Bir önceki gün ziyaret için yanıma uzun süredir tanıştığımız bir genç geldi. Hal hatırdan sonra baban nasıl diye sordum. Babasının bir hafta önce vefat ettiğini söyledi. Söylerken yutkundu ve ağlamamak için kendini zor tuttu. Bir müddet konuştuktan sonra şehir dışına çıkacağını söyleyerek işyerinden ayrıldı.
Dünya kararsız, vefasız, tutarsız bin bir türlü karışıklık, karmaşa, problemlerle dolu bir yerdir. Üzerinde yürüdüğümüz, binalar kurduğumuz, birçok rızkımızı elde ettiğimiz toprak, yer bir gün bizi hiç beklenmedik anda içine alıyor. Biz toprakla dar bir çukurla buluşurken arkada sevdiklerimizin kısa süreliğine feryatları arşta uzanıyor.
Geçmiş ve gelecek arasına sıkışmış biz insanların canlı olarak sadece bir bugünü var. Geçmiş geri gelmiyor, gelecek ise meçhul. Düşünme yeteneği olan biz insanların ise gelecek hakkında yüzde yüz bildiği tek gerçek ölümdür. Yani bir gün nefesimizin kesileceği, tutkuyla bağlandığımız mecazi sevgililerden ayrılacağımız gerçeğidir. Bir türlü kendimize yakıştıramadığımız, kendimizden çok uzak gördüğümüz ölüm ansızın gelir ve bizi bulur. Dünyadaki en büyük hakikat, ölüm gerçeğidir. Diğer gelecekle ilgili hayallerimiz ise ihtimalden öte gitmiyor.
Şair, Şeyhülislam İbn Kemal ne güzel ifade etmiş:
Kısmetindir gezdiren yer yer seni,
Arşa çıksan âkıbet: yer, yer seni.
Ânın içün, ânın adı yer oldu,
Önce besler, sonra kendi yer seni…
En doğrusunu Rabbimiz bilmekle beraber sonumuzun sonsuzlukla güzelleşmesinin sırrına değinmeye çalışalım:
İlahi aşk:
Fani olan her şeye duyulan aşk ve baki olana duyulan aşk olarak aşkı ikiye ayırabiliriz. Kısa bir süre kalacağımız dünyada geçici olana duyduğumuz aşırı muhabbet, sevgi, aşk incitiyor, yaralıyor, doyurmuyor. Hatta kime, neye daha çok bağlandıysak ondan daha çok zarar görüyoruz.
Sonsuzluğun sahibine duyulan ilahi, baki aşk, sevgi, muhabbet ise daha devamlı, dingin ve doyurucudur. İlahi aşk beynimize, kalbimize iyi gelir ve bizi savrulmaktan, feryat u figan etmekten kurtarır.
Kendisiyle sevdikleriyle diğer insanlarla en çok çatışan, kavga eden, onlardan şikâyet eden ilahi aşktan uzak mecazi aşka çok yakın olanlardır. Mecazi aşk gürültülü, ilahi aşk ise sessizdir.
İlahi aşkta mertebe kat eden üstatlardan dinleyelim:
Hz. Mevlana:
“Aşka uçmazsan kanat neye yarar.”
Sadi Şirazi:
“Aşka uçarsan kanatların yanar.”
Yunus Emre:
“Aşka varınca kanadı kim arar.”
Hz. Mevlana:
“Sen şehvetin adını aşk koymuşsun; hâlbuki şehvetle aşk arasında ne uzun mesafe vardır.”
“Siz şehvetin adını aşk koymuşsunuz; eğer öyle olsaydı eşek, insanların şahı sayılırdı.”
Nefse muhalefet:
Sonumuzun sonsuzlukla güzelleşmesinin bir diğer unsuru nefsin her istediğini ona vermemektir. Düşman istersen nefis yeter, sözü üzerinde düşünmeye değerdir. İçimizdeki en büyük yanıltıcı, Hak’tan uzaklaştırıcı hazzın kaynağı olan nefistir. Vücudumuzda nefsin sesini az yemek yemekle, büyük bir vizyon sahibi olup kendimizi amacımıza adayarak, ekranları iffetli kullanarak, temiz arkadaş çevresi edinerek aklı ve kalbi, nefsin üzerinde dominantlaştırarak kesebiliriz.
Hz. Mevlâna:
“Ey Nefsim! Seni sen yapan benim, beni de ben yapan sensin. Ya yola gel beraber gidelim ya da yoldan çekil ben Hakk’a gideyim.”
Kendimizden kaçabilmemizin önündeki en büyük engel nefistir. İçimizde büyüttüğümüz sonra da bizi bizden eden yine nefistir. Aileleri dağıtan, çocukları boynu bükük bırakan, yaşlıları şımartan, Hak ile aramızı açan yine terbiye edilmemiş nefistir. İslam düşmanları bu zaafımızdan yararlanmış ve planlarını bunun üzerinde işletmişlerdir.
Necip Fazıl Kısakürek:
Hep nefs çıkar karşıma, ölüp ölüp dirilsem;
İnsandan kaçmak kolay; kendimden kaçabilsem.
Teslimiyet, tevekkül, kadere rıza:
Sonumuzun sonsuzlukla güzelleşmesinin diğer bir sırrı da Rabbimizden ne gelirse baş üstüne diyebilmektir. Babasının ve annesinin her an yanında olduğunu gören bir çocuk, parkta huzur içinde oynar, güler, eğlenir. Biz Allah’ın kendi ruhundan üflediği iman etmiş insanlar da dünya parkında Rabbine tevekkül ederek kaderine rıza göstererek O’na teslim olarak güven içinde kalbi ve ruhu mutmain bir şekilde iki kapılı bu handaki yolculuğunu tamamlar.
Necip Fazıl Kısakürek biz insanlar için yüce bir kudret tarafından yazılmış yazgıyı değiştirmenin zor olduğunu söyler:
Kader, beyaz kâğıda sütle yazılmış yazı;
Elindeyse beyazdan, gel de sıyır beyazı!
Benlik yerine acz, fakr, alçakgönüllülük:
Sonumuzun sonsuzlukla güzelleşmesinin diğer bir yönü de şişkin egoyu beslemek yerine acizliğimizin farkında olmaktır. Her şeyden önce kul olduğumuzu unutmamak, her şeyin sahibinin Rabbimiz olduğunu hatırlamak, mütevazı olmak insanlarla ilişkimizi güzelleştiriyor.
Dünyadaki en yalnız, sıkıntılı, stresli, soğuk, çaresiz insan kendini diğer insanlardan daha üstün görendir. Bu tip insanlara zor bir yaşam vardır, mutluluk ve huzur çoğu zaman bu insanlara hiç uğramaz.
Doğruluk ve Cömertlik:
Sonumuzun sonsuzlukla güzelleşmesinin diğer bir sırrı da yalan söylemekten ve cimri olmaktan uzaklaşmaktır.
Allah’ın kendisine verdiği mülkü kendinden bilen ve sımsıkı ona tutunan paylaşmayan, veremeyen ve yalan söylerken yüzü kızarmayan, bir rahatsızlık duymayan bir insandan daha kötü durumda olan, iflas etmiş bir insan bulamayız yeryüzünde.
Şair ne güzel söylemiş:
Güzel düşün, iyi hisset, yanılma, aldanma;
Ne varsa doğrudadır, doğruluk şaşar sanma.
Şükür ve sabır:
Sonumuzun sonsuzlukla güzelleşmesinin diğer önemli bir unsuru ise şükür ve sabırdır.
Her şey yolundayken ve gönlümüz gül gülistanken şükretmek ne güzel bir kulluktur. Bir anda her şey tersine döndüğünde çevremiz, kalbimiz ve aklımız bizi rahatsız ettiğinde sabretmek “bu da geçer Ya Hu!” diyebilmek ne güzel bir teslimiyettir.
Hz. Ali (ra) günlerin kararsızlık gösterdiğini söyler:
“Hayat iki günden ibarettir. Bir gün lehine, bir gün de aleyhinedir. Gün lehine olduğunda şımarma, aleyhine olduğunda da daralıp feryad-ü figan etme!”
Niyazi-i Mısrî:
Lütf u kahrı şey-i vâhid bilmeyen çekti azap,
Ol azaptan kurtulup sultan olan anlar bizi.
(Cenâb-ı Hakk’ın tecellileri arasında fark görmeyip, kahrı da lütfu da bir bilenler, hem dünya hem de ahiret azabından kurtulur. İşte bizi ancak onlar anlayabilir.)
Dua:
Sonumuzun sonsuzlukla güzelleşmesinin diğer bir sırrı ise dua ile olgunlaşmış bir insan olmaktır.
Dua istemek ve yalvarmaktır.
Peki, insan kimden ister?
Çok güçlü ve cömert olandan.
Dua, bizi Rabbimize yaklaştırır ve kullardan istemekten yüz çevirtir.
Nâbî ne güzel ifade etmiş:
Bir devlet içün çarhe temennâdan usanduk
Bir vasl içün agyâra müdârâdan usanduk
(Bir yüksek mevki için feleğe yalvarmaktan usandık. Bir kavuşma için başkalarına minnet etmekten usandık.
ALİ ALTAYLI