Son zamanlarda haberlere, sosyal paylaşım sitelerine yansıyan istenmedik görüntüler aynı gemide yol alan biz insanları üzmeye “bize ne oluyor, biz böyle değildik ya!” dedirtmeye başladı.
Bugün hastaneden çıkarken yaşlı bir amcanın ettiği küfür kulaklarımda yankılandı. Cadde sokakta giderken özellikle kız öğrencilerin ağzından çıkan küfürler, gözlerimizin içine baka baka milyonların önünde söylenen profesyonel yalanlar, çocukların hayatının baharında katledilmesi, parklarda ailelerin huzurlu bir şekilde vakit geçirememesi, birbirimize saygımızın ve tahammülümüzün azalması, utanma hissinin azalmasının toplumdaki hastalıklı yönleri tekrar kendimizi, neslimizi, gidişatımızı sorgulamamıza neden oluyor.
Peki, ahlaki erozyonun asıl sebebi nedir?
Serbestlik.
Allah’tan, insanlardan ve kanunlardan korkunun azalması.
Özgürlük adı altında toplumu içten içe zehirleyen, gelecek nesli bozan, ahlaki erozyonun çaresi ilahi olana kulak kesilmek, ilahi olanı hayatımıza hayat kılmak ve kanunların caydırıcı nitelikte olmasıdır.
Sigara, alkol gibi alışkanlıklarımın olmamasının en önemli sebebi köyümüzdeki büyüklerin buna müsaade etmemesiydi. Bir çocuk, genç sigara içecek olsa büyükler ebeveynine sormadan tokatlarlardı. Biz de korkudan içemezdik. Hemen hemen köydeki herkes yanlış yapanı uyarır, bu noktada gevşeklik göstermezdi.
Şimdilerde ise yanlış yapanı uyarmakta zorlanıyoruz; çünkü nasıl bir tepki vereceğini kestiremiyoruz. Bu serbestlik de yanlışa, yanlışlar ekliyor.
Diğer bir nedeni ise artık yanlışlar, günahlar bize normal gelmeye başlamasıdır. En büyük tehlike ise budur. Günahların önemsiz görünmesi gerçeği beraber yol aldığımız geminin delinmesine neden oluyor.
Yanlışa doğru giden bir bireyi, genci, kızı on kişiden dokuzu uyarırsa o kişi hatasından vazgeçer; ama on kişiden bir ikisi uyarır, diğerleri göz yumar, seyrederse o birey, kız, erkek fark etmez hatasından dönmez. Hatta aynı yanlışı sürekli yapmaya devam eder.
Bir Fransız atasözünde şöyle der:
Hırsıza hırsız olduğunu unutturursan sana ahlak dersi verir.
Dün görüştüğüm Mersin’de yaşayan bir arkadaşım şöyle anlatıyor: Şehir dışından misafirlerim geldi. Şehirden biraz uzak bir restorana götürdüm. Ailecek gelen misafirlerimi ağırlamakta zorlandım. Gittim, restorandaki garsona söyleyin şu gençlere biraz uzakta fingirdeşsinler, misafirim var, dedim.
Garson da abi bir şey yapamıyoruz; çünkü nasıl bir tepki vereceğinizi bilemiyoruz, dedi.
Arkadaşım çocuklar on dört, on beş yaşlarındaydı, dedi. Ve ikinci sınıfa giden oğlu için şimdiden endişelendiğini söyledi.
Yaşlı bir beyefendinin armut örneği ile hakikate bakış açısı dikkate değerdir. Beyefendinin hakikat kokan konuşması şu şekildedir:
Bu armudu gördün mü?
Ağaçta asılı olduğu müddetçe; binlerce yağmur ve fırtına gelse yine de ağaca asılı kalır. Güneşin sıcağı da ona hiç zarar vermez, aksine fayda verir; ama ağaçtan ayrıldığı vakit buzdolabına koy, bozulur. Güneşe koy, çürür…
Anladın mı?
Artık ne rüzgârın ne yağmurun faydası yok.
Neden?
Çünkü kendi hakikatinden ayrıldı.
Aynı şekilde, biz de eğer “Allah’tan koparsak” çürürüz.
Meyveyi istediğin kadar muhafaza et. Dolaba koy, bez sar, streçle…
Yine bozulur; çünkü aslından kopup ayrıldı.
Aslımız nedir?
Allah (cc)
Bu yazımda ahlaki erozyonun iki yönü üzerinde durmaya çalışacağım.
İçimizdeki ahlaki erozyon:
Dışımızdaki ahlaki erozyon:
İçimizdeki ahlaki erozyon:
Gözümüzün kirlenmesi
Kulağımızın kirlenmesi
Dilimizin kirlenmesi
Aklımızın kirlenmesi
Kalbimizin kirlenmesi
Niyetimizin kirlenmesi
Ruhumuzun kirlenmesi
Zihniyetimizin, bakış açımızın kirlenmesi
Bireysel olarak bu içteki kirliliğimiz özellikle de göz, akıl, kalp, niyet, zihniyet kirliliği dıştaki ahlaki erozyona neden oluyor.
Dışımızdaki ahlaki erozyon:
Kul ve kamu hakkına girmeler
Park, cadde, sokaktaki istenmeyen görüntüler
Aldatmalar, aile içi fırıldaklar
Face, ınstagram ve tiktokun yıkıcı, dağıtıcı, bozucu yönleri
Diziler ve sinemaların aile yapısına yönelik bozucu etkisi
Cafeler, barlar, eğlence merkezleri, her türlü içkinin satıldığı yerler
İşimizi bitirene kadar dürüst ve ahlaklı görünüp sonra aynı hamam aynı tas olma yönümüz.
Bana değmeyen yılan bin yıl yaşasın, sakat bakış açısı
İşimizin hakkını vermede zorlanmamız, konfora düşkünlük ve “sen çalış ben yiyeyim, ben tok olayım başkası açlıktan ölse bana ne!” mantığı
İç ve dıştaki bu bozulmalarımız huzur, mutluluk ve güven ortamının bizden uzaklaşmasına neden oluyor. Bindiğimiz geminin sahile ulaşmasını zorlaştırıyor, gemi içindeki çatışmalarımızı, boğuşmalarımızı, gerginliklerimizi, şikâyetimizi, isyanımızı, düşmanlıklarımızı arttırıyor.
ALİ ALTAYLI