Bugün sabah işyerini açarken bir öğrencim hocam, birbirimize saygımız ve tahammülümüz çok azaldı, dedi ayaküstü. Biraz önce trafikte gelirken duyduğum sesler inan biz ne ara bu hale geldik, dedirtti bana demişti.
Bugünkü yazımda biz inananların en büyük düşmanı olan nefis ve şeytan, şeytanın üç silahşoru hakkında olacaktır.
“İnsan ruhuna konulmuş üç temel kuvve vardır: Kuvve-i şeheviye, kuvve-i gadabiye ve kuvve-i akliyye. Birincisi menfaatleri celb etme, ikincisi zararları def etme kuvvesidir. Bu kuvvelerin hikmet ve adalet üzere kullanılmasını ise kuvve-i akliye temin eder.”
Şehvet, öfke, akıl meşru dairede kullanılmadığı takdirde bizi bizden ediyor, Rabbimizle ve diğer canlılarla ilişkimizi, iletişimimizi bozuyor.
Yanlış yere kullanıldığında şeytanın üç silahı haline gelen, bizi bizden eden geleceğimizi çalan düşmanlar:
Şehvet: (hedonizm)
Şeytanın ve nefsin telkiniyle meşru dairenin dışına çıkıldığında şehvet kuvveti bizlerin dünya ve sonsuzluk hayatını zehirliyor.
Aşırı yeme içme isteği, sadece yemek için yaşamak,
Konfor isteğinin doğurduğu tembellik,
Şöhretin verdiği şaşkınlık ve şımarıklık,
Baş olma sevdası,
Her türlü zevkten pay alma çabası,
Elindeki imkânları gözlere servis etme isteği,
Vücudun gizlenmesi gereken yerlerin açılması,
Gözün haramda ısrar çabası,
TV ve akıllı telefonların hedonizm amaçlı kullanılması,
Kadınlı erkekli programlar, konuşmalar, oturmalar, partiler,
Filmler ve dizilerdeki hedonizme yönlendiren sahneler vb.
Aile içi çatışmaların, boşanmaların, güvensizliğin, insanı ilişkilerin bozulmasının en önemli sebeplerinden biri de şehvetin yönünün şeytanın ve nefsin telkiniyle mecrasından kaydırılmış olmasıdır.
Öfke:
Öfke kuvveti, meşru dairede kullanılmadığı takdirde nefsin ve şeytanın telkiniyle Rabbimizle ve diğer canlılarla ilişkimizi bozuyor; dünyayı yaşanmaz hale getiriyor. Dünyadaki savaşların, çatışmaların, boğuşmaların en önemli nedeni kin, nefret ve öfkesine yenilen biz insanların ürünü değil mi?
Zalimleri zalim yapan şehvet, öfke ve aklın yanlış yerde kullanılmasından başka bir şey olmasa gerektir.
Eşler arasında yaşanan sorunlarda,
İnatçılık, saygısızlık yaşanan durumlarda,
Kıskançlıklarda,
Özgürlüğünüzün kısıtlandığını hissettiğiniz anlarda,
Baskı altında,
Trafikte,
Sorumsuzluklarla karşılaşıldığında,
Haksızlıkla karşılaşıldığında,
Ağır konuşma, küfür, hakaret hallerinde,
Adaletsizlik, liyakatsizlik ile karşılaşıldığında,
Haklı olduğumuz halde beklentilerimizin karşılanmadığı hallerde,
Hukuki adaletsizliklerde vb.
Öfke kuvvetini doğru yerde kullanmadığımız sabır içinde çözüme yönelik adım atmadığımız takdirde özellikle öfke kontrolsüzlüğü gibi bir hastalığa müptela olduğumuz takdirde şeytan ve şeytanlaşmış insanların oyuncağı oluyoruz. Dünya ve ukba kaybedenlerden oluyoruz.
Ebû Hüreyre’den (r.a.) rivayet edildiğine göre:
Bir adam:
“Ya Resûlallah, bana nasihatte bulun.” dedi.
Resûl-i Ekrem (s.a.v.): “Öfkelenme!” buyurdu. Adam sözünü birkaç kere tekrarladı. Allah Resûlü her defasında “Öfkelenme!” dedi. (Buhârî, Edeb, 76)
Cerîr İbni Abdullah radıyallahu anh, Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem’i şöyle buyururken dinledim, dedi:
“Yumuşak davranamayan kimse, bütün hayırlardan mahrum kalmış sayılır.”(Müslim, Birr 74-76.)
Akıl:
Akıl Rabbimizin biz insanlara verdiği en büyük hazinedir. Diğer canlılardan farkımızı ortaya koyar. Akıl nimeti meşru dairede kullanılmadığı şeytan ve nefsin emrine girdiği, vahyi yok saydığı ve sünnet-i seniyye ile yönünü bulamadığı, takdirde küçük tanrıcıklar ortaya çıkarır. İnsan acz ve fakr derelerinde yuvarlanan sonlu bir varlıktır. Alîm esması gereği Rabbimizden biz insanlara pay verilmiştir. Kendi aklını, asıl aklı verenin emrinde kullanmayan akılsızın akılsızı değil midir?
Kendi aklına toz kondurmayan, başka akılları yok sayan,
İstişare kararı ile yolunu güvenli kılamayan,
Aklı gerçek sahibinden uzaklaştıran,
Aklı kötülükte, şerde kullanan,
Aklı şahitliğe, tefekküre ve kulluğa yönlendiremeyen insan şeytanın telkinleriyle yönünü buluyor, demektir.
Hepimizin bildiği gibi Cenâb-ı Hak, insanı yaratıp meleklere ona secde etmelerini emrettiğinde, hepsi secde ettiler ancak şeytan kibirlenerek secde etmedi. “Ben çamurdan yarattığın bir kimseye secde eder miyim hiç!” dedi. (İsrâ 17/61)
Kendisinin ateşten, insanın ise çamurdan yaratıldığını ileri sürüp yanlış bir kıyas yaptı ve üstün olduğu zannına kapıldı. (A’râf 7/12)
Kibirlenmeyi hiç sevmeyen Cenâb-ı Hak ise, onu rahmetinden ve cennetinden kovdu. Kibirlenmesine mukâbil onu alçalttı. Lânetinin kıyâmet gününe kadar üzerinde olacağını bildirdi.
Kibir ve gurûru sebebiyle isyan eden iblis, yine aynı sebeple af dilemeyi de düşünmeyerek Allah’tan mühlet istedi. İnsanların tekrar diriltileceği güne kadar yaşayarak ölümden kurtulmayı hayâl etti. Cenâb-ı Hak da imtihan âleminin bir cilvesi olarak ona kıyâmet gününe kadar mühlet verdi. Böylece âhirete kesin olarak iman edenle şüphe içinde bulunanı ayırt edip göstermeyi murâd etti. (Sebe’ 34/21)
Bunun üzerine şeytan, öcünü almak için insanlara günahları süsleyeceğini, onları azdırmak için her türlü hîleye başvuracağını ve onlara her yönden yaklaşmaya çalışacağını yeminle ifade etti:
“Elbette onlara önlerinden, arkalarından, sağlarından, sollarından sokulacağım ve sen, onların çoklarını şükredenlerden bulmayacaksın!” dedi. (A’râf 7/17)
Hz. Enes’ten (r.a.) nakledildiğine göre Allah Resûlü (s.a.v.) şöyle buyurmuştur:
“Şeytan, kanın dolaştığı gibi insanın içinde dolaşır.” (Müslim, Selâm, 23: Buhârî, Bed’ü’l-halk, 11)
Ebû Saîd el-Hudrî’nin (r.a.) işittiğine göre, Resûlullah (s.a.v.) şöyle buyurmuştur:
“İblis, Rabbine ‘Senin izzetin ve celâlin üzerine yemin ederim ki ruhları (bedenlerinde) olduğu sürece âdemoğullarını saptırmaya devam edeceğim.’ demiş, Allah da ‘İzzetim ve celâlim hakkı için, onlar af diledikleri sürece ben de onları bağışlayacağım.’ karşılığını vermiştir.” (İbn Hanbel, III, 29)
Ebû Hüreyre’den (r.a.) nakledildiğine göre, Resûlullah (s.a.v.) şöyle buyurmuştur:
“Mümin, tıpkı sizden birinin yolculukta devesini yorduğu gibi, şeytanlarını yorar (zayıf düşürür).” (İbn Hanbel, II, 380)
ALİ ALTAYLI