılık, doyumsuzluk, taşkınlığı, sonuca razı olmamayı beraberinde getirir. Bunun yerine azmi beslemeliyim benden bu kadar gerisini Rabbim en güzel şekilde benim için ayarlar diyebilmek, tevekkül ve kanaat duygusu ruhu özgürleştirir, vücudu rahatlatır, geleceği en güvenli yere emanet eder.
Hırs aşırılık ve doyumsuzluktur. Maneviyatımıza zarar veren bir hastalıktır. Daha çoklar, çok çoklar biz insanları zehirleyen bir durumdur. Gözü kör eder, gerçekleri örter, kalbimizi sahte sevgilerin meskeni haline getirir, zamanı ve gönlü daraltır, zihni yorar, vücudu gerer, iç ve dış huzuru yok eder.
Ziyâ Paşa, hırsın nimetleri yavaş yavaş elimizden kaçırdığına değinir:
Rızk-ı maksûma kanaâttir meâli hikmetin
Gâh hırs-i nev-şikâr ile şikâr elden gider
(Hikmetin anlamı, Allah’ın taksim ettiği rızka kanaat etmektir. Yoksa insan yeni bir av elde etme hırsı ile elindekini de kaçırır.)
İnsan elindeki nimetin değerini bilmezse, nimet vereni görmezse elindeki nimetleri er ya da geç kaçırır. Elimizdeki nimetlere razı olmamız, nimetin devamlılığını sağlıyor.
Azimli olmak, kanaat, şükür, tevekkül, taksime rıza, tok gözlülük, ölümlülük ve hesap verileceği şuuru kararınca bir duruştur. Hırs hastalığını tedavi eder ve bizi kuşlar, arılar, balıklar, ağaçlar gibi özgürleştirir.
Dördüncüsü:
Toplumda değer görmenin ve kıymetli olmanın dış kazanımlara göre şekillenmesi.
Çare:
Toplumun verdiği değer hem ölçüsüz hem pahalı hem devamsız hem de hak ve hakikatten uzak olabilir. Kıskançlığı, rekabeti, çarpışmayı, kini ve adaveti beraberinde getirebilir; kabir kapısında söner. Hem Rabbimiz öze, kalbe, güzel amellerimize bakıyor; insanlar dışa, Rabbimiz öze, kalbe bakıyor; Rabbimin benden razı olması insanların hoşnutluğundan daha değerli diyebilmek bu hastalığı tedavi eder.
Beşincisi:
Nimet azgınlığı ve şımarıklığın verdiği taşkınlık.
Çare:
Bize çokça verilen nimetlerin imtihan ve şükür için verildiğini görebilmektir. Verenin de bir gün zamanı gelince hepsini alabilecek olanın da Rabbimiz olduğunu bilmektir. Onun yolunda verebilme şerefini göstererek gerçek sahibin Rabbimiz (cc) olduğunu perçinlemektir.
Her türlü zenginliğe, iktidara sahip Hazreti Süleyman’ın Rabbimizin verdiği nimetler karşısındaki şükrünü, duruşunu gösterebilmektir. Aşağıda yazmış olduğum ayetler üzerinde düşünmek, eyleme dökmek bu hastalığı tedavi eder.
Neml Sûresi 38, 39, 40 ayetleri bize bu konuda yol gösterir:
“Süleyman, danışmanlarına şöyle dedi: “Ey ileri gelenler! Onlar teslimiyet gösterip bana gelmeden önce, hanginiz o melikenin tahtını bana getirebilir?”
“Cinlerden bir ifrit: “Ben, daha sen makamından kalkmadan önce onu sana getiririm. Çünkü ben gerçekten bu konuda çok kuvvetli, güvenilir biriyim, dedi.”
“ Kitaptan bir ilmi bulunan kimse, “Sen gözünü açıp kapamadan ben onu sana getirebilirim” dedi. Süleyman, tahtı yanına yerleşmiş görünce şöyle dedi: “Bu, Rabbimin lütfundandır. Kendisine şükür mü edeceğim, yoksa nankörlük mü edeceğim, diye beni denemek istiyor. Şükreden, kendisi için şükretmiş olur; nankörlük edene gelince, Rabbim hiçbir şeye muhtaç değildir, çok ikram sahibidir.”
İbrahim/ 34. ayet:
“Hâsılı O size, kendisinden istediğiniz her şeyi verdi. Öyle ki, eğer Allah’ın nimetlerini tek tek saymaya kalksanız, imkânı yok, onları toplu halde bile sayamazsınız. Gerçekten insan çok zâlimdir, çok nankördür.”
“Kendilerine verilen öğüt ve yapılan uyarıları unutunca, bu defa üzerlerine bütün nimetlerin kapılarını açtık. Nihâyet kendilerine verilen nimetler yüzünden iyice şımardıkları sırada, onları ansızın yakalayıverdik de birdenbire bütün ümitlerini yitirdiler.”
“Fakat başına gelen bir darlık, dert ve sıkıntıdan sonra kendisine bir nimet tattırsak, hiç şüphesiz bu defa: “Bütün kötülükler, dertler, belâlar bir daha gelmemek üzere beni bırakıp gitti” der. Böylesi, dengesiz bir sevinç içinde tam bir şımarıktır, böbürlenip duran mağrurun tekidir.”
“Nereye gitseler azap melekleri karşılarına dikiliyor: “Hayır, kaçmayın! İçine gömülüp şımardığınız refah ve konfora, hiç ölmeyecekmiş gibi dayayıp döşediğiniz o lüks evlerinize, saraylarınıza dönün! Dönün ki, bakarsınız ihtiyaç sahipleri bir şey istemek için başınıza üşüşür, size bir şey danışmak, bir şey sormak için gelenler olur(!)” diyorlardı.”
“Bu duruma düşmenizin sebebi; dünyada harama-helâle, hakka-hukuka dikkat etmeden zevklere dalıp şımarmanız ve küstahça böbürlenip durmanızdır!”
“Karun, Mûsâ’nın kavmindendi. Fakat Firavun’la işbirliği yaparak onlara zalimce davranıyordu. Biz ona öyle hazineler vermiştik ki, sadece anahtarlarını taşımak bile güçlü kuvvetli bir cemaate zor geliyordu. Kavmi kendisini şöyle ikaz ediyordu: “Şımarma! Şüphesiz Allah şımaranları sevmez!”
Nimet çok olur, nimeti veren unutulur, şükürden uzak olursa ne olur?
Azgınlık, doyumsuzluk ve ahlaksızlık artabilir.
Çekemeyenleri fazlalaştırır.
Düşman sahibi olursun.
Sahte dostlar çoğalır.
Nimeti veren, gerçek nimet sahibi zamanla unutulabilir.
Yürüyüş ve konuşma değişir.
Kibir, ego, benlik, narsistlik hortlar.
Konfora ve tüketim çılgınlığına yönlendirebilir.
Nankörlük ve taşkınlık artabilir.
Güç şımarması ile sınırların ihlali olabilir.
Olumlu bir eleştiriye bile tahammülsüzlük artabilir.
Gerçek ilahın yerini sahte ilahlar alabilir.
Dua ve ibadette karşı soğukluk hissedilebilir.
Hak ve adaletten ayrılma görülebilir.
Yunus Emre ne güzel ifade etmiş:
Kemdürür yoksullukdan nicelerin varlığı
Bunca varlık var iken gitmez gönül darlığı
(Pek çok insan için varlık sahibi olmak, yoksulluktan daha kötüdür. İnsanda bu kadar varlık var iken elbette gönül darlığı bitmez.)
Allah çok verip azdırmasın, az verip bezdirmesin, derler.
Bir yörük ( Türk) duasında ne güzel ifade edilmiş:
“Yaradan; Pişirsin ama taşırmasın, yedirsin ama atılmasın, eksiltsin ama tüketmesin, estirsin ama savurmasın, sevdirsin ama şımartmasın; az verip bezdirmesin, çok verip azdırmasın! Hep sağlık ve ağız tadıyla yedirsin.”
Rabbimiz çok verdiğinde şükrettirsin, az verdiğinde yetinme yönümüzü ve sabrımızı arttırsın. Gerçek mal sahibini akıldan çıkarttırmasın, “varlık” ve “yokluk” imtihanının çok büyük bir imtihan olduğunu unutturmasın.
Ne mutlu o insana ki, her şey kararınca daha güzeldir, diyerek dünya malı sevgisi ve hırsında boğulmayana!
ALİ ALTAYLI