Hayatımızın içine gönüllü olarak aldığımız fazlalıklar; günlerin, haftaların, ayların, yılların stresli ve yüzeysel geçmesine neden olmaktadır. Yaşamayı ıskalamamızın, Rabbimizle diğer canlılarla sağlıklı iletişim kuramamamızın en önemli nedenlerinden biri de fazlalıklarımız içinde debelenmemiz, boğulmamız ve kaybolmamızdır.
Sahip olma duygusu, değer arayışını çoklukta, süste, gösterişte görür olmamız, geçmişin ve geleceğin fazlalıklarını bir türlü zihnimizden atamamamız eksik ve ucuz bir hayat yaşatıyor bizlere. Eksik ve ucuz bir hayat yaşayanların en önemli beş özelliğinden biri de fazlalıkları bilinçli olarak hayatlarının merkezine oturturlar. Diğer dördü ise hazları için yaşarlar, çalışmayı sevmezler, hep birilerinden beklerler; değeri eğitimde, ilim, irfanda değil, mal mülk ve gösterişte ararlar, Yaratıcının istediğine göre değil, canlarının istediği gibi yaşarlar; özgürlük anlayışları ilahi sınırların çok ötesindedir.
Büyük ozan Rilke’nin “İnsanların çoğu yaşanmamış bir hayattan ölüyor.” tespiti manidardır.
Minimalizm, süsü gösterişi olmayan yalın, sade anlamlarına geliyor. Az olan aslında çok olandır, ilkesine dayanıyor. 1960’lara dayanan kökeniyle ilk kez modern sanat ve müzikte kullanılıyor.
Günümüzde gerçek mutluluğu yakalayabilmek için ihtiyaç olmayan sadece istekten ibaret ürünleri satın alıyoruz, gereksiz bilgilerle zihnimize dolduruyoruz; gereksiz konuşmalar, zaman harcamalar, ekran başında ucuzca vakit öldürmeler bize gerçekten iyi geliyor mu? Mutluluk için attığımız adımları doğru adrese yönlendirebiliyor muyuz?
Beynimizdeki işe yaramayan, şüphe ve evhama neden olan hayatımızı zorlaştıran fazla bilgiler gerçekten bizi mutlu ediyor mu?
Kaydır kaydır yaparak ekranlardan devşirdiğimiz çoğu kafa karışıklığına neden olan bilgiler bize huzurlu günler armağan ediyor mu?
Evimizde ihtiyaç olmayan, istek ürünü olan dost düşman çatlatmak için aldığımız gereksiz eşyalar, elbiseler, ayakkabılar bize gerçek huzuru tattırıyor mu?
Hırsla topladığımız bizi esir olan, açgözlülüğümüzü arttıran dünyalıklar, bize gerçekten iyi geliyor mu?
Yakınımızda, çevremizde yer alan sayısını bilemediğimiz içi dışı farklı dost görünümlü arkadaşlarımız gerçekten huzurumuza huzur mu katıyor?
Yüzümüzde, saçımızda, boynumuzda, tırnaklarımızda vücudumuzun diğer yerlerindeki doğal olmayan fazlalıklar, mutluluğumuza sürekli olarak katkı sağlıyor mu?
Bir kitabı takip etmek yerine bilinçsizce günümüzün üçte birini verebildiğimiz sosyal medyadaki fazlalıklar zihnimize, kalbimize, ruhumuza iyi geliyor mu?
Soframızdaki şükür duygusunu arttıran bir iki çeşidin yerine, bazen şikâyete, şükürsüzlüğe bile neden onlarca çeşit bizi mutlu etti mi?
Bir güzel kızı tavlamak için hayatımızın içine kattığımız fazlalıklar, verdiğimiz tavizler düşlediğimiz gelecek bahar günlerine değdi mi?
Sonsuzluk hayatından eksilterek sonluya kattığımız fazlalıklar, gerçekten bize huzurlu bir iç ve dış dünyayla buluşturdu mu?
Gerçek sevgiliyi çoğu zaman unuttuğumuz, fani sevgililere taptığımız günümüzde bu aşırılıklardan, fazlalıklardan yediğimiz tokatlar ödediğimiz emek, enerji, zaman, stres, ayrılık, kıskançlık, karşılık görememeye değdi mi?
Yunus Emre ne güzel söylemiş:
Bunca varlık var iken
Gitmez gönül darlığı
Biz de şöyle diyelim:
Bunca fazlalıklar varken
Gelmez huzur bolluğu
Anlatırlar, bir köyde yeni evlenen bir delikanlı babasıyla belirli zamandan sonra anlaşamayınca ellerine çantalarını alırlar, sırtlarına yataklarını sararlar ve hanımıyla beraber köyden şehre bir gece vakti yaya olarak gelirler.
Bazı kişilerin bir sepete sığacak dünyalıkları olmuş ve bu dünyadan canlı, cansız eserler bırakarak gelip geçmişler.
Acaba bu kişiler mi huzurlu, daha anlamlı ve sade yaşıyordu yoksa bir yerden bir yere evimizdeki eşyaları taşımak için çoğu zaman bir haftamızı alan bizler mi?
Psikiyatrist Kemal Sayar Hoca, öncelikle iç dünyamızdaki fazlalıkları ayıklayarak içten dışa doğru sade bir hayatı tercih etmemiz gerektiğini söyler:
“Sadelik, hayatımızın her alanında bize yardımcı olabilir. Eğer zihninizde dolaşan çok fazla düşünce var ise biraz yavaşlayabilirsiniz. Ayıklamaya ve sadeleşmeye dışarıdan değil, iç dünyanızdan başlayın.”
Kısaca, kanatta, azlıkta ve teklikte huzur ve bolluk vardır. Hırsta, açgözlülükte, çoklukta stres, zaman ve gönül darlığı vardır. Çokluklarımızdan sıyrılıp kabre konacağımız gün gelmeden hayatımızda yapacağımız sadelik, kendimize, sevdiklerimize ve sonsuzluk hayatımıza yapabileceğimiz en büyük iyiliktir.
Bizi oyalayan çokluk; kaliteli insan olmamızın, kendimizi bulmamızın, aşkın ruhlu, derya gönüllü bir birey olmamızın önündeki en büyük engeldir.
Şair Can Yücel, fazlalıkların ve monotonluğun hastalıklı yönünü mısralarına şu şekilde yansıtmış:
…
O yan kalabalık zira…
İş, güç, sorumluluk, çoluk çocuk, aile,
Güvende olma duygusu…
En kötüsü alışkanlık.
Alışkanlığın verdiği rahatlık,
Monotonluğun doğurduğu bıkkınlığı yeniyor.
Kalıyoruz…
Kuş olup uçmak isterken, ağaç olup kök salıyoruz.
*
Evlenmeler…
Bir çocuk daha doğurmalar…
Borçlara girmeler…
İşi büyütmeler…
Bir köpek bile bizi uçmaktan alıkoyabiliyor.
*
Ne mümkün.
Sabah 9, akşam 18
Sonra başka mecburiyetler
Sıkışıp kaldık.
Sırf yeme, içme, barınmanın bedeli
Bu kadar ağır olmamalı.
…
ALİ ALTAYLI