Günümüzde iş üreten, sorumluluk alarak bir işin ucundan tutma düşüncesinde olanlar git gide azalıyor. Çok küçük de olsa sorumluluk almaktan kaçanlar, kolay yoldan para kazanmanın yollarını araştırmaya başlıyor. Çalışma ve üretmeden yana olmayanlar boş sözlere, şişkin benliğe, dedikoduya, hedonizme (hazcılık) yönelmekten kedini kurtaramıyor.
İş üretmeyenlerin konuşması çok, iş üretenlerin ise konuşmaya mecali yok. İşten gelip yatağa kendilerini zor atıyorlar. Vücutları, zihinleri, dilleri, gözleri, kulakları yorgun olarak uykuya dalıyorlar ve yeni çalışma gününe biraz da olsa dinlenerek başlamak istiyorlar.
İş üreten azalıyor, boş laf üreten çoğalıyor. Kimse kendine laf söyletmek istemiyor, herkes kendince en doğrusunu yaptığını zannediyor. Hedefsizlik, başkalarından geçinme, konfor alanını bir türlü terk edememe, geleceğe yönelik karamsarlık bizleri atalete sürüklüyor, donuklaştırıyor, sönükleştiriyor.
Boş çalışmaya kendini alıştırmamış insan, yeryüzündeki ve gökyüzündeki çalışmaları göremeyecek kadar derin uykudadır.
Mehmet Akif Ersoy kâinattaki devinime, harekete, aksiyona dikkat çeker.
Kurtuluş yoksa’y-i daimden, terakkiden bugün.
Yer çalışsın, gök çalışsın, sen sıkılmazsan otur!
Bunların hakkında bilmem bir bahanen var mı? Dur!
Masiva bir şey midir, boş durmuyor Halik bile:
Bak tecelli eyliyor bin şe’n-i gunagun ile.
Ey, bütün dünya ve mafiha ayaktayken; yatan!
Leş misin, davranmıyorsun? Bari Allah’tan utan.
İş üretenlerin laf ve kötülük üretmeye, şahısların dedikodusunu yapmaya zamanı yok; laf üretenlerin ise kötülüğe, dedikoduya, fitneye, hedonizme, şikâyete vakti çok.
Hz. Ali şöyle der:
“Çalışanlar, kötülük düşünmeye vakit bulamazlar, çalışmayanlar ise kendilerini kötülükten kurtaramazlar.”
Dünyanın en problemli ve hastalık hastası insanları, çalışmaya bir türlü kendilerini alıştıramayan, çalışmayı sevemeyen ve çalışmanın zevkini alamayanlardır.
Psikolojik hastaların birçoğu kendini ve başkalarını dinleyen, güçlü bir bağ ile insanlara ve Yaratıcıya bağlanamayan, bir meşguliyetle kafalarını dağıtmayanlardır.
Cemil Meriç’ in şu tespiti üzerinde düşünmeye değerdir:
“Namaz, psikiyatrik bir tedavidir. Çünkü namaz kılan, kendini yalnız hissetmez. O, en büyük güce bağlıdır. O gücün inayeti (yardımları) içindedir. Namazı huşû içinde kılan bir toplumda psikiyatrik hastalık olmaz.”
Demek ki sabah erken kalkarak sevdiğimiz bir işle buluşmak, belirli bir saat o işin üzerinde pervane olmak, güçlü iman, ibadet bizim psikolojik sağlığımıza da iyi geliyor.
Victor Hugo şöyle der:
“Bana yağmuru anlatma, yağ!”
Yani boş boş konuşmayı bırak da işini konuştur; işinle eserlerinle yaptıklarınla konuş. Ne yazık ki, yaşadığımız dünyada diliyle konuşan çok eserleriyle konuşan ne de çok az.
“İnsanın aynası ef’alidir.” deriz.
(İnsanın ne olduğunu gösteren şey (sözleri değil) fiilleri (eylemleri) ve işleridir.)
Bediüzzaman Said Nursi büyük bir vizyonun, gayenin, hedefin bizleri başıboşluktan, zevkperestliğe ve benliğe düşkün olmaktan kurtaracağını söyler:
“Gaye-i hayal olmazsa veyahut nisyan veya tenasi edilse; ezhan enelere dönüp etrafında gezerler.”
“Zihin önemli bir gayeyi takip etmezse boşlukta kalır ve sadece kendi heva ve hevesinin peşinde koşar. Yani gayesi olmayanın gayesi nefsi ve benliği olur, bencil bir hayvana dönüşür.
Buna fırsat vermemek için her insan bir yüce gaye bir ulvi ideal bir yüksek mefkûre peşinde ve takibinde olmalı ve bütün enerji ve dikkatini bu yolda sarf etmeli ki nefis ve benliğine fırsat kalmasın. Mefkûresiz insan, sadece hayvani arzularının peşinde koşan ve benliğinin esiri olmuş bir zavallıdır.
Yani insan, hayatında bir intizam ve gaye olmazsa, yaratılış gayesini düşünmeyip ibadet ve kulluk vazifesini yapmazsa, ulvi şeyleri hayal etmez ise, sadece dünyaya hasr-ı nazar eder. Nefsinin süflî arzularının peşinden koşar, nefsinin kölesi olur, hevasını ilah edinir, bütün aza ve cihazlarını da bu yolda çalıştırır. Her şeyi kendi benliğine hizmet eden bir vasıta olarak düşünür. Bu da insanı hodkâm ve zevkperest (hayatın gayesini hazcılık olarak görenler) bencil ve zevkperest bir hayvana dönüştürür.”
Aşağıdaki beyitler, lafla yaşamayı alışkanlık edinen ve bunun da doğruluğuna iyice kendini inandırmış olan dünyada çoğunluğu teşkil eden bizlere ne söyler?
Miyan-ı çarşu-yı marifette kârımız yoktur
Kenar-ı şehrde ruz’u şeb it taşlıyanız biz
(Sürûrî)
(Ne işimiz var bizim marifet erbabı (eğitimli, meslek sahipleri) arasında; mahalle kenarlarında gece gündüz it taşlayanız biz.)
Ta geçmeyince medrese-i kil ü kalden
Anlaşılmaz ıstılahı kitab-ı muhabbetin
Nâbî
( Dedikodu ile yaşamaktan vazgeçmeyen; muhabbet (sevgi, şefkat) kitabını da (okuyup) anlayamaz.)
“Sahilde dolaşan denizin dibini nereden bilsin? Dilde oyalanan kalbe ulaşamaz. Hayatını laklak ile geçiren sadece muhabbet kitabını mı anlamaktan mahrum kalır? Ruhunun gıdası insanları çekiştirmek olan insana, Allah, eşyanın, yaratılışın sırlarını nasıl teslim etsin? Bayağı şeylerle zihnini dolduran nasıl ilimle uğraşabilir? İşi gücü, olayları anlatmak olan bir insan onların arkasındaki kuralları nasıl keşfedebilir? Kalbi ve beyni süfli meraklarla dolu olanın gönlünde ulvi meraklara yer kalır mı? İnsana garez duyan, onun yaratılış sırrına vakıf olabilir mi, ona karşı şefkat ve sevgi besleyebilir mi?”
Onlar ki verir laf ile dünyaya nizamat
Bin türlü teseyyüb bulunur hanelerinde
Ziya Paşa
(Laf ile dünyaya düzen vermeye kalkan o kimseler (yok mu); (hallerine yakından bir bakın), bin türlü tembellik, kayıtsızlık ve ihmalkârlık vardır hayatlarında.)
Mânende-i mâkiyân-ı garrâ
Yek beyza hezâr fahr ü da’vâ
Şeyh Galib
(Çalım satan tavuklar gibi; bir yumurta, bin şamata! Bu süslü ve içi boş kelimeleri bir araya getirerek şiir yazdığını zannedenler), bir yumurta yumurtlamak için kıyametler koparan şamatacı tavuklar gibidirler.)
“İnsan odur ki, bir iş veya iyilik yapacağı zaman, bir yumurta yumurtlamak için bin defa gıdaklayan o tavuklar gibi, konuşup durmasın. Yaptığı, yapacağı işi, iyiliği insanların başına kakmasın. Hatta insan bu şekilde davranmayı alışkanlık haline getirirse, Allah (cc) korusun yaptığı iyilikleri boşa çıkabilir.”
Bir amel kıl dest ü pâyın var iken
Ömrden destinde payın var iken
Lâedri
(Elin ayağın tutuyorken ve hayatından sana ayrılan payın (hissen) duruyorken, sana faydası olacak bir şeyler yap. )
“Şair burada, “ömrünün hepsi her an, her şeyiyle sana ait değil; yaratılıştan sana verilen bütün azalarını her an dilediğin gibi kullanamazsın”, diyor. İyisi mi sen yaşadığın hayattan, sana ayrılan kısımdan geriye kalacak bir eser bırak. Aynı âzâlarla hiçbir şey yapamayacağın zamanların da gelecek, haberin olsun! “Sonra yaparım” diye de kendini kandırma sakın. Hadisi Şerif diyor ya: Yarın yaparım diyen aldandı!”
Bari cem-i kütüb ettin çalış istihrace
Kalma bîberk ü neva dehrde sahaf gibi
Lâedri
( Kitapları derleyip topladın, (onları oku, çalış) içlerinden biraz cevher çıkar bari (işi gücü kitapları alıp satmak olan) bir kitapçı gibi kalma, sesi var, kendi yok bir şimşek gibi olma.)
“Meçhul şair şunu mu demek ister: Biliyorsun, içinden şimşekler çıkan o bulutlar yağmur yüklüdürler. Bu boşuna bir iş değil, yeryüzünü su ile beslemek gibi ulvi bir gaye içindir. Yerkürenin bir kısmından su tozunu yüklenen bulutlar, emaneti alır, su cevheri haline getirirler. Rüzgârlar da bulutların yüklendiğini birleştirir, yükseklere çıkarır ve yeryüzünün diğer taraflarında bekleyen insan, hayvan ve nebatata ulaştırmak için bulutları yerküre üzerinde gezdirir dururlar. Bu işbirliği, hayatın yeniden doğuşuna yardımcı olur. Sen de, topladığın kitaplardan cevher çıkarıp onu insanlara yayarak yenilik yapabilir, hayatın yenilenmesine ve yeniden doğuşuna yardımcı olabilirsin. Yoksa bulutların da, senin de yüklendiğinin bir anlamı da değeri de kalmaz. Sen kitapların cevherini çıkar ve yay.”
Pâye-i fersûde-i sahrâ-yı taleb olmayacak
Âdeme kendi ayağı ile devlet gelmez
Seyyit Vehbi
(Aradığın, istediğin şeyin peşinden giderek) Ayağın yorulup, ayakkabın eskimez ise (boşuna ümitlenme); talihinin yaver gitmesini, ikbal bulmayı bekleme.)
“Altın değerinde bir mısra: “Âdeme kendi ayağı ile gelmez devlet.” Akılda tutulacak, cepte taşınacak, notların en kıymetli yerine nakşedilecek bir söz! İstediğin bir şeyi sen arayıp bulacaksın, aranan gelip seni bulacak değil. İnsanlar vardır, bir şeyi isterken ona ulaşmak için bir çabaları, gayretleri olmaz. Amaçlarına varmak için gayret göstermek yerine, hedeflerinin kendilerine gelmesini bekler, onun kendilerine geleceğini zannederler. Bu bekleme her seferinde hüsranla sona erer ama ders alanlar müstesnadır.”
Meyl eylemez ashâb-ı hüner lâf u güzafa
Mâhiyyetini var ise, bildir kaleminle
Leskofçalı Galib
“Bilgi ve yetenek sahibi kimseler boş sözlere itibar etmezler; bir birikimin varsa kaleminle ortaya koy. Laklakla, lâfügüzafla yaşamaya alışmış olanlara aldırma, onlara laf yetiştireceğim diye uğraşma. İyi bildiğin veya iyi yapabildiğin bir şeyin varsa onu yazılı hale getir.”
Dinleme dünyanın kıyl ü kâlini
Sümmanî
(Boş söz ve sohbetlerle, dedikoduyla öldürme zamanını, dinleme “dedim, dedi” yi… )
Edip tazyî-i evkâtın hikâyât-ı kühen söyler
Nâbî
(Vakitlerini eski hikâyeler söyleyerek boşa geçirirler. Veya şöyle de söyleyebiliriz: Vakitlerini daha önce kendileri veya başkalarının defalarca konuştukları şeyleri tekrarlayarak boşa geçirirler.)
Demek ki, bu beyitlerden ve vecizelerden çıkaracağımız beş büyük ders var:
Dilinle ağız dolusu laf etmeyi bırak, eserlerinle konuş görsünler. Bu dünyadan göçmeden bir eser bırakmaya bak.
Büyük bir hedef sahibi olmak bizi boş işlerden alıkoyuyor.
Konfor ve hedonizme kelepçe vuran unsur çalışma ile yorulmak. Dünyada boşluk yok, faydalı ile dolmayan zihin ve günleri faydasız meşguliyetler işgal ediyor.
Dedikodunun en önemli sebebi boş vakit ve hedefsizliktir.
Boş sözlerin müşterisinin devamsız olduğudur.
ALİ ALTAYLI