Bugün bir beyefendinin zamanın ne de hızlı geçtiğine dair konuşmasına kulak kabarttım. Şöyle diyordu: “Hafta başı ile hafta sonu ne zaman yer değiştiriyor, anlayamadım.” Zamanın hızlı geçmesinden mustarip beyefendi, duyduğu üzüntüyü dillendiriyordu arkadaşlarına ayaküstü.
Hayat, zaman nimeti Rabbimizin bize verdiği en büyük hediyedir. Bir gün 24 saat, bir hafta 168 saat, bir ay 720 saat, bir yıl ortalama 8766 saattir. Belirli bir amaç için bir büyük Hakim tarafından ücretsiz verilen zaman, güneşin altındaki bir buz gibi eriyip gitmektedir. Bu bedava verilen saatler, günler, haftalar, aylar, yıllar gece gündüzün mevsimlerin yer değişmesiyle elimizden kayıp gitmektedir. Tutmak, yetişmek, depolamak, saklamak ne mümkün!
Zamanı iyi yönetenler, zaman hakkında düşünenler, hakkıyla değerlendirenler ve zamanı iyi yönetemeyenler, zaman hakkında kafa yormayanlar ve hakkıyla değerlendiremeyenler olarak biz insanları ikiye ayırabiliriz.
Leo Buscaglie şöyle der:
“Hayat, Tanrı’nın bize sunduğu bir armağandır; onu değerlendirme biçimimiz ise bizim yaratıcıya sunduğumuz armağandır.” der.
Peki, zamanı kimler en güzel şekilde değerlendirme gayreti içinde olup Yaratıcılarına güzel bir armağan sunarlar?
İmam Şafi’nin, “Hiçbir sûre nazil olmasaydı, sadece Asr sûresi bile yeterdi.” demesinin hikmeti üzerinde düşünenler. Mehmet Akif Ersoy bu sûrenin anlam içeriğini nazımla ne güzel ifade etmiş:
Hâlik’ın nâmütenahi adı var en başı “Hak”
Ne büyük şey kul için Hakk’ı tutup kaldırmak
Hani Ashâb-ı Kirâm ayrılalım derlerken
Mutlaka Sûre-i ve’l-Asr’ı okurmuş bu neden?
Çünkü meknûn o büyük surede esrâr-ı felâh
Başta iman-ı hakiki geliyor sonra salâh
Sonra Hak, sonra sebât, işte kuzum insanlık
Dördü birleşti mi, yoktur sana hüsran artık.
Büyük bir vizyona sahip olanlar,
Hayal dünyasını disipline etmiş olanlar,
Kötülüğün prim yaptığı dünyada söyleyecek bir sözü olanlar,
Gayreti, himmeti bencil dünyasını aşmış insanlar,
Hak ve hakikati gündemde tutma gayreti içerisinde olanlar,
Sevdiklerini daha iyi bir konuma taşımak isteyenler,
Sonlu olanı sonsuza taşımak isteyenler,
Ölüm aslanı peşimde, kabir çukuru önümde bana bakıyor diyenler,
Zaman nimeti ve israfı hesabının büyük olduğunu düşünenler,
İlme, araştırmaya, keşfe, meraka aç insanlar,
Verilen zaman diliminde iş yetiştirmek zorunda kalan insanlar,
Büyük sorumluluk sahibi olanlar,
Çalışmaya ve üretmeye âşık insanlar,
Kişileri değil, fikirleri ve olayları konuşma gayreti içindekiler,
İç dünyasını güzelleştirmek isteyenler,
Derdi olan “adam geç git diyemeyenler,”
“Ben giderim adım kalır” diyerek kalıcı eser bırakmak isteyenler,
İ’lem eyyühe’l-aziz! Aklı başında olan insan, ne dünya umurundan kazandığına mesrur ve ne de kaybettiği şeye mahzun olmaz. Zira dünya durmuyor, gidiyor. İnsan da beraber gidiyor. Sen de yolcusun. Bak, ihtiyarlık şafağı, kulakların üstünde tulû etmiştir. Başının yarısından fazlası beyaz kefene sarılmış. Vücudunda tavattun etmeye niyet eden hastalıklar, ölümün keşif kollarıdır. Maahaza, ebedî ömrün önündedir. O ömr-ü bâkide göreceğin rahat ve lezzet, ancak bu fâni ömürde sa’y ve çalışmalarına bağlıdır. Senin o ömr-ü bâkiden hiç haberin yok. Ölüm sekeratı uyandırmadan evvel uyan!
Toprakta gezen gölgeme toprak çekilince heyhat,
Günler şu heyulayı da, er geç silecektir.
Rahmetle anılmak, ebediyet budur amma,
Sessiz yaşadım, kim beni, nerden bilecektir?
Nedir zaman, nedir?
Bir su mu, bir kuş mu?
Nedir zaman, nedir?
İniş mi, yokuş mu?
*
İçimde bir nokta;
Dönüyor aleve.
İçimde bir nokta;
Beynimde bir güve.
*
Zamanın çarkları,
Sizi yürütüyor!
Zamanın çarkları,
Beni öğütüyor.
diyerek unutulmaktan endişe eden ve zaman kavramı üzerinde derin tefekküre dalan büyük, aşkın ruhlu üstatlar, zamanı en güzel şekilde değerlendirerek yaratıcılarına en güzel armağanı- zamanın içini en güzel şekilde doldurma hediyesini- takdim etmişlerdir.
Dünyadaki en kötü cümleler görücüye çıksa herhalde bunlardan birkaçı da “zaman öldürmek, bugün zamanı öldürelim, boşa zaman öldürdüm.” cümleleri olurdu.
Peki, asla yetişemeyeceğimiz, karşı koyamayacağımız hızlı geçen günler, haftalar, aylar yıllar bizi nereye sürüklüyor?
İhtiyarlığa, ölüme, sonsuz ebedi hayata.
O zaman bu boğuşma, kirlilik, öfke, kin, kan, gözyaşı, dünyayı sahiplenme tutkusu niye?
ALİ ALTAYLI